engizitör ve sorgulayıcı anlamına gelen Bahasa
terimlerini kullanıyorlardı. Dilleri hakkındaki
bilgimi (tercümanımın bile sadece birkaç
basmakalıp deyim bildiğimi zannedeceği şekilde
saklayıp)
iyi
bir
Bahasa/İngilizce
sözlük
edinerek görüşmelerden sonra kullanmaya
başladım.
O hitaplar sadece bir rastlantı mıydı? Ya da
sözlüğümdeki yorumlar mı yanlıştı? Öyle
olduğuna kendimi ikna etmeye çalıştım. Yine de
o insanlarla geçirdiğim zaman arttıkça, davetsiz
bir misafir olduğum, benimle işbirliği yapmaları
için yukarılardan bir yerden birilerinin bir emir
verdiği ve onların da itaat etmekten başka çaresi
olmadığı kanısı bende kuvvetlendi. Emri bir
hükümet görevlisinin mi, bir bankacının mı, bir
generalin mi, yoksa ABD Büyükelçiliği'nin mi
verdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek
bildiğim, insanların beni ofislerine davet ederek
kahve ikram etmelerine, sorularıma kibarca
cevap vermelerine ve bana karşı görünürde
gayet iyi davranmalarına rağmen, hepsinin
arkasında bir boyun eğiş ve hınç olduğuydu.
Bütün bunlar beni, sorularıma verdikleri
cevaplar ve sağladıkları verilerin geçerliliği
hakkında da düşünmeye itti. Örneğin, hiçbir
zaman tercümanımla birlikte bir ofise girip
birileriyle doğrudan görüşemiyordum; önceden
randevu almamız gerekiyordu. Gerçi bu garip
bir şey değildi ama asıl garip olan bunu
yapmanın inanılmaz bir zaman almasıydı.
Telefonlar ender olarak çalıştığından, trafiği
yoğun yollardan gitmek zorunda kalıyorduk ki,
birkaç blok ilerideki bir binaya bile gitmemiz
bile bir saat sürebiliyordu. Gideceğimiz yere
vardığımız zaman da, bizden bir sürü form
doldurmamız isteniyordu. Sonunda bir erkek
sekreter beliriyor, yüzünde Cavalılar’ın o
meşhur nazik gülümsemesiyle istediğim bilgiler
hakkında kibarca sorular soruyor, sonra da
görüşme için bir zaman belirliyorlardı.
Verilen randevu daima en azından birkaç gün
sonrası için olurdu ve görüşme nihayet
gerçekleştiğinde de bana hazırlanmış bilgilerden
oluşan bir dosya uzatılırdı. Sanayiciler 5 ve 10
yıllık planlarını sunar, bankacıların çizelge ve
grafikleri olur, hükümet yetkilileri ise planlama
aşamasından çıkarak ekonomik büyümenin
lokomotifleri olma yolunda ilerleyen projelerin
listesini
verirdi.
Bu
ticaret
ve
hükümet
otoritelerinin verdikleri tüm bilgiler ve yaptıkları
görüşmelerde söyledikleri her şey, Cava’nın
herhangi bir ekonominin o güne kadar
karşılaştığı en büyük patlamayla karşı karşıya
olduğunu gösterirdi. Hiç kimse -tek bir kişi bile-
bu savı asla sorgulamadı, bana herhangi bir
olumsuz bilgi vermedi.
Bandung’a dönerken geçirdiğim tüm bu
deneyimleri düşünüyordum; beni rahatsız eden
bir şeyler vardı. Endonezya’da yaptığım her
şeyin
bir
oyuna
benzediğini
farkettim.
Kartlarımızı bir poker masasındaymışız gibi
saklıyorduk.
Birbirimize
güvenemiyor,
paylaştığımız bilginin güvenirliğinden emin
olamıyorduk. Ama oyun son derece ciddiydi ve
sonucu da milyonlarca yaşamı onlarca yıl
boyunca etkileyecekti.
|