Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları



Yüklə 1,73 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/78
tarix02.01.2022
ölçüsü1,73 Mb.
#44723
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   78
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins ( PDFDrive.com )




Bir Ekonomik Tetikçinin

İtirafları

John Perkins

Türkçesi:



Murat KAYI


Yayın No: 003

1.-2. Baskı, 2005

3.-4. Baskı, 2006

5.-6.-7. Baskı, 2007

8.Baskı. 2008

9.-10. -11. Baskı, 2009

12.Baskı, 2010

13.Baskı, 2011

ISBN: 978-975-6006-03-0

Yayın Yönetmeni



K. Egemen İPEK

Editör


Asiye Koray BENDON

Türkçesi


Murat KAYI

Son Okuma ve Dizgi



Özlem ARAS

Kapak Tasarım



Mineral Tasarım

Baskı


Özkan Matbaacılık


Yayın

A.P.R.I.L Yayıncılık

Cinnah Cad. Kırkpınar Sok. 5/4 06690

Çankaya-ANKARA

Tel: (0312) 440 80 11 Fax:(0312)440 89 10



www.aprilyayincilik.com

bilgi@aprilyayincilik.com

BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN

İTİRAFLARI © 2005 A.P.R.I.L Yayıncılık

CONFESSIONS OF AN ECONOMIC HIT

MAN © 2004,

John Perkins © Barrett Koehler Publishers

Inc. San Francisco

Bu kitabın yayın hakları AKÇALI Telif Hakları



Ajansı aracılığı ile alınmıştır.

Her türlü yayım hakkı A.P.R.I.L Yayıncılık'a

aittir. Bu kitabın baskısından 5846 ve 2936

sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri

gereğince alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle

çoğaltılamaz, resim, şekil, şema, grafik vb.ler

Yayınevinin izni olmadan kopya edilemez.



GİRİŞ

Ekonomik  tetikçi  (ET)  dediğim  kişiler,

birçok  ülkeyi  trilyonlarca  dolar  dolandıran

yüksek  ücretli  profesyonellerdir.  Bu  kişiler,

Dünya

Bankası,

Birleşik

Devletler

Uluslararası  Kalkınma  Ajansı  (USAID)  ve

diğer  yabancı  ‘yardım’  kuruluşlarından

büyük

şirketlerin

kasalarına

ve

gezegenimizin  doğal  kaynaklarını  kontrol

eden  birkaç  varlıklı  ailenin  ceplerine  para

aktarırlar.  Kullandıkları  araçlar  arasında

sahte  finansal  raporlar,  hileli  seçimler,

rüşvet,  zorbalık,  seks  ve  cinayet  vardır.

Oynadıkları  oyun  imparatorluklar  kadar

eskidir

ama

günümüzün

küreselleşme

sürecinde  yeni  ve  korkutucu  bir  boyuta

ulaşmıştır.

Nereden mi biliyorum? Ben de bir ET idim.

Yukarıdaki  satırları,  adı



Bir  Ekonomik

Tetikçinin  Vicdanı olmasını  düşündüğüm  bir

kitabın


başlangıcı

olarak


1982

yılında


yazmıştım.  Kitap,  her  ikisi  de  bir  zamanlar


müşterilerim  olan  ve  saygı  duyup  aileden

saydığım  iki  ülke  başkanına,  Ekvador  Başkanı

Jaime  Roldós

ile  Panama  Başkanı  Omar

Torrijos’a  ithaf  edilmişti.  İkisi  de  bir  süre  önce

uçak  kazasında  hayatını  yitirmişti  ve  ölümleri

birer  kaza  değildi.  Onlar,  küresel  imparatorluğu

amaçlayan

şirket-hükümet-bankacılık

patronlarının  kardeşliğine  karşı  geldikleri  için

suikasta  kurban  gitmişti.  Biz  ET’ler, Roldós ile

Torrijos’u ikna  etmekte başarılı  olamayınca,

diğer  tür  tetikçiler  (her  zaman  bizim  hemen

arkamızda  olan CIA destekli  çakallar)  devreye

girmişti.

O kitabı yazmaktan vazgeçmeye razı edildim.

Sonraki  yirmi  yıl  boyunca  dört  kez  daha

yazmayı  denedim.  Yeniden

başlama  kararı

vermeme hep güncel dünya olayları neden oldu:

1989’da  Panama’nın  ABD  tarafından  işgali,

Körfez  Savaşı,  Somali’deki  gelişmeler,  Usame

bin  Ladin’in  yükselişi. Ancak,  her  defasında  da

tehdit veya rüşvetler beni vazgeçmeye zorladı.

2003  yılında  güçlü  bir  uluslararası  kuruluşa


ait  büyük  bir  yayınevinin  başkanı,  adı  artık Bir



Ekonomik  Tetikçinin  İtirafları

olan  kitabın

taslağını

okudu.


Yazdıklarımı

‘anlatılması

gereken  sürükleyici  bir  öykü’ olarak tanımladı.

Ancak  sonra  üzgün  bir  şekilde  gülümseyerek,

kafasını  iki  yana  salladı.  Şirketin  patronlarının

muhtemelen  karşı  çıkacağını  ve  dolayısıyla

kitabı  yayımlama  riskini  göze  alamayacağını

söyledi. Ama  kitabı  bir  roman  haline  getirmemi

tavsiye etti ve “Seni John Le Carré veya Graham

Greene tipinde bir yazar olarak pazarlayabiliriz,”

dedi.

Ne var  ki  yazdıklarım  bir roman değildi.



Benim hayatımın gerçek öyküsü idi. Uluslararası

herhangi bir kuruluşun  sahibi olmayan ve  daha

cesur

bir


yayımcı,

öykümü


anlatmamda

yardımcı olmayı kabul etti.

Bu  öykü mutlaka anlatılmalı.  Büyük  krizler

ve  fırsatlar

zamanında

yaşıyoruz.

Bu

bir


ekonomik

tetikçinin

öyküsü,

şu

anda



bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizin ve neden

üstesinden  gelinemez görünen krizlerle  karşı



[1]


karşıya

olduğumuzun

öyküsü.

Bu

öykü



anlatılmalı, çünkü  ancak  geçmiş hatalarımızı

anlayarak ilerideki  fırsatları  değerlendirebiliriz;

çünkü 11 Eylül ve Irak savaşı gerçekleşti; çünkü

teröristlerin elinde 11  Eylül  2001’de ölen  3  bin

insana  ek  olarak 24 bin insan  da  açlık  ve  ona

bağlı  nedenlerden

dolayı  yaşamını

yitirdi.


Aslında sırf  yeterli beslenemediği  için her  gün

24 bin insan ölüyor.

En önemlisi  de  bu  öykü

anlatılmalı, çünkü bugün tarihte ilk defa bir ülke

tüm bunları değiştirmek için gerekli beceri, para

ve  güce  sahip.  Bu,  benim  doğduğum  ve  bir  ET

olarak  hizmet  ettiğim  ülke:  Amerika  Birleşik

Devletleri.

Sonunda

beni


tehditleri

ve


rüşvetleri

görmezden gelmeye ikna eden ne oldu?

Kısa  cevap  şu:  Tek  çocuğum  Jessica

üniversiteden  mezun  olup  hayata  atıldığında,

ona bu kitabı yayınlama niyetimden söz ettim ve

kuşkularımı  paylaştım.  O  da  bana,  “Üzülme

baba,”  dedi.  “Sana  bir  şey  yapacak  olurlarsa,



[2]

bıraktığın  yerden  ben  devam  ederim.  Bunu,  bir

gün  sana  vermeyi  ümit  ettiğim  torunların  için

yapmalıyız!”

Daha  uzun  cevabım  ise  şöyle:  Büyüdüğüm

ülkeye  olan  bağlılığım,  Kurucu  Atalarımız

tarafından  dile  getirilen  ideallere  olan  sevgim,

bugün  her  yerde  herkes  için  ‘yaşam,  özgürlük

ve  mutluluğu  arama’  sözü  veren  Amerikan

devletine  olan  sorumluluğum.  Ve  11  Eylül

sonrasında

ET’ler


devleti

bir


küresel

imparatorluğa  çevirirken  artık  daha  fazla  oturup

seyretmemek konusundaki kararlılığım

Bu  gerçek  bir  öyküdür.  Onun  her  dakikasını

yaşadım.  İnsanlar,  gördüklerim,  konuşmalar  ve

tarif  ettiğim  duyguların  hepsi  hayatımın  birer

parçasıydı.  Benim  kişisel  öyküm  olmakla

birlikte,  tarihimize  yön  veren,  bizi  bugün

olduğumuz  yere  getiren  ve  çocuklarımızın

geleceklerinin

temellerini

oluşturan

dünya

olaylarının  kapsamı  içerisinde  gerçekleşti.  Tüm



bu  deneyimleri,  insanları  ve  konuşmaları


asıllarına  uygun  olarak  sunmak  için  elimden

gelen  tüm  çabayı  gösterdim.  Tarihi  olayları

tartıştığım  ya  da  başka  insanlarla  yaptığım

konuşmaları yeniden  yarattığım  zaman,  bunu

birçok

aracın


yardımıyla

yapıyorum:

Yayımlanmış  belgeler,  kişisel  kayıtlarım  ve

notlarım,

hem

kendimin



hem

de


diğer

katılımcıların  hatırladıkları,  daha  önce  yazmaya

başladığım  beş  taslak  ve  özellikle  yakın

zamanda diğer yazarların yayımladığı bilgiler ile

önceden  gizli  olan  ya  da  başka  nedenlerden

dolayı  ulaşılamayan  bilgileri  de  açıklayan

tarihçeler.  Bu  konular  hakkında  daha  fazla  bilgi

edinmek  isteyen  okuyucular  için  referanslar

dipnotlarda verilmiştir.

Yayıncım,  kendimize  gerçekten  ekonomik

tetikçi

deyip


demediğimizi

sorduğunda,

genellikle  sadece  baş  harfleriyle  de  olsa,  öyle

olduğunu söyledim. Aslında hocam Claudine ile

çalışmaya  başladığım  1971  yılındaki  o  gün

bana,  “Benim  görevim  seni  bir  ekonomik

tetikçiye  dönüştürmek,”  demiş,  sonra  ciddileşip,

“Bu  işle  ilgini  hiç  kimsenin,  eşinin  bile




bilmemesi  gerekiyor;  bir  kere  girersen  hayatın

boyunca  çıkamazsın,”  diye  eklemişti.  O  andan

itibaren  bu  açık  adı  çok  seyrek  kullandı;  bizler

kısaca ET idik.

Claudine’nin  rolü,  girdiğim  işin  temelinde

yatan  dalaverelerin  çok  güzel  bir  örneğiydi.

Güzel,  zeki  ve  çok  etkindi;  zayıf  noktalarımı

bulup,  onları  kendi  yararına  kullanmayı  çok  iyi

başardı.  Yaptığı  iş  ve  onu  yapış  şekli,  sistemin

arkasındaki

insanların

kurnazlığının

bir

göstergesiydi.  Benden  yapmamı  isteyecekleri  işi



anlatırken sözünü hiçbir zaman sakınmadı:

“İşin,  dünya  liderlerini,  ABD’nin  ticari

çıkarlarını  gözeten  büyük  bir  ağın  parçası

olmaya  teşvik  etmek.  Sonunda  bu  liderler,

sadakatlerini  garanti  edecek  şekilde  bir  borç

batağına  saplanır.  Sonra  da  onları  politik,

ekonomik  ya  da  askeri  ihtiyaçlarımız  için  ne

zaman  istersek  kullanabiliriz.  Karşılığında

halklarına  sanayi  siteleri,  elektrik  santralleri

ve havaalanları sağlayarak politik durumlarını

güçlendirirler.

Bu


arada,

Amerikan



[3]

[4]


mühendislik  ve  inşaat  firmaları  da  inanılmaz

derecede zenginleşir.”

İşte  bugün  kontrolsüz  bir  hale  gelen  bu

sistemin  sonuçlarını  görüyoruz.  En  saygın  ticari

kuruluşlarımız  Asya’daki  sağlıksız  ve  küçük

imalathanelerde

insanları

neredeyse

köle

statüsünde  ve  insanlık  dışı  şartlar  altında



çalıştırıyor.

Petrol


şirketleri

tam


bir

umursamazlık

içerisinde;

yağmur


ormanlarındaki  nehirlere  zehir  akıtarak  insan,

hayvan ve bitkileri öldürüyor, eski kültürleri yok

ediyorlar.  İlaç  endüstrisi  HIV  hastalığı  kapmış

milyonlarca  Afrikalıdan  hayatlarını  kurtaracak

ilaçları  esirgiyor.  ABD’de  12  milyon  aile  bir

sonraki


yemeğini

nasıl


elde

edeceğini

düşünüyor.

Enerji  endüstrisi  bir  Enron

yaratıyor.  Muhasebe  endüstrisi  bir  Andersen

yaratıyor. Dünya nüfusunun en zengin ülkelerde

yaşayan  beşte  birinin  gelirinin  en  fakir  beşte

birin gelirine oranı 1960’da 30’a 1 iken 1995’de

74’e  l’e  çıktı.

ABD,


Irak’taki

savaşı



[5]

sürdürmek  için  87  milyar  dolar  harcarken,  BM

bunun  yarısı  kadar  bir  parayla  yeryüzündeki

herkese  temiz  su,  yeterli  besin,  uygun  sağlık

koşulları  ve  temel  eğitim  sağlanabileceği

görüşünü savunuyor.

Ve

biz


hâlâ

teröristlerin

bize

neden


saldırdığını düşünüyoruz.

Bazıları  güncel  sorunları,  örgütlenmiş  bir

komploya  bağlayabilir.  Keşke  o  kadar  basit

olsaydı.  Çünkü  bir  komplonun  hazırlayıcıları

bulunup  adalete  teslim  edilebilir.  Oysa  bu

sistemi  besleyen,  herhangi  bir  komplodan  çok

daha  tehlikeli  bir  şey.  Küçük  bir  insan  grubu

tarafından  değil,  neredeyse  Tanrı  kelamı  haline

gelmiş  bir  kavram  tarafından  besleniyor:

Ekonomik  büyümenin  tüm  insanlık  için  yararlı

olduğu  ve  büyüme  ne  kadar  yüksek  ise

yararlarının

da

o

kadar



yaygın

olacağı


düşüncesi.

Bu  inancın  bir  de  sonucu  var:  Kenarlarda

doğanlar  sömürülmeye  açık  iken,  ekonomik



büyümenin

ateşini


karıştıranlar

yüceltilip

ödüllendirilmeli.

Bu  görüş  tabii  ki  hatalı.  Birçok  ülkede,

ekonomik büyümenin nüfusun sadece küçük bir

kısmına  yaradığını,  çoğunluk  içinse  giderek

daha  ümitsizleşen  şartlara  yol  açtığını  biliyoruz.

Bu etki, sistemi yönlendiren büyük sanayicilerin,

özel  bir  statüye  sahip  olmaları  gerektiği  inancı

tarafından

da

körükleniyor.



Bugünkü

sorunlarımızın  çoğunun  kökeninde  yatan  ve

belki  etrafta  bu  kadar  komplo  teorisinin

uçuşmasının  ardındaki  neden  de  bu  inanç.

Kişiler

açgözlülüklerinden

ötürü

ödüllendirildikçe,  açgözlülük  baştan  çıkarıcı  bir



hal alır.

Dünya


kaynaklarının

oburca


tüketimini

neredeyse  azizlik  mertebesine  çıkardığımız,

çocuklarımıza  dengesiz  hayatlar  süren  insanları

örnek  almalarını  öğrettiğimiz  ve  nüfusun  büyük

bir  kısmını  seçkin  bir  azınlığa  köle  olarak

tanıttığımız  sürece  bela  arıyoruz  demektir.  Ve

bela da bizi bulur.



[6]

t

Küresel  imparatorluğu  terfi  ettirme  çabasında



olan  şirketler,  bankalar  ve  hükümetler  (yani

topluca  ‘şirketokrasi)

,  finansal  ve  politik

güçlerini,  okullarımızın,  işletmelerimizin  ve

medyanın,  hem  bu  hatalı  kavramı,  hem  de

sonuçlarını  desteklemesini  garanti  etmek  için

kullanıyor.  Bizi,  küresel  kültürümüzün  gittikçe

artan  miktarlarda  yakıt  ve  bakım  gerektiren,

sonunda  etrafındaki  her  şeyi  tüketecek  ve  artık

kendi


kendini

yutmaktan

başka

çaresi


kalmayacak devasa bir makineye dönüştüğümüz

bir noktaya getirdiler.

Şirketokrasi  bir  komplo  değil  ama  üyeleri

kimi  ortak  değerleri  ve  hedefleri  destekliyor.

Şirketokrasinin  en  önemli  işlevlerinden  biri  de

sistemi  devam  ettirmek  ve  sürekli  genişleyip

güçlenmesini  sağlamaktır.  ‘Köşeyi  dönenlerin’

yaşam  tarzları  ve  donanımları  (yatlar,  katlar  ve

özel jetler) hepimizi tüketmek, tüketmek ve daha

fazla  tüketmeye  özendiren  birer  model  olarak

sunuluyor.  Bizi,  bir  şeyler  sa ın  almanın

toplumsal

bir

görev


olduğuna,

dünyayı



r

yağmalamanın  ekonomi  için  iyi  olduğuna  ve



dolayısıyla  bunun  yüksek  çıkarlarımıza  hizmet

ettiğine  ikna  etmek  için  de  hiçbir  fırsat

kaçı lmıyor.

İşte,


sistemin

çıkarları

doğrultusunda

çalışmaları  için  benim  gibi  insanlara  da

inanılmaz

maaşlar


ödeniyor.

Eğer


bizler

tökezlersek,  daha  hain  bir  tetikçi  türü  olan

çakallar  ortaya  çıkıyor. Ve  çakallar  da  başarısız

olursa, iş askerlere düşüyor.

Bu  kitap,  ET  olarak  çalıştığı  dönemde

nispeten  küçük  bir  grubun  parçası  olan  bir

adamın  itiraflarıdır.  Benzer  rolleri  oynayan

insanlar  şimdilerde  sayıca  daha  fazla.  Daha

gösterişli  unvanları  var  ve  Monsanto,  General

Electric,  Nike,  General  Motors,  Wal-Mart  gibi

uluslararası  çapta  en  önde  gelen  şirketlerin

koridorlarında

dolaşıyorlar.

Bir

Ekonomik

Tetikçinin İtirafları, benim  olduğu  kadar  onların

da öyküsüdür.

Bu  aslında  sizin  de  öykünüz;  sizin  ve  benim

dünyamın  ve  ilk  gerçek  kü esel  imparatorluğun






n ı

t



ru

öyküsü.  Tarih  bize  bu  öyküyü  değiştirmezsek,

trajik  bir  biçimde  sonlanacağı n  garantisini

veriyor.  İmparatorluklar  asla  sonsuza  dek

yaşamaz.  Her  biri  sonuçta  korkunç  bir  çöküşü

yaşamıştır.  Daha  mutlak  egemenlik  peşinde

koşarlarken birçok kültü

yok ederler, sonra da

kendileri  yıkılırlar.  Uzun  vadede  hiçbir  ülke  ya

da  ülkeler  topluluğu,  varlığı

başkaları

sömürerek sürdüremez.

Bu  ki ap  ibret  alıp,  içinde  bulunduğumuz

öyküyü  değiştirerek  yeniden  yaratmamız  için

yazıldı.  Eminim  ki  yeterince  insan  dünyanın

kaynaklarına  yönelik  doyu lamaz  bir  iştah

yaratan  ve  köleliğe  yol  açan  sistemlere  neden

olan  bu  ekonomik  makine  tarafından  nasıl

sömürüldüğümüzü fark ettiğinde, ona daha fazla

tahammül  etmeyeceğiz.  Birkaç  kişinin  zenginlik

içinde  yüzüp,  çoğunluğunsa  sefalet,  kirlilik  ve

şiddet içinde boğulduğu bir dünyadaki rolümüzü

gözden geçirecek ve kendimizi tüm insanlık için

şefkat, demokrasi ve sosyal adalet arama yoluna

adayacağız.



Bir  problemin  varlığını  kabul  etmek,  çözüm

bulma  yolunda  atılan  ilk  adımdır.  Bir  günahı

itiraf etmekse, kurtuluşun başlangıcı. Öyleyse bu

kitap da bizim kurtuluşumuzun başlangıcı olsun.

Bize dengeli ve onurlu bir toplum olma hayalini

gerçekleştirmemiz için esin versin.

Yaşamlarını

paylaştığım

ve


ilerideki

sayfalarda  anılan  çok  sayıda  insan  olmasa  bu

kitap  yazılamazdı.  Hem  edindiğim  deneyimler,

hem de aldığım dersler için onlara minnettarım.

Onların  ötesinde,  beni  tüm  riskleri  göze

alarak  öykümü  anlatmam  için  cesaretlendiren

insanlara

teşekkür

ediyorum:

Stephan


Rechtschaffen, Bill ve Lynne Twist, Ann Kemp,

Art Roffey, Rüya Değişimi gezi ve seminerlerine

katılan  birçok  insan;  özellikle  de  yardımcılarım

Eve  Bruce,  Lyn  Roberts-  Herrick  ve Mary

Tendall  ile  yirmi  beş  yıllık  harika  eşim  ve

yoldaşım Winifred ile kızımız Jessica.

Bana çokuluslu bankalar ve şirketlerle, çeşitli

ülkelerin  politik  nüansları  hakkında  bilgiler

veren  birçok  kişiye,  özellikle Michael Ben-Eli,



Sabrina Bologni,  Juan  Gabriel Carrasco,  Jamie

Grant,  Paul  Shaw ve  isimsiz  kalmak  isteyen

diğerlerine minnettarım.

Müsveddeler  ortaya  çıktıktan  sonra Berrett-

Koehler’in kurucusu Steven Piersanti, beni kabul

etmekle  gösterdiği  cesaretle  kalmayıp,  yetenekli

bir  editör  olarak  ve  sonsuz  saatlerini  adayarak

kitabı tekrar tasarlamam için bana yardımcı oldu.

Steven’e,  bizi  tanıştıran Richard Perl’e,  taslak

metni okuyup eleştiren Nova Brown, Randi Fiat,

Allen  Jones,  Chris Lee, Jennifer Liss,  Laurie

Pellouchoud

ve

Jenny  Williams’a;



sadece

okuyup  eleştirmekle  kalmayan,  yüksek  ve

mükemmel  standartlarına  uymam  için  beni

zorlayan


David

Korten’e,

ajansım

Paul


Fedorko’ya,  kitabın  tasarımını  yapan  Valerie

Brewster’e ve  kelime  cambazı,  eşsiz  filozof,

kopya  editörüm  Todd  Manza’ya  en  derin

teşekkürlerimi sunarım.

Özel  bir  minnet  sözü  de  Berrett-Koehler’in

yazı  işleri  yönetmeni  Jeevan  Sivasubramanian

ile

bilinç


düzeyimizi

yükseltme

gereğini



kavrayan ve bu dünyayı daha iyi bir yer yapmak

için  yorulmak  nedir  bilmeden  gayret  gösteren

yayınevi  çalışanları Ken  Lupoff,  Rick  Wilson,

María Jesús Aguiló, Pat Anderson, Marina Cook,

Michael  Crowley,  Robin  Donovan,  Kristen

Frantz,  Tiffany  Lee,  Catherine  Lengronne  ve

Dianne Platner için.

Benimle birlikte MAIN’de çalışan  ve  küresel

imparatorluğun  biçimlendirilmesinde,  farkında

olmadan  ET’lere  yardım  edenlere  de  teşekkür

etmeliyim;  özellikle  de  benim  için  çalışan  ve

birlikte  uzak  diyarlara  yolculuk  ettiğim,  çok

değerli  anları  paylaştığım  insanlara  teşekkür

ediyorum. Beni yazarlık yolunda destekleyen iyi

dostlarım,  yerli  kültürler  ve  Şamanizm  üzerine

önceki  kitaplarımın  yayımcısı Inner  Traditions

International’daki Ehud Sperling ve çalışanlarına

da teşekkürü borç biliyorum.

Ormanlarda, çöllerde ve dağlarda, Cakarta’da

kanal


yanlarındaki

derme


çatma

karton


kulübelerinde, birçok şehirde kenar mahallelerde

yaşayan,  beni  evlerine  alıp  yiyeceklerini  ve




hayatlarını paylaşan ve en büyük esin kaynağım

olan  tüm  o  insanlara  sonsuza  dek  minnettar

kalacağım.



John Perkins

Palm Beach Gardens, Florida

Ağustos 2004


ÖNSÖZ

Ekvador’un  başkenti Quito, And  Dağlarının

tepesinde,

denizden

2

bin


700

metre


yükseklikteki  volkanik  bir  vadi  boyunca  uzanır.

Kolomb’un  bu  kıtaya  gelişinden  çok  önceleri

kurulmuş  olan  bu  şehrin  sakinleri,  ekvatorun

sadece  birkaç  kilometre  güneyinde  olmalarına

rağmen,

etraftaki

tepelerde

kar


görmeye

alışkındır.

İsmini  taşıdığı  petrol  şirketine  hizmet  etmek

için  Ekvador’daki  Amazon  ormanı  içine  adeta

oyulmuş  bir  sınır  karakolu  ve  askeri  üssün

bulunduğu  Shell  şehri,  başkent

Quito’dan

neredeyse  2  bin  400  metre  aşağıdadır.  Daha

ziyade  askerler  ve  petrol  işçileriyle,  onlar  için

amelelik  ve  fahişelik  yapan  Shuar  ve Kichwa

kabilelerine  mensup  yerlilerin  yaşadığı  sıcak  bir

şehirdir burası.

Bir  şehirden  diğerine  dolambaçlı  ama  nefes

kesici  güzellikteki  bir  yoldan  gidilir.  Yerlilere

göre,  bu  yolculuk  sırasında  bir  gün  içinde  dört

mevsimi birden yaşarsınız.




O yoldan birçok kez geçmiş olmama rağmen,

benzersiz

manzara

beni


her

defasında

etkilemiştir.  Bir  yanda  peş  peşe  dökülen

çağlayanlarla  süslü  dik  yamaçlar  yükselirken,

diğer yanda Amazon’un ana kollarından Pastaza

Nehri’nin,  And  Dağlarından  bir  yılan  gibi

kıvrılarak indiği derin uçurumlar vardır. Pastaza,

İnkalar zamanında kutsal sayılan ve dünyanın en

yüksek  aktif  volkanlarından  biri  olan Cotopaxi

buzullarından  5  bin  kilometre  uzaktaki Atlantik

Okyanusu’na su taşır.

2003  yılında  bir  Subaru outback otomobile

atlayıp, o zamana kadar olanlardan çok farklı bir

misyonla Quito’dan ayrılıp  Shell’e  doğru  yola

çıktım.  Başlamasına  katkıda  bulunduğum  bir

savaşı  sonlandırmayı  umuyordum.  Biz  ET’lerin

sorumluluğunu  üstlenmemiz  gereken  birçok

şeyde  olduğu  gibi,  yaşandığı  ülke  dışında

kimsenin  bilmediği  bir  savaştı  bu.  Evlerinin,

ailelerinin  ve  topraklarının  petrol  şirketleri

tarafından  yok  edilmesini,  hayatları  pahasına

engellemekte  kararlı  Shuar, Kichwa ve  onların

komşuları  olan  Achuar,  Zaparo  ve

Shiwiar



[7]

kabileleriyle  buluşmaya  gidiyordum.  Yaşanan

şey  onlar  için  çocuklarının  ve  kültürlerinin

ölüm-kalım  mücadelesiyken,  bizim  için  güç,

para  ve  doğal  kaynak  savaşı,  aynı  zamanda

dünya  egemenliği  için  girilmiş  mücadelenin  ve

birkaç  hırslı  insanın  küresel  imparatorluk

rüyalarının parçasıydı.

Biz  ET’lerin  en  iyi  yaptığı  şeylerden  biridir

bu:  Küresel  bir  imparatorluk  kurmak.  Biz,  diğer

ulusları,  (en  büyük  şirketlerimizi,  hükümetimizi

ve  bankalarımızı  yöneten)  şirketokrasiye  boyun

eğmeye  zorlayan  koşulları  yaratmak  üzere,

uluslararası  finans  kuruluşlarını  kullanan  seçkin

bir  grubuz  ve  mafyadaki  muadillerimiz  gibi,

‘iyilik’  de  yaparız:  Bunlar  genellikle  altyapı

(elektrik

santralleri,

otoyollar,

limanlar,

havaalanları,  sanayi  siteleri)  yatırımları  için

verilen  borçlar  şeklindedir.  Bu  tip  borçların  bir

şartı  da,  tüm  projelerin  bizim  mühendislik  ve

inşaat


firmalarımız

tarafından

gerçekleştirilmesidir.  İşin  aslı,  paranın  çoğu

ABD’yi terk etmez bile; sadece Washington’daki




bankalardan New  York,  Houston ya  da  San

Francisco’daki mühendislik ofislerine aktarılır.

Paranın

bu


şekilde

şirketokrasi

üyesi

işletmelere  (yani,  alacaklı  tarafa)  neredeyse



anında  geri  gelmesine  rağmen,  borçlu  ülke  hem

anaparayı  hem  de  faizini  son  kuruşuna  kadar

ödemek  zorundadır.  Eğer  bir  ET  gerçekten

başarılıysa,  verilen  paranın  miktarı  o  kadar

yüksek  olur  ki  borçlu  ülke  birkaç  sene  sonra

ödemelerini yapamaz hale gelir. İşte o zaman da

biz,  (tıpkı  mafya  gibi)  diyetimizi  isteriz.  Bu  da

genellikle  şunlardan  bir  veya  birkaçını  içerir:

Birleşmiş  Milletler’de  alınacak  bir  kararda

ülkenin  vereceği  oyun  kontrolü,  topraklarında

askeri  üsler  kurulması,  petrol  ya  da  Panama

Kanalı  gibi  değerli  kaynaklara  erişim.  Bu  arada

borç  yükümlülüğü  tabii  ki  devam  etmektedir  ve

küresel  imparatorluğumuza  bir  ülke  daha

eklenmiştir.

2003  yılının  o  güneşli  gününde  Quito’dan

Shell’e doğru giderken, dünyanın bu tarafına ilk

defa  geldiğim  35  yıl  öncesini  hatırladım.




[8]

Yüzölçümü  sadece  Nevada’nınki  kadar  olsa  da,

Ekvador’un

30’dan


fazla

aktif


volkana,

dünyadaki  kuş  türlerinin  %15’ine  ve  henüz

sınıflandırılmamış  binlerce  bitki  türüne  sahip

olduğunu,  eski  yerel  lisanların  da  neredeyse

İspanyolca  kadar  konuşulduğunu  ve  çok  çeşitli

kültürlerin  bir  arada  bulunduğu  bir  ülke

olduğunu  okumuştum.  Onu  büyüleyici  ve

kesinlikle  egzotik  bulmuştum.  Aklıma  düşen

kelimeler; saf el değmemiş ve masum idi.

Ancak, 35 yılda çok şey değişmişti.

1968’deki  ilk  ziyaretim  sırasında,  Texaco

şirketi,  Ekvador’un  Amazon  bölgesinde  daha

yeni  petrol  bulmuştu.  Şimdiyse  ülke  ihracatının

neredeyse  yarısını  petrol  oluşturuyordu.  İlk

ziyaretimden  kısa  bir  süre  sonra  inşa  edilen  ve

And  Dağlarını  aşan  bir  boru  hattı,  o  zamandan

beri  yarım  milyon  varilden  fazla  petrolü  (Exxon

Valdez’den

sızan

miktarın



iki

mislinden

fazlasını)

narin


yağmur

ormanlarına

sızdırmıştı.

Ekvador,

ET-örgütlü

bir



[9]

konsorsiyum  tarafından  1.3  milyar  dolara  inşa

edilen  450  kilometrelik  yeni  boru  hattı

sayesinde, artık ABD’ye petrol ihraç eden ilk 10

ülke  arasına  girmeyi  hedefliyordu.

O  arada


yağmur  ormanında  büyük  bir  bölüm  tahrip

olmuş,  tatlı  su  balığı  makavlar  ve  ormandaki

jaguarlar  neredeyse  yok  edilmiş,  üç  yerel

Ekvador  kültürü  yok  olmanın  eşiğine  getirilmiş

ve  billur  gibi  nehirler  birer  pislik  yuvasına

dönüştürülmüştü.

Aynı  dönem  içinde  yerli  kültürler  mücadele

etmeye  başladı.  Örneğin  7  Mayıs  2003’te  30

binden  fazla  Ekvador  yerlisini  temsil  eden  bir

grup Amerikalı avukat, ChevronTexaco şirketine

karşı  1  milyar  dolarlık  bir  dava  açtı.  Davada

petrol devinin 1971 ile 1992 yılları arasında açık

çukurlara ve nehirlere, günde 4 milyon galondan

fazla  petrol,  ağır  metal  ve  kanserojen  madde

içeren  zehirli  atık  döktüğü,  arkasında  insan  ve

hayvanları  hâlâ  öldürmeye  devam  eden  350

civarında  kapatılmamış  atık  çukuru  bıraktığı



[10]

[11]


iddia ediliyordu.

Ormandan  gelen  büyük  sis  bulutları  Pastaza

Nehri’nin

kanyonlarından

yukarıya

doğru


çıkıyordu.  Gömleğim  tere  bulanmıştı,  midem

kaynıyordu. Ama  bunların  nedeni  sadece  tropik

sıcak  ya  da  yoldaki  yılankavi  dönemeçler

değildi.

O

güzelim


ülkenin

öyle


harap

edilmesinde  oynadığım  rolün  bilincinde  olmam,

beni  yine  rahatsız  etmeye  başlamıştı.  Ben  ve

benim  gibi  ET’ler  yüzünden  Ekvador  artık  biz

onu

modern


bankacılık,

mühendislik

ve

ekonomik



yöntemler

gibi


mucizelerle

tanıştırmadan  öncesine  kıyasla  çok  daha  kötü

durumdaydı.

1970’den

beri,

yani


‘Petrol

Patlaması’  olarak  bilinen  dönemde  resmi

yoksulluk  oranı  %50’den  %70’e  ve  işsizlik

%15’den  %70’e  çıkarken,  kamu  borcu  da  240

milyon  dolardan  16  milyar  dolara  yükselmişti.

Aynı  zaman  diliminde  milli  kaynaklardan

nüfusun  en  yoksul  kesimlerine  ayrılan  pay  ise

%20’den %6’ya düşmüştü.




[12]

[13]


Ne  yazık  ki  Ekvador  bir  istisna  değildi.  Biz

ET’lerin  küresel  imparatorluk  şemsiyesi  altına

getirdiğimiz  neredeyse  her  ülke  benzer  bir

akıbete  uğradı.

Üçüncü  Dünya’nın  borcu

2.5  trilyon  dolara  yükselirken,  bu  borcun  faizi  -

2004  itibarı  ile  senede  375  milyar  dolar-  tüm

Üçüncü Dünya sağlık ve eğitim harcamalarını ve

gelişmekte  olan  ülkelerin  yıllık  aldıkları  dış

yardımın  20  katını  aştı.  Dünya  nüfusunun

yarıdan  fazlasının  günlük  kazancı  2  dolardan

azdır,  ki  1970’lerin  başında  da  ellerine  geçen

yaklaşık  yine  bu  kadardı.  Öte  yandan,  gerçek

rakamlar  ülkeden  ülkeye  değişiklik  gösterse  de,

bir  Üçüncü  Dünya  ülkesindeki  özel  mülkiyetin

ve  parasal  kaynakların  %70  ila  %90’ı,  o  ülke

nüfusunun %1’inin elindedir.

Subaru,


hâlâ

aktif


olan

Tungurahgua

Dağı’ndan  gelen  volkanik  yeraltı  nehirlerinin

yarattığı  kaplıcalarıyla  tanınan  sayfiye  kenti

Baños’un sokaklarından  geçerken  yavaşladı.

Yanı  başımızda  koşan  çocuklar  bir  yandan  bize




el  sallıyor,  bir  yandan  da  çiklet  ve  kurabiye

satmaya çalışıyordu. Sonra Baños geride kaldı; o

muhteşem

manzara


yerini

Dante’nin



Cehennem'inin  modern  uyarlamasını  andıran  bir

görüntüye bıraktı.

Devasa  gri  bir  duvar,  nehirden  ucube  gibi

yükseldi.

Islak

beton


duvarlar

çevredeki

manzarayla  tamamen  uyumsuz  ve  yapay  bir

görünüm  sergiliyordu.  Aslında  öyle  bir  şeyi

orada  görmek  beni  şaşırtmamalıydı.  Orada

pusuya  yatmış  halde  beni  neyin  beklediğini,

başından  beri  biliyordum.  Geçmişte  onunla

birçok  kez  karşılaşmış  ve  ET’lerin  başarılarının

bir  sembolü  olarak  övmüştüm.  Yine  de

tüylerimin ürpermesine engel olamadım.

O  iğrenç,  biçimsiz  duvar,  Pastaza  Nehri'ni

engelleyen  ve  sularını  dağın  içine  oyulmuş

büyük  tünellere  kanalize  ederek  elektrik  üreten,

156


megavatlık,

Agoyan


Hidroelektrik

Projesi’nin  barajıdır.  Bir  avuç  Ekvadorlu  aileyi

zengin eden endüstrileri besleyen bu proje, nehir

boyunca  yaşayan  çiftçiler  ve  yerli  halk  için




[14]

sınırsız bir keder ve ıstırap kaynağı olmuştur. Bu

hidroelektrik  santral  benim  ve  diğer  ET’lerin

gayretleriyle  gerçekleştirilen  birçok  projeden

sadece  bir  tanesiydi.  Ekvador’un  bugün  küresel

imparatorluğun  bir  parçası  olmasının,  Shuarlar

ile Kichwalar’i ve  onların  komşularını  petrol

şirketlerimize  karşı  savaş  açmanın  eşiğine

getiren de işte bu tip projelerdir.

ET projelerinden dolayı dış borç içinde yüzen

Ekvador,  milli  bütçesinden  haddinden  fazla  bir

payı resmi rakamlarla yoksulluk sınırının altında

olarak  tanımladığı  milyonlarca  vatandaşına

yardım  etmek  için  kullanmak  yerine,  borç

ödemelerine ayırmak zorundadır. Ekvador’un bu

borç  yükünden  kurtulmak  için  tek  şansı  da

yağmur ormanlarını petrol şirketlerine satmaktır.

Aslında,  ET’lerin  daha  en  başta  gözlerini

Ekvador’a

dikmesinin

nedenlerinden

biri,


Amazon bölgesinin altında Ortadoğu’daki petrol

sahalarına rakip olabilecek büyüklükte bir petrol

denizi  olduğuna  inanılmasıydı.

Küresel


imparatorluk,  diyetini  petrol  imtiyazları  olarak


talep etmektedir.

11  Eylül  2001  sonrasında

Washington,

Ortadoğu’nun  petrol  arzını  durdurmasından

korkunca,  bu  istekler  özellikle  acil  hale  geldi.

Üstelik  ABD’nin  üçüncü  en  büyük  petrol

sağlayıcısı  Venezuela’da  yeni  seçilen  halkçı

başkan Hugo Chávez, ABD emperyalizmi olarak

nitelendirdiği şeye karşı güçlü bir biçimde cephe

almıştı ve ABD’yi petrol satışını kesmekle tehdit

ediyordu.

ET’ler

Irak


ve

Venezuela’da

çuvallamış  ama  Ekvador’da  başarılı  olmuştu;  o

ülkeyi artık sonuna kadar sağabilirdik.

Ekvador  ET’lerin  tüm  dünyada  ekonomik-

politik  yola  getirdiği  tipik  ülkelerden  biridir.

Petrol

şirketleri

bu

ülkedeki



yağmur

ormanlarından  çıkartılan  her  100  dolarlık  ham

petrole  karşı  75  dolar  elde  eder.  Kalan  25

doların  dörtte  üçü  dış  borç  ödemelerine  gider.

Dörtte  birin  büyük  bölümü  de  orduya  ve  diğer

devlet  harcamalarına  gidince  sağlık,  eğitim  ve

yoksullara  yardıma  yönelik  programlar  için



[15]

yaklaşık

2.5

dolar


kalır.

Böylece


Amazon’dan  her  100  dolarlık  petrole  karşı,

paraya  gerçekten  ihtiyacı  olan,  barajlar,  sondaj

çalışmaları  ve  boru  hatları  yüzünden  yaşamları

son  derece  olumsuz  etkilenen  ve  kullanılabilir

gıda  ile  içilebilir  su  yokluğu  yüzünden  ölmekte

olan  insanlar  için  kullanılmak  üzere  3  dolardan

az para kalmaktadır.

Bu  insanların  hepsi  (Ekvador’da  milyonlar,

dünyada

milyarlarcası)

potansiyel

birer


teröristtir.

Komünizme

ya

da


anarşizme

inandıkları  ya  da  yaratılıştan  kötü  oldukları  için

değil,  sadece  çaresiz  oldukları  için  öyle

addedilirler.

Karşımda  yükselen  baraja  bakarken,  o

insanların daha önce de birçok yerde, birçok kez

olduğu  gibi  ne  zaman  harekete  geçeceğini

düşündüm; yani tıpkı 1770’lerde Amerikalılar’ın

İngiltere’ye  ya  da  1800’lerin  başında  Latin

Amerikalılar’ın İspanya’ya karşı yaptığı gibi.

Modern

imparatorluk

yaratma

işinde



gösterilen

ustalık

ve


kurnazlık,

Romalı


kumandanları,  İspanyol  istilacıları,  18.  ve  19.

yüzyıl  Avrupalı  sömürgeci  güçleri  utandıracak

düzeydedir.  Biz  ET’ler  cin  gibiyizdir;  tarihten

ders  alırız.  Kılıç  taşımaz,  bizi  diğerlerinden

ayıran  zırh  veya  giysiler  giymeyiz.  Ekvador,

Nijerya  ve  Endonezya  gibi  ülkelerde  yerli  bir

okul öğretmeni ya da dükkân sahibi gibi giyinir,

Washington ve  Paris’te  bir  hükümet  bürokratı

veya  bankacı  gibi  görünürüz.  Alçak  gönüllü,

saygılı  ve  normal  davranırız.  Proje  mahallerini

ziyaret eder, yoksul köyleri dolaşırız. Fedakârlık

taslar,  yaptığımız  harika  hayırseverlik  işlerinden

yerel

gazetelere



söz

ederiz.


Hükümet

komisyonlarının  konferans  masalarını,  hesap

çizelgelerimiz  ve  finansal  tahminlerimiz  ile

donatıp, Harvard İşletme  Okulu’nda  makro-

ekonominin  mucizeleri  hakkında  ders  veririz.

Hep kayıt altında ve ortadayızdır. Daha doğrusu,

kendimizi  öyle  gösterir  ve  öyle  kabul  görürüz.

Sistem öyle çalışır. Gerekirse yasa dışı yollara da

başvururuz;  çünkü  sistemin  kendisi  hile  ve

kandırma  üzerine  kurulmuştur  ve  sadece  tanım




[16]

olarak yasaldır.

Ancak  eğer  başarılı  olamazsak,  devreye  biz

ET’lerin


çakallar

olarak  nitelendirdiği  ve

soylarını  doğrudan  o  eski  imparatorluklara

dayandıran, çok daha sinsi bir tür girer. Çakallar

her  zaman  oradadır;  gölgede  beklerler.  Ortaya

çıktıkları  zamansa,  devlet  başkanları  ya  devrilir

ya da ölümcül kazalarda yaşamını yitirir.

Ve

eğer  şanssızlık  sonucu  çakallar  da  başarısız



olurlarsa o zaman (Afganistan ve Irak’ta olduğu

gibi)  eski  usuller  ortaya  çıkar.  Çakalların

başarısız  olduğu  yerlerde,  genç  Amerikalılar

öldürmeye ve ölmeye gönderilir.

O  ucubenin,  nehirden  yükselen  biçimsiz  ve

devasa  gri  beton  duvarın  yanından  geçerken,

giysilerime

bulaşan


terin

ve


midemdeki

kasılmaların  çok  iyi  bilincindeydim.  Suçluluk

duygusuyla  bunalmış  bir  halde,  yaratılmasında

benim  de  katkıda  bulunduğum  imparatorluğu

durdurmak  için  gerekirse  son  adamlarına  kadar

savaşmaya  kararlı  yerli  halkla  görüşmek  üzere




ormanın içine yöneldim.

Nasıl  olmuştu  da New Hampshire’nin  kırsal

kesimlerinden  gelen  o  sevimli  çocuk  böyle  pis

işlere bulaşmıştı?







Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   78




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin