Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları



Yüklə 1,73 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/78
tarix02.01.2022
ölçüsü1,73 Mb.
#44723
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   78
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları - John Perkins ( PDFDrive.com )

2-“Hayatın Boyunca...”

MAIN hukuki olarak kapalı bir kurum olarak

adlandırılabilirdi.  Şirketin,  2  bin  çalışanının

kabaca  %5’i  şirketin  sahibiydi.  Bunlar  ‘ortak’

olarak  anılır,  konumlarına  gıptayla  bakılırdı.

Ortaklar  diğer  herkesten  fazla  hakka  sahip

olmakla  kalmayıp,  asıl  parayı  da  kazanan

gruptu.


Paylaştıkları

en


önemli

özellik


ketumluktu;  önemli  müşterileri  olan  devlet

başkanları  ve  üst  düzey  şirket  yöneticileri

onlardan  avukatlar  ve  psikiyatrlar  gibi  mutlak

gizliliğe  titizlikle  uymalarını  isterdi.  Basına

konuşmak  kesinlikle  yasaktı;  öyle  bir  şey  söz

konusu  bile  olamazdı.  Dolayısıyla  rakiplerimiz

olan Arthur D.  Little, Stone&Webster  ya da

Brown&Root,

Halliburton  ve  Bechtel  gibi

firmalara  aşina  pek  çok  insan  varken, MAIN

dışında  çok  az  kişi  bizden  söz  edildiğini

duymuştu.



Rakip

lafını


biraz

gevşek


anlamda

kullanıyorum,  çünkü MAIN aslında  başka  bir

ligde

oynuyordu.



Personelimizin

büyük



çoğunluğu  mühendisti.  Ama  hiç  ekipmanımız

olmadığı  gibi  bir  kulübe  bile  inşa  etmemiştik.

Çalışanların çoğu eski asker olmasına rağmen ne

Savunma Bakanlığı ile iş yapmıştık, ne de başka

herhangi  bir  askeri  kurumla.  Asıl  güçlü

olduğumuz

alan

alışılagelmişin



o

kadar


dışındaydı ki, şirketteki ilk aylarım boyunca ben

bile  ne  yaptığımızı  anlayamamıştım.  Sadece  ilk

gerçek  görevimin  Endonezya’da  olacağını  ve

Cava  Adası  için  bir

master

enerji  planı



hazırlayacak  on  bir  kişilik  ekibin  parçası

olacağımı biliyordum.

Anladığım  bir  başka  şey  de,  o  görev

hakkında benimle konuşan Einar ve diğerlerinin,

yörenin  ekonomisinde  bir  patlama  yaşanacağı,

eğer  iyi  bir  tahminci  olarak  sivrilmek  (ve

dolayısıyla  terfi  ettirilmek)  istiyorsam,  o  yönde

öngörüler  üretmem  konusunda  beni  ikna  etmek

için hevesli olduğuydu.

“Yükseliş  çizgisi,  grafiği  delip  geçecek!”

diyordu  Einar,  parmaklarını  yukarıya  doğru

kaydırırken.  “Bir  kuş  gibi  süzülerek  yükselecek




bir ekonomiden söz ediyoruz!”

Einar  sık  sık  birkaç  gün  süren  seyahatlere

çıkardı. Kimse bunlar hakkında fazla konuşmaz,

nereye gittiğini bilmez görünürdü. Ofiste olduğu

zamanlar,  beni  bir  kahve  içip  ayaküstü  sohbet

etmeye  davet  eder, Ann ile  yeni  dairemiz  ve

Ekvador’dan  gelirken  getirdiğimiz  kedimiz

hakkında sorular sorardı. Onu tanıdıkça daha da

cüretkâr  oldum,  hem  onun  hakkında  hem  de

işimde  yapmam  beklenenler  konusunda  bilgi

edinmeye  çalıştım.  Ama  hiçbir  zaman  tatmin

edici  cevaplar  alamadım;  lafı  döndürmekte  çok

ustaydı Einar.

Öyle  bir  konuşma  sırasında  bana  garip  bir

ifadeyle  baktı  ve  “Endişelenmene  gerek  yok,”

dedi.  “Senden  çok  şey  bekliyoruz.  Geçenlerde

Washington’daydım...”  Sesi  hafifledi  ve  gizemli

bir  şekilde  gülümsedi.  “Her  neyse...  Kuveyt’te

büyük  bir  projemiz  olduğunu  biliyorsun.

Endonezya’ya  gitmene  de  daha  bir  süre  var.

Bence  zamanının  bir  kısmını  Kuveyt  hakkında

okuyarak

geçirmelisin.

Boston


Halk


Kütüphanesi  bu  konuda  gayet  iyi  bir  kaynaktır,

ayrıca  sana  MIT  ve Harvard kütüphaneleri  için

de giriş kartı çıkarabiliriz.”

O  günden  sonra  kütüphanelerde,  özellikle  de

işyerimden birkaç blok ileride ve Back Bay’daki

evime


çok

yakın


olan

Boston


Halk

Kütüphanesi’nde  uzun  saatler  geçirdim.  Hem

Kuveyt,  hem  de  Birleşmiş  Milletler,  IMF  ve

Dünya Bankası tarafından yayınlanan ekonomik

istatistikler  üzerine  birçok  kitapla  haşır  neşir

oldum.  Benden  Endonezya  ve  Cava  için

ekonometrik  modeller  üretmem  isteneceğini

bildiğim  için,  Kuveyt  için  öyle  bir  model

oluşturarak başlamaya karar verdim.

İş  idaresindeki  lisans  derecem  beni  bir

ekonometrisi  olarak  hazırlamadığından,  o  işi

nasıl  yapacağımı  anlamak  için  çok  zaman

harcadım.  Hatta  konuyla  ilgili  birkaç  derse  bile

kaydolacak

kadar

ileri


gittim.

O

arada



istatistiklerin, analistin eğilimlerini doğrulayanlar

da  dahil  olmak  üzere,  birçok  farklı  sonuçlar

çıkabilecek

şekilde


yorumlanabildiğim


keşfettim.

MAIN  çok  maço  bir  şirketti;  1971  yılında

profesyonel  konumda  olan  sadece  dört  kadın

vardı  bünyesinde.  Ancak  kişisel  sekreterler  (ki

her  başkan  yardımcısı  ve  bölüm  müdürünün  bir

tane  vardı)  ve  biz  geri  kalanlarla  ilgilenen  steno

havuzu  kadrolarında  belki  iki  yüz  kadın

bulunuyordu.  Şirketteki  cinsiyet  ayrımcılığını

kanıksamış  olduğumdan,  bir  gün  Boston  Halk

Kütüphanesinin  referans  bölümünde  yaşananlar

beni gerçekten şaşkına çevirdi.

Esmer  ve  çekici  bir  hanım  gelip  benim

masama,  tam  karşımdaki  sandalyeye  oturdu.

Koyu  yeşil  takımı  içinde  çok  rafine  bir

görünümü  vardı.  Benden  birkaç  yaş  büyük

olduğunu  düşündüm.  Ama  onu  fark  ettiğimi

belli  etmemeye  ve  kayıtsız  görünmeye  çalıştım.

Kadın  birkaç  dakika  sonra  tek  kelime  bile

etmeden,  açık  bir  kitabı  bana  doğru  itti.  Kitapta

Kuveyt  hakkında  aramakta  olduğum  bilgileri

içeren  bir  tablo  ve  üzerinde  de  kadının  adının,

Claudine  Martin,  da  Chas.  T.  Main,  Inc.  Özel




Danışmanı olduğunu belirten bir kart vardı.

Açık  yeşil  gözlerine  baktığımda,  bana  elini

uzattı. “Eğitimine yardımcı olmam istendi,” dedi.

Ertesi günden başlayarak MAIN’in Prudential

Center’deki  genel  merkezinden  birkaç  blok

ileride,  Claudine’nin  Beacon  Sokağı’ndaki

dairesinde  buluşmaya  başladık.  Birlikteliğimizin

daha  ilk  saatinde  durumumun  olağandışı

olduğunu anlatarak, her  şeyi  çok  gizli  tutmamız

gerektiğini  söyledi.  İşim  hakkında  kimsenin

bana  ayrıntılı  bilgi  vermediğini  bildiğini,  çünkü

kendisinden  başka  kimsenin  buna  yetkisi

olmadığını  da  ekledi.  Sonra  da  görevinin  beni

bir ekonomik  tetikçiye dönüştürmek  olduğunu

belirtti.

Bu  laf  bir  anda  eski  gizemli  rüyalarımı

hatırlatmıştı

bana;

kendimden



çıktığını

duyduğum  sinirli  kahkaham  ile  utandım.

Claudine  güldü  ve  o  lafı  kullanmalarının

ardındaki  nedenlerden  birinin  de  mizah  yönü

olduğunu söyleyerek ekledi: “Kim bunu ciddiye

alır ki?”




Ekonomik  tetikçilerin  işlevleri  hakkındaki

bilgisizliğimi itiraf ettim.

Gülerek,  “Yalnız  değilsin,”  dedi.  “Pis  bir  işte

çalışan  ender  bir  türüz  biz.  Bu  işle  ilgini  kimse,

karın bile bilemez.” Sonra ciddileşti. “Sana karşı

samimi  olacağım,  önümüzdeki  haftalarda  sana

elimden  gelen  her  şeyi  öğreteceğim.  Ondan

sonra  bir  seçim  yapmak  zorundasın.  Seçimin

kesin olacak. Bir kere girersen, hayatın boyunca

içeridesin.”

Ondan sonra ismin kendisini çok ender olarak

kullandı; bizler sadece ET idik.

O zamanlar bilmediğim bir şeyi çok sonraları

öğrenecektim.  Claudine,  NSA  profilimin  ortaya

çıkarttığı

kişilik


zaaflarımı

sonuna


kadar

kullanmıştı.  Ona  bu  bilgiyi  kimlerin  verdiğini

bilmiyorum;  Einar,  NSA,  MAIN’in  personel

servisi  ya  da  bir  başkası  olabilirdi.  Ancak  o

hepsini  çok  ustaca  kullandı.  Fiziki  baştan

çıkartma ve sözlü manevraların karışımı olan bir

yaklaşım, özellikle benim için uyarlanmıştı; yine

de  o  zamandan  beri  çeşitli  işletmeler  tarafından




riskli durumlarda ve yüksek kazançlı anlaşmaları

bağlamak

baskısı

altında


kullanıldığını

gördüğüm  standart  işletim  prosedürleriyle  uyum

içindeydi.  Gizli  faaliyetlerimizi  açıklayarak,

evliliğimi  tehlikeye  atmayacağımı  en  başından

beri  biliyordu.  Ve  benden  beklenen

işlerin


karanlık  taraflarını  anlatırken  de  oldukça  açık

sözlü davrandı.

Maaşını kimin ödediği hakkında hâlâ en ufak

bir fikrim yok. Ama işvereninin kartvizitinin ima

ettiği  gibi MAIN olmadığını  düşünmek  için  bir

sebebim  de  var  sayılmaz.  O  zamanlar  bugün

belirgin  olan  soruları  sormayacak  kadar  saf,

yılgın ve şaşkındım.

Claudine

bana  işimin  iki  temel  amacı

olduğunu  söyledi.  Birincisi,  parayı  devasa

mühendislik  ve  inşaat  projeleri  aracılığıyla

MAIN ve  (Bechtel,  Halliburton, Stone&Webster

ve

Brown&Root



gibi)

diğer


Amerikan

şirketlerine  geri  döndürecek  büyük  uluslararası

kredilerin  alınmasına  bahane  yaratacaktım.

İkincisi,  bu  kredileri  alan  ülkeleri  iflas  ettirmek




için  (tabii  ki

MAIN


ve  diğer  Amerikan

şirketlerine  olan  borçlarını  ödedikten  sonra)

uğraşacak,  böylece  sonsuza  kadar  borçlu  kalıp,

askeri  üsler,  BM  oyları  veya  petrol  ve  diğer

doğal  kaynaklara  erişim  gibi  ihtiyaçlar  ortaya

çıktığında kolay hedef olmalarını sağlayacaktım.

İşim  bir  ülkeye  milyarlarca  dolar  yatırım

yapmanın etkilerini tahmin etmekti. Özellikle de

20 ila 25 yıl sonraki ekonomik büyümeyi tahmin

eden ve çeşitli projelerin etkilerini değerlendiren

çalışmalar  yapacaktım.  Örneğin  yöneticilerini

Sovyet  Rusya  yandaşı  olmamaları  konusunda

ikna  etmek  için  bir  ülkeye  1  milyar  dolar  borç

verilmesine  karar  verilmişse  bu  paranın  elektrik

santralleri

yatırımında

kullanılmasının

yararlarıyla  yeni  bir  demiryolu  şebekesi  ya  da

iletişim  sistemi  yatırımında  kullanılmasının

yararlarını  karşılaştıracaktım.  Veya  bir  ülkeye

modern  elektrik  şebekesine  sahip  olma  fırsatı

tanındığı  zaman,  öyle  bir  şebekenin  verilecek

krediyi  haklı  kılacak  boyutta  bir  ekonomik

büyümeye  neden  olacağını  göstermek  bana

düşecekti.  Her  durumda  kritik  faktör,  Gayri  Safi



Milli  Hasıla  (GSMH)  idi.  En  yüksek  ortalama

yıllık

GSMH


artışına

yol


açacak

proje


kazanacaktı  yarışmayı.  Eğer  ortada  tek  bir  proje

varsa,  o  zaman  da  onu  geliştirmenin  GSMH’ye

çok  olumlu  katkıları  olacağını  göstermem

gerekecekti.

Bu  projelerin  her  birinin  dile  getirilmeyen  bir

özelliği  vardı:  Hepsinin  ortak  amacı,  dünya

üstündeki  hükümetlerin  uzun  vadeli  finansal

bağımlılıklarını

ve

dolayısıyla



politik

sadakatlerini  garanti  ederken,  aynı  zamanda

müteahhit  firmalar  için  büyük  kârlar  yaratmak

ve  krediyi  alan  ülkedeki  bir  avuç  varlıklı,  nüfuz

sahibi  aileyi  mutlu  kılmaktı.  Verilen  borç  ne

kadar  büyük  olursa  o  kadar  iyiydi.  Bir  ülkenin

omuzlarına  binen  borç  yükünün  o  ülkenin  en

fakir  vatandaşlarını  onlarca  yıl  sağlık,  eğitim  ve

diğer  sosyal  hizmetlerden  yoksun  bırakacağıysa

dikkate bile alınmazdı.

Claudine  ile  birlikte  GSMH’nin  yanıltıcı

tabiatını  açık  açık  tartıştık.  Örneğin,  nüfusun

çoğunluğu  borç  altında  ezilirken  bir  kamu



hizmetleri  şirketi  sahibi  (yani  tek  bir  kişi)  bile

çıkar  sağlasa  GSMH  artışı  gerçekleşebilir.

Zenginler  daha  da  zenginleşirken,  fakirler

fakirleşir.  Ama  nihayetinde,  istatistiki  açıdan

bakıldığında bu bir ekonomik ilerlemedir.

Çoğu  Amerikan  vatandaşı  gibi,  MAIN

çalışanlarının

büyük


bölümü

de


elektrik

santralleri,  otoyollar  ve  limanlar  yaparak  o

ülkelere  aslında  iyilik  yaptığımıza  inanıyordu.

Okullarımız  ve  medyamız,  tüm  eylemlerimizi

birer  özveri  olarak  algılamamız  konusunda

bizleri


eğitmişti.

Yıllar


boyunca,

“Eğer


Amerikan  bayrağını  yakıp,  elçiliğimize  karşı

gösteri


yapacaklarsa,

neden


kahrolası

ülkelerinden çıkıp onları kendi sefaletleri ile baş

başa  bırakmıyoruz?”  gibi  yorumlarla  sürekli

olarak karşılaştım.

Bunları  söyleyen  insanların  genellikle  iyi

eğitimli  olduğunu  gösteren  diplomaları  vardır.

Ancak  bu  insanların,  dünyanın  her  yerinde

elçilikler  kurmamızın  ardındaki  gerçek  nedenin,

kendi  çıkarlarımıza  hizmet  etmek  (ya  da  20.



yüzyılın  ikinci yarısındaki  yönelişle  Amerikan

devletini küresel bir imparatorluğa dönüştürmek)

olduğu  hakkında  en  ufak  bir  fikirleri  yoktur.

Onlar sahip oldukları tüm niteliklere rağmen, 18.

yüzyılda  toprakları  için  savaşan  Kızılderililerin

aslında  şeytanın  hizmetkârları  olduğuna  inanan

sömürgeciler kadar cahildirler.

Birkaç ay içerisinde o zamanlar yeryüzündeki

en  yüksek  nüfus  yoğunluğuna  sahip  toprak

parçası  olarak  bilinen  Endonezya’nın  Cava

adasına


gitmek

üzere


yola

çıkacaktım.

Endonezya  aynı  zamanda  petrol  zengini  ve

komünist  faaliyetlerle  kaynayan  Müslüman  bir

ülkeydi.

“Vietnam’dan  sonraki  domino  taşı,”  demişti

Claudine.

“Endonezyalıları

mutlaka

kendi


safımıza  geçirmeliyiz.  Eğer  komünist  bloğa

girerlerse,  o  zaman...”  Parmağıyla  boğazını

keser  gibi  yapıp  sonra  da  tatlı  bir  şekilde

gülümsedi.

“Şöyle

diyelim:

Ekonomileri

hakkında  ve  özellikle  tüm  bu  yeni  santraller  ve

enerji

nakil


hatları

yapıldıktan

sonra,



ekonominin  nasıl  patlayacağı  konusunda  senin

çok  iyimser  tahminlerde  bulunman  gerekecek.

Bu  da  USAID  ve  uluslararası  bankaların

verilecek  kredileri  haklı  göstermesine  olanak

sağlayacak.  Doğal  olarak,  sen  de  gerektiği  gibi

ödüllendirileceksin.  Ondan  sonra  da  egzotik

yerlerde  başka  projelere  geçebilirsin;  dünya

senin alışveriş araban olacak.” Ama rolümün zor

olacağı  konusunda  da  uyardı  beni.  “Banka’daki

uzmanlar peşine düşecektir. Onların görevi senin

tahminlerinde  hata  bulmak;  bunun  için  para

alıyorlar.  Seni  ne  kadar  kötü  gösterirlerse,

kendileri o kadar iyi görünür.”

Bir  gün  Claudine’ye,  Cava’ya  gönderilen

MAIN  ekibinde  on

kişi

daha


olacağını

hatırlattım.  Onların  da  benimle  aynı  eğitimi  alıp

almadığını  sordum.  Öyle  olmadığı  konusunda

beni ikna eti.

“Onlar  mühendis,”  dedi.  “Elektrik  santralleri,

enerji  nakil  ve  dağıtım  hatları,  limanlar,  yollar

tasarlayıp  yaparlar.  Sen  ise beklenen  kişisin.

Yapacağın  tahminler,  onların  tasarladıkları




sistemlerin

büyüklüklerini

ve

verilecek



kredilerin  boyutlarını  belirler.  Görüyorsun  ya,

anahtar sensin.”

Claudine’nin

dairesinden

her

çıkışımda



yaptığımın  doğru  olup  olmadığını  düşünürdüm.

Kalbimin  derinliklerinde  bir  yerde,  doğru

olmadığını  hissediyordum.  Ama  geçmişimdeki

düş  kırıklıkları  peşimi  bırakmıyordu.  MAIN,

hayatımda  sahip  olamadığım  her  şeyi  bana

sunuyor  gibiydi  ama  ben  yine  de  kendime Tom

Paine’nin

tüm


bunları

onaylayıp

onaylamayacağını soruyordum. Sonunda her şey

hakkında  daha  fazla  bilgi  edinerek  ve  bizzat

yaşayarak,  foyalarını  ileride  daha  iyi  şekilde

ortaya  çıkarabileceğim  konusunda  kendimi  ikna

ettim.  Yani  o  eski  ‘kaleyi  içten  fethetmek’

bahanesi.

Bu  fikri  Claudine  ile  paylaştığım  zaman

yüzüme  şaşkınlıkla  baktı.  “Saçmalama.  Bir  kere

girersen  bir  daha  asla  çıkamazsın.  Daha  ileri

gitmeden  karar  vermen  lazım.”  Ne  demek

istediğini  anladım  ve  bu  da  beni  ürküttü.



Dairesinden  çıktıktan  sonra

Commonwealth

Caddesi’nden aşağıya doğru yürüyüp Dartmouth

Sokağı’na dönerken, aslında bir istisna olduğum

hakkında kendi kendimi rahatlatıyordum.

Birkaç  ay  sonra  bir  akşamüstü,  Claudine  ile

birlikte

pencerenin

önündeki

kanepenin

üzerinde oturmuş Beacon Sokağı’na  yağan  karı

seyrediyorduk.  “Biz  küçük,  sadece  üyelere  açık

bir


kulübüz,”

dedi.


“Dünyadaki

ülkeleri


milyarlarca dolar dolandırmak için para alıyoruz;

hem  de  çok  para.  Senin  işinin  büyük  bölümü,

dünya  liderlerini  ABD’nin  ticari  çıkarlarını

gözeten  büyük  bir  ağın  parçası  olmaya  teşvik

etmek.  Sonunda  bu  liderler  sadakatlerini  garanti

edecek  bir  borç  batağına  saplanır.  Sonra  da

onları

politik,

ekonomik

ya


da

askeri


ihtiyaçlarımız

için


ne

zaman


istersek

kullanabiliriz.  Karşılığında  onlar  da  halklarına

sanayi siteleri, elektrik santralleri ve havaalanları

sağlayarak,  politik  durumlarını  güçlendirir. Tüm

bunlar olurken Amerikan  mühendislik  ve  inşaat

firmaları da inanılmaz derecede zenginleşir.”




O  akşamüstü  Claudine’nin  dairesinin  sakin

atmosferinde,  pencerenin  önünde  oturmuş,

dışarıdaki kar yağışını seyrederken girmek üzere

olduğum


mesleğin

tarihçesini

öğrendim.

Claudine  bana  tarih  boyunca  imparatorlukların

genelde  askeri  güç  veya  askeri  güç  tehdidiyle

nasıl  kurulduğunu  anlattı.  Ama  askeri  çözüm,

İkinci

Dünya


Savaşı’nın

sonu,


Sovyetler

Birliği’nin  ortaya  çıkması  ve  nükleer  felaket

tehdidi nedeniyle çok riskli bir hal almıştı.

Karar


anı,

1951’de


İran’ın,

doğal


kaynaklarını  sömürmekte  olan  bir  İngiliz  petrol

şirketine  karşı  ayaklanmasıyla  oluştu.  Söz

konusu  şirket  bugünün  BP’sinin,  yani British

Petroleum’un  öncüsü  idi.  İran’ın  popüler  ve

demokratik yollarla seçilmiş başbakanı (ve TIME

dergisinin

1951’de

yılın


adamı

seçtiği)


Muhammed  Musaddık  İran’ın

tüm


petrol

kaynaklarını millileştirdi. Buna son derece kızan

İngiltere de, İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki

ABD’nin yardımını istedi. Ancak her iki ülke de

askeri  bir  misillemenin  Sovyetler  Birliği’ni,

İran’ın


yanında

harekete

geçmeye



[19]


kışkırtmasından çekiniyordu.

Washington çareyi  deniz  piyadeleri  yerine,

CIA  ajanı  (ve Theodore Roosevelt’in  torunu)

Kermit  Roosevelt’i  İran’a  göndermekte  buldu.

Roosevelt insanları  para  ya  da  tehditle kendi

tarafına çekmekte  üstün  başarı  gösterdi.  Sonra

da  o  insanları  kargaşa  çıkartmak ve  bir  dizi

sokak  gösterisi  düzenlemek  için  harekete

geçirerek  Musaddık’ın hem  beceriksiz,  hem  de

halkın  desteğini  yitirmiş  biri olduğu izlenimini

yarattı.

Sonunda


Musaddık

devrildi


ve

yaşamının  geri  kalan  kısmını  ev

hapsinde

geçirdi, Amerikan  yanlısı  Muhammed  Rıza  Şah

da  tartışmasız  diktatör  oldu.  Kermit Roosevelt,

benim  de  saflarına  katılmakta  olduğum  yeni  bir

mesleğin temellerini atmıştı.

Roosevelt’in  bu  kumarı  Ortadoğu  tarihine

şekil  verirken,  bir  yandan  da  imparatorluk

kurma  konusundaki  tüm  eski  stratejileri  de

geçersiz  kılmıştı.  Bu  aynı  zamanda,  ABD’nin

Kore  ve  Vietnam  bozgunlarıyla  son  bulacak




olan,  ‘nükleer  olmayan  kısıtlı  askeri  harekât’

konusundaki  denemelerinin  de  başlangıcına

rastlamıştı.  NSA  ile  mülakat  yapmış  olduğum

1968  yılına  gelindiğinde,  ABD’nin  küresel

imparatorluk  emellerine  (Johnson  ve Nixon

gibilerince

öngörüldüğü

şekliyle)

ulaşmak


istiyorsa, Roosevelt’in  İran  örneğindeki  gibi

stratejiler  kullanması  gerekeceği  açıkça  belli

olmuştu.

Nükleer


savaş

tehdidi


olmadan

Sovyetleri yenmenin tek yolu buydu.

Ancak  bir  sorun  vardı.  Kermit Roosevelt bir

CIA  çalışanı  idi.  Yakalanmış  olsaydı,  sonuçlar

vahim  olurdu.  Yabancı  bir  hükümeti  devirmek

için  ilk ABD  operasyonunu  gerçekleştirmişti  ve

bunu  daha  birçoğunun  izlemesi  muhtemeldi.

Öyleyse


Washington’u

işe


doğrudan

bulaştırmayacak bir yol bulunması gerekiyordu.

Neyse  ki  1960’lı  yıllar  bir  tür  devrime  daha

şahit  olmuştu:  Dünya  Bankası  ve  IMF  gibi

uluslararası  kuruluşların  ve  çokuluslu  örgütlerin

yetkilendirilmesi.  Çokuluslu  örgütler,  öncelikle

Amerika  Birleşik  Devletleri  ve  Avrupa’daki



[20]


kardeş imparatorluk mimarları tarafından finanse

ediliyordu.  Böylece  hükümetler,  şirketler  ve

çokuluslu  örgütler  arasında  çıkara  dayalı  bir

ilişki oluştu.

Ben,

Boston


Üniversitesi

İş  Yönetimi

Okulu’na

kaydolmadan

önce

CIA,


ajan

Roosevelt sorununa  bir  çözüm  bulmuştu  bile.

ABD

istihbarat



örgütleri

(NSA’nın

da

katılımıyla)  muhtemel  ET’leri  belirleyecek,



çokuluslu şirketler de bunları işe alacaktı. ET’1er

hiçbir zaman hükümet bordrolarına girmeyecek,

maaşlarını özel sektörden alacaktı. Sonuç olarak

kirli  işleri  (ortaya  çıkarsa)  hükümet  politikası

yerine  kurumsal  ihtirasa  bağlanacaktı.  Üstelik

onları  tutan  şirketler,  maaşları  her  ne  kadar

hükümet

mercileri

ve

onların


çokuluslu

bankacılık  muadilleri  tarafından  (vatandaşın

vergileriyle)

ödeniyor

olsa

da,


marka,

uluslararası  ticaret  ve  Bilginin  Serbest  Dolaşımı

yasaları  dahil  bir  sürü  yasal  girişim  sayesinde

meclis  gözetimine  ve  kamu  incelemesine  de

girmeyecekti.



“Görüyorsun  ya,”  dedi  Claudine.  “Sen  daha

birinci


sınıftayken

başlayan

gururlu

bir


geleneğin yeni nesliyiz biz.”



Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   78




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin