GEREÇ ve YÖNTEM: Serebellum hacminin intrakranial hacime oranı stereolojik yöntemle manyetik rezonans
görüntüleme (MRG) ile değerlendirildi. 16 BPPV tanılı olgunun MRG kesitleri, 14 aynı yaş grubuyla eşleştirilmiş
sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırılarak nokta sayım yaklaşımı ile stereolojik yöntem kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: BPPV’li olguların intrakranial hacimleri kontrol olgulara göre küçük bulunsa da bu azalma
istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05). Benzer şekilde her iki grupta da serebellum hacminin,
intrakranial hacime oranı anlamlı değildi (p>0.05).
SONUÇ: Bulgularımız BPPV’li olgularda serebellum ve intrakranial hacimler ve bu yapıların birbirlerine oranları
arasında değişiklik olmadığını gösterdi. Bu ilişkinin gösterilmesi için daha geniş serili çalışmalarla
desteklenmesine gereksinim olduğu öngörülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Benign paroksismal pozisyonel vertigo, stereoloji, serebellum oranı, intrakranial oran,
MRG
Ratio of cerebellum to intracranial volume in cases with benign positional
vertigo: Morphometric study
OBJECTIVES: Although the mechanism underlying benign paroxismal positional vertigo (BPPV) was well
established, one of the possible causes of BPPV symptoms may be the hypofunction or pathological excitation of
cerebellum. In the current study we aimed to radiological morphometrical evaluation of both cerebellum and
intracranial volumes and also volume ratios for cerebellum using stereological technique in the patients with
BPPV.
MATERIALS & METHODS: Ratios of cerebellum to intracranial volume were evaluated using stereological
method on the magnetic resonance images (MRI). Sixteen patients with BPPV and 14 age matched control
subjects were included in the study. MRI were analyzed by using the point-counting approach of stereological
methods.
RESULTS: Althought the intracranial volumes of the cases with BPPV were smaller than control subjects there
was no statistically significance (p>0.05). Similarly, statistically no significant difference was found in both
groups with regard to ratio of cerebellum to intracranial volumes (p>0.05).
CONCLUSION: Our results showed that there are no changes on cerebellum and intracranial volumes and their
ratio in BPPV. Further studies are needed with a larger case population in order to reveal this relationship.
Keywords: Benign paroxysmal positional vertigo, Stereology, Cerebellum ratio, Intracranial ratio, MRI
Poster Bildiriler / Poster Presentations
195
P102
İntrakraniyal beyin tümörüne sahip hastalarda paraoksonaz 1 aktivitesi ve
oksidatif stres
Meral Yüksel
1
, Mehmet Erşahin
2
, Numan Karaaslan
2
, Şevki Gök
2
, M. Zafer Berkman
2
1
Marmara Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü, İstanbul
2
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroşirurji Bölümü, İstanbul
1
Marmara University, Vocational School of Health Related Professions, Department of Medical Laboratory, Istanbul, Turkey
2
Haydarpaşa Numune Education and Research Hospital, Department of Neurosurgery, İstanbul, Turkey
AMAÇ: Paraoksonaz 1 (PON1) enzimi kalsiyum bağımlı bir esteraz olup, yüksek yoğunluklu kolesterole (HDL-
kolesterol) bağlanmaktadır. PON1 paraokson gibi organofosfor bileşikler ile yağlarda çözünebilen karsinojenik
lipit peroksidasyonu ürünlerini uzaklaştırmaktadır. Bu çalışmada intrakraniyal beyin tümörlü hastalarda serum
PON1 aktivitesi ile malondialdehit düzeyleri (MDA-bir lipit peroksidasyonu ölçütü) tayin edildi.
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamızda intrakraniyal tümörlü hastaların ve kontrollerin serumlarında lipit profili
parametreleri (trigliserit, kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol ve VLDL) ölçüldü. Ayrıca glioblastomalı
(n=8), meningiomalı (n=5), Schwannomalı (n=6), glial tumörlü (n=5), hipofiz adenomlu (n=6) ve metastazlı
(n=6) hastalar ile yaş ve cinsiyet uyumlu kontrollerin (n=35) PON1 aktivitesi ile MDA düzeyleri
spektrofotometrik olarak tayin edildi
BULGULAR: İntrakraniyal tümörlü hastaların serum lipit profilleri kontrollerle karşılaştırıldığında, anlamlı
değişmediği saptandı (p>0.05). Fakat intrakraniyal tümörlü hastaların PON1 aktivitesi kontrollere göre anlamlı
düşük bulundu (96,8 ± 14,4 U/l vs. 174,8 ± 22,6 U/l, p<0.001). MDA düzeyleri intrakraniyal tümörlü
hastalarda yüksek iken, kontrol örneklerinde lipit peroksidasyonu düşük saptandı (7,6 ± 4,2 nmol/ml vs. 2,6 ±
1,2 nmol/ml, p<0.01).
SONUÇ: Çalışmamız intrakraniyal tümör tiplerinde, yaş ve cinsiyet uyumlu kontrollerle karşılaştırıldığında,
serum PON1 aktivitesinin azaldığını, MDA düzeylerinin yükseldiğini göstermiştir. Elde edilen bulgular
intrakraniyal tümörlere sahip hastaların artan oksidatif stres göstergesinin PON1 aktivitesi tarafından ortamdan
uzaklaştırılamadığını ve karsinogenez kontrolünde etkin olamadığını göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: İntrakraniyal tümör, oksidatif stres, paraoksonaz aktivitesi
Paraoxonase 1 Activity and Oxidative Stress in Humans with Various
Intracranial Brain Tumors
OBJECTIVES: Paraoxonase 1 (PON1) enzyme is a calcium dependent esterase, which binds to high-density
cholesterol (HDL-cholesterol). PON1 contributes the detoxification of organophosphorus compounds such as
paraoxon and carcinogenic lipid soluble radicals from lipid peroxidation. In this study we examined serum
PON1 activity and malondialdehyde levels (MDA- a lipid peroxidation marker) in humans with various
intracranial brain tumors.
MATERIALS & METHODS: We measured lipid profile (triglyceride, cholesterol, HDL-cholesterol, LDL-
cholesterol and VLDL) parameters in serum samples from intracranial tumor patients and controls. PON1
activity and MDA were measured spectrophotometrically in serum samples from patients with glioblastoma
(n=8), meningioma (n=5), Schwannoma (n=6), glial tumors (n=5), hypophysis adenoma (n=6) and metastasis
(n=6); additionally in age and gender madged control samples (n=35).
RESULTS: Serum lipid profile parameters are not changed significantly in intracranial tumor patients, with
respect to the control group (p>0.05). But PON1 activity was significantly reduced in serum samples with
intracranial tumors than controls (96,8 ± 14,4 U/l vs. 174,8 ± 22,6 U/l, p<0.001). MDA levels are increased in
intracranial tumor patients, but control samples have a reduced lipid peroxidation (7,6 ± 4,2 nmol/ml vs. 2,6 ±
1,2 nmol/ml, p<0.01).
CONCLUSION: Our study suggest that serum PON1 activity is increasing and MDA levels is decreasing in
intracranial tumor types, compared to age and gender matched control group. This results concludes that
intracranial tumors results with increased oxidative stress and reduced PON1 activity is unsufficient to control
the carciogenesis.
Keywords: Intracranial tumors, Oxidative stress, Paraoxonase activity
Poster Bildiriler / Poster Presentations
196
P103
Pin1 inhibisyonunun glioblastoma multiforme’de tümörojenisite üzerine etkileri
Kutay Deniz Atabay
1
, Timuçin Avşar
1
, Mehmet Taha Yıldız
1
, Türker Kılıç
2
1
Marmara Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Moleküler Nöroşirürji Laboratuarı, İstanbul
2
Marmara Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü, İstanbul
1
Marmara University, Neurological Sciences Institute, Molecular Neurosurgery Laboratory, Istanbul, Turkey
2
Marmara University, Neurological Sciences Institute, Istanbul, Turkey
AMAÇ: En agresif primer beyin tümörlerinden olan Glioblastoma Multiforme (GBM); tüm intrakranial tümör
vakalarının yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır. Radyoterapi, kemoterapi ve cerrahi girişimlerin tedavisinde
yetersiz kaldığı GBM’in oluşumuna ve gelişimine dair moleküler mekanizmalar henüz tam olarak açıklığa
kavuşmamıştır. Tümörün gelişmesini önlemeye yönelik olarak geliştirilmiş ajanların moleküler hedefleriyle olan
etkileşimleri, henüz klinik düzeyde tatmin edici sonuçların alındığı düzeye erişmemiştir. Son yıllarda tümör
gelişiminde etkin olan molekülerin tespitine yönelik olarak yapılan çalışmaların öne çıkardığı proteinlerden
Pin1’in (peptidil-prolil cis/transizomeraz) normal hücrelerdeki düzeyinden farklı olarak; prostat, akciğer, göğüs
ve beyin tümörleri gibi birçok tümörde çok yüksek düzeylerde bulunduğu tespit edilmiştir. Buna ek olarak başka
bir çalışmada Pin1’in hücre içindeki artışının, anjiogenezden sorumlu olduğu bilinen Vasküler Endotelial Büyüme
Faktörü’nün (VEGF) aktivitesini artırdığı gösterilmiştir. Çalışmamız, GBM’de Pin1’in olası terapötik bir hedef
olabilirliğinin ortaya çıkarabilmeyi ve farklı tipte tümörlerin gelişiminde ortak bir mekanizma olan anjiyogenezin
Pin1 inhibisyonu yoluyla önlenebilirliliğini incelemeyi amaçlamaktadır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamızda U87-MG Glioblastoma hücre hattı üzerinde Pin1 proteininin spesifik
inhibitörü juglone kullanılmış, ayrıca Pin1 proteinine yönelik siRNA tekniği uygulanmıştır. Bu yolla Pin1
inhibisyonun tümörojenisite üzerine etkileri; MTT büyüme testi, hücrelerin proliferasyon ve göç yeteneklerini
ölçmek için Wound-Healing testi, anjiogenezden sorumlu proteinlerin ekspresyonlarının belirlenebilmesi için
Western Blotting ve juglone ile Pin1 siRNA’lerin hücreler üzerindeki morfolojik etkilerini gözlemlemek için
konfokal mikroskopi kullanılmıştır.
SONUÇ: Pin1 inhibisyonunun U87-MG Glioblastoma hücrelerinde büyüme ve göç kabiliyetini önemli ölçüde
azalttığı ve hücre morfolojisini etkilediği gözlemlenmiştir. Çalışmamızın, siRNA ile Pin1 inhibisyonu ve Pin1
inhibitörü olan juglon ve türevlerinin terapötik potansiyelini GBM üzerinden ortaya koyma olasılığını taşıdığından
literatüre ve kliniğe önemli bir katkı yapması beklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pin1, Anjiogenez, Juglon, siRNA, Glioblastoma multifome
Effects of Pin1 inhibition on tumorigenicity of glioblastoma multifome
OBJECTIVES: Glioblastoma multiforme (GBM) is the most common and most aggressive type of primary brain
tumor, accounting for 20% of all intracranial tumors. Molecular mechanisms underlying development and
growth of the GBM, which is not completely curable by the means of chemotherapy, radiotherapy, and surgery,
are not yet clearly identified. For the fact that the rate of treatment success of the agents in use against GBM is
lower than acceptations, investigations for potential inhibitory target molecules for GBM development are
increasing. Pin1 (peptidyl-prolyl cis/trans isomerase) is one of the molecules, recently introduced to the
scientific area, identified during the search for potential target molecules on tumorigenicity. When compared
with the health cells level of the Pin1 protein in many tumor cells like prostate, lung, breast and brain tumors is
found to be extremely high. Recent studies aiming to identify Pin1’s role on tumorigenicity have shown that
increase in level of Pin1 in cells also led in increase of VEGF (Vascular Endothelial Growth Factor) as well. Our
study aims to reveal the possible role for Pin1 as a therapeutic target and also inhibit the angiogenesis
mechanism, which is common for tumors to develop, through inhibition of Pin1
MATERIALS & METHODS: U87 MG Glioblastoma cell line was used and Pin1 inhibition was performed via
juglone, a Pin1 specific inhibitor molecule, and Pin1 siRNAs. Effects on Pin1 inhibition on tumorigenicity was
assessed by MTT proliferation assay, wound healing assay to observe the migration characteristics, confocal
microscopy technique to define morphological changes and apoptosis, and western blotting to define if
angiogenesis related proteins are expressed.
CONCLUSION: We observed that Pin1 inhibition has affected and diminished the migration ability of U87 MG
Glioblastoma cells. Changes on cell morphology and activation of apoptosis were also observed with reduced
expression levels of angiogenesis related genes. We believe that, this study has a potential to reveal the effects
of Pin1 inhibition as a therapeutic approach and will contribute to literature and clinical care in the future.
Keywords: Pin1, Angiogenesis, Juglone, siRNA, Glioblastoma multiforme
Poster Bildiriler / Poster Presentations
197
P104
Gamma knife radyocerrahisi’nin farklı patolojik evreli meningomalardaki
etkinliği
Timuçin Avşar
1
, Kaya Kılıç
1
, Emel Akgün
2
, Aşkın Şeker
3
, Türker Kılıç
2
1
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Marmara Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji Anabilim Dalı, İstanbul
1
Haydarpaşa Numune Training and Research Hospital, Neurosurgery Clinic, Istanbul, Turkey
2
Marmara University, Institute of Neurological Sciences, Istanbul, Turkey
3
Marmara University, Faculty of Medicine, Department of Neurosurgery, Istanbul, Turkey
AMAÇ: Bu çalışmada, intrakranial meningiomlara uygulanan Gamma Knife Radyocerrahi tedavisinin, farklı
patolojik evreli meningiom dokularında, anti-anjiojenik etkinliğinin in vivo olarak gösterilmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Marmara Üniversitesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı ve Marmara Üniversitesi Nörolojik
Bilimler Enstitüsü bünyesinde, 1999-2008 yılları arasında opere olmuş hastalara ait dokular kullanılmıştır. 6’şar
adet WHO evre I, II ve III (tipik, atipik, malign) meningiom dokularının, toplamda 18 adet dokunun anjiogenik
aktivitesi in vivo sıçan kornea anjiojenez modeli kullanılarak ölçülmüştür. Deneklere, korneaya inokulasyonun 1.
gününde 3 farklı dozda (14Gy, 18Gy, 22Gy) gamma-knife ışın cerrahisi uygulanmıştır. Tüm gruplar 5, 10, 15 ve
20. günlerde yeni damar oluşumu açısından takip edilmiştir. Kontrol hayvanların korneasına tümör inokule
edilmiş, radyocerrahi uygulanmadan takip edilmiştir.
BULGULAR: Radyocerrahinin, WHO evre I tümörlerinde 18Gy ve 22Gy, WHO evre II tümörlerinde 22Gy doz
düzeyinde etkin olduğu ve kontrol gruplarına göre anlamlı olarak daha az damarlanma gösterdiği görülmüştür.
WHO evre III tümörlerinde ise uygulanan dozlar sonucunda meydana gelen damarlanma ile kontrol grupları
arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
SONUÇ: Bu çalışmada gamma ışın cerrahi tedavisinin düşük evreli meningiom dokularının anjiojenik etkinliğini
in vivo kornea anjiojenez modeli kullanılarak anlamlı olarak azalttığı gösterilmiştir. Ayrıca, malign olmayan tipik
ve atipik meningiomalarda 18Gy ve 22Gy gamma knife dozunun etkinliği in vivo olarak kanıtlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anjiogenez, Radyocerrahi, in vivo Kornea anjiojenez modeli, Meningiom
Gamma-knife radiosurgery ınhibits meningioma ınduced angiogenesis:
dose escalation by corneal angiogenesis assay
OBJECTIVES: Previous studies have suggested an association between the angiogenic activity and WHO grade
of meningiomas. In this study, we studied the dose dependent inhibitory effect of gamma-knife irradiation on
angiogenesis induced by intracranial meningiomas using rat corneal angiogenesis assay (CAA).
MATERIALS & METHODS: Six WHO Grade I (typical), six WHO Grade II (atypical) and six WHO Grade III
(malignant) meningioma samples were implanted into the micro-pockets formed on rat corneas and gamma-
knife irradiation was applied with dose prescriptions of 0, 14, 18, 22 Gy. The numbers of developed vessels
were photographed and counted in a double-blinded manner on days 5, 10, 15, and 20.
RESULTS: For WHO grade I meningiomas, 18 and 22 Gy doses, and for WHO grade II tumors, only 22 Gy dose
were found to inhibit tumor induced angiogenesis comparing to radiation-free control group (WHO Grade I, 18
and 22Gy: p < 0,001; WHO Grade II, 22Gy: p = 0,021). For WHO grade III meningiomas, there was no
statistical difference with control group in any of the doses applied.
CONCLUSION: Our findings based on a dynamic in vivo model to examine angiogenesis demonstrate that
gamma-knife irradiation dose dependently suppresses the angiogenic activity of WHO grade I and grade II
meningiomas but not of the WHO grade III meningiomas. The study does not present molecular insight to how
angiogenesis is suppressed by irradiation, however for the first time, this study provides an experimental data
to show the anti-angiogenic effect of gamma-knife irradiation on meningiomas and inhibitory effect of gamma-
knife irradiation in terms of dose escalation.
Keywords: Angiogenesis, Cornea angiogenesis model, Gamma-knife radiosurgery, Meningioma, WHO grade
Poster Bildiriler / Poster Presentations
198
P105
Santral nörositoma tedavisinde gamma knife radyocerrahisinin önemi
Ali Genç
1,4
, Timuçin Avşar
3
, Süheyla Uyar-Bozkurt
2
, Pınar Karabağlı
5
, Aşkın Şeker
1,4
, Yaşar Bayri
1,4
,
Deniz Konya
1,4
, Türker Kılıç
1,4
1
Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Bölümü, İstanbul
2
Marmara Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Patoloji Laboratuvarı, İstanbul
3
İstanbul Teknik Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, İstanbul
4
Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji Anabilim Dalı, İstanbul
5
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Laboratuvarı, Konya
1
Marmara University, Faculty of Medicine, Department of Neurosurgery, Istanbul, Turkey
2
Marmara University, Institute of Neurological Scinences, Pathology Laboratory, Istanbul, Turkey
3
Istanbul Technical University, Moleculer Biology and Genetic Department, Istanbul, Turkey
4
Marmara University, Faculty of Medicine, Department of Neurosurgery, Istanbul, Turkey
5
Konya Training and Research Hospital, Pathology Laboratory, Konya, Turkey
AMAÇ: Santral nörositomlar (SN), merkezi sinir sisteminin naidr tümör türlerinden birisidir ve sıklıkla genç
erişkinlerde görülür. Lateral ventrikül yerleşimi gösteren santral nörositomlar cerrahi yaklaşımdan sonra iyi
giden bir prognoz ve histolojik olarak da oligodendriogliomaya benzemesiyle karakterize edilirler. Gamma Knife
cerrahisi (GKC), santral nörositomların tedavilerinde geleneksel radyoterapiye oranla daha güvenli ve etkili,
alternatif bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. Bu çalışmada amaç, rezidüel ve nükseden nörositomalarda
GKC tedavisinin etkisinin uzun dönemdeki etkilerinin incelenmesidir.
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmada, Marmara Üniversitesi Hastanesi, Gamma Knife merkezinde GKC tedavisi
görmüş olan ve tanısı histolojik bulgulara dayanan, 22 santral nörositoma (14 kadın, 8 erkek) hastası
incelenmiştir. Hasta takibi ilk yıl 3 ay, ikinci yıl 6 ay ve daha sonra yılda bir çekilen MR görüntülemeleri ile
yapılmıştır. Tümörün proliferasyon potensiyeli MIB-1 antikor boyaması yapılarak Ki-67 antijeninin deteksiyonu
ile tespit edildi. Tümör periferindeki ortalama marjinal doz 16.4 gray (Gy) ve maksimum doz 24 ve 44 gy
arasında değişiklik göstermektedir. Tümör hacmi, post-gadolinium lezyon çapının (r
1
-r
3
) MRI taramalarında V:
4π/3 xr
1
xr
2
xr
3
formülü kullanılarak hesaplanmıştır. GKC’nin etkisi ise tümör hacminin takip süreci içerisindeki
değişikliklerine dayanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Histopatolojik diagnozlar sonucunda 18 santral nörositoma, 2 liponörositoma, 1 serebral
nörositoma ve 1 serebellar nörositoma olgusuna rastlandı. MIB1 işaretlenmesi sonucunda indeks %0 ile %5.7
arasında farklılık gösterdi. 15 hastada tümör hacmi azalırken, 6 hastada bir değişikliğe rastlanmamış ve bir
hastada artış gözlemlenmiştir. Tümör hacmindeki azalma istatiksel olarak anlamlı farklılıklar göstermektedir.
GKC alan hastaların hiçbirinde radyoterapiye bağlı olarak hormonal değişiklik ya da komplikasyon
gözlemlenmemiştir.
SONUÇ: Santral nörositomalarda cerrahi yaklaşım yüksek morbidite riski taşımaktadır. Bu nedenle daha güvenli
ve etkili bir yaklaşım olduğu gösterilen GKC’nin residüel ve nüks eden santral nörositomalarda daha az invazyon
sağlayacağı ve daha güvenli bir yol olabileceği gösterilmiştir. Fakat yine de GKC yaklaşımının verimliliğinin
gösterilebilmesi için daha büyük ölçekli çalışmalar yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Santral nörositoma, Gamma – knife cerrahisi, MIB1 işaretleme indeksi, liponörositoma
Gamma knife radiosurgery for central neurocytoma
OBJECTIVES: Gamma-knife surgery may represent an effective alternative for the treatment of central
neurocytomas owing to its relative safety compared to conventional radiotherapy. This study aimed to present
long-term results of gamma-knife treatment (GKS) of residual or recurrent neurocytomas.
Dostları ilə paylaş: |