T. C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı



Yüklə 2,72 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/23
tarix09.04.2020
ölçüsü2,72 Mb.
#30799
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23

2.2 İtaatsizlik Üzerine 
Sözlük  anlamı  olarak  itaatsizlik;  “İtaatsiz  olma  durumu  veya  itaatsizce  davranış
245
  
şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı kavramın eylem biçimi olan itaatsizlik etmek söz öbeği ise: 
söz  dinlememek,  boyun  eğmemek,  buyruğa  uymamak
246
  şeklinde  karşılık  bulmaktadır.  Bu 
edimin faili ise itaatsiz olarak nitelendirilir.  
Kavramın tersi olarak gösterebileceğimiz itaatkâr yahut itaatli sözcükleri ise anlamsal 
bir bütünlük içindedir; birbirlerinin yerine de kullanılabilen bu iki ifade sözlükte “söz dinler, 
itaat eder, buyruğa uyar
247
 şeklinde tanımlanır. 
Tanımlar  bahsini  bir  tarafa  bırakacak  olursak,  dile  getirildiği  yerde  itaatsizlik 
kavramının  ülkemiz  insanlarına  umumiyetle  hoş  olmayan,  aykırı,  menfi  manalar 
çağrıştırdığına tanıklık ederiz. Bu aykırılığın nedeni sözcüğün bünyesinde barınan (ve isimleri 
olumsuz  yapan)  sız/siz  ekinden  ziyade  uysallık  kavramının  tersine  işaret  ediyor  oluşundan 
ötürüdür. Çünkü sız/siz eki Türkçede her kelimeye aynı manada olumsuzluk anlamı katmaz. 
Mesela  çorap-çoraplı-çorapsız  arasındaki  anlam  ilişkisi  ile  itaat-itaatli-itaatsiz  arasındaki 
anlam  ilişkisi  birbirinden  oldukça  farklıdır.  Çünkü  ‘çorap/sız’  sözcüğü  bir  norma  yahut  bir 
değere uyma/ma -karşı çıkma- baş kaldırma anlamını katmaz; bunun toplum açısından absürt 
bir yanı yoktur. Fakat itaat/siz için aynı durum söz konusu değildir, uysallık toplum nezdinde 
kişiden  beklenen  (olumlu)  davranışlar;  yani  iyi  erdemler  arasında  gösterilir,  en  azından 
sözcüğün çağrışımı bu yöndedir. O halde diyebiliriz ki birbirinin zıttı olan bu iki kavramdan 
itaatkâr toplum nezdinde normal; itaatsiz ise a/normal karşılık bulmaktadır. 
Bir  hukuk  profesörü  olan  Harrop  A.  Freeman  da  benzer  şekilde  “sivil  itaatsizlik” 
(disobedience) kavramının başında bulunan “dis” ekinden (olumsuzluk eki) ötürü insanlarda 
hukuka karşı koymayı kabul etmesinde en büyük engeli teşkil ettiğini düşünür.
248
 
Şükrü  Nişancı  da  ülkemiz  insanlarının  itaatsizlik  kavramına  bakışının  menfi  yönde 
olduğu  kanaatindedir.  Nişancı’ya  göre,  “Ortalama  bir  insana,  içinde  ‘itaatsizlik’  kavramı 
geçtiği için oldukça kötü şeyleri çağrıştırması muhtemel olan bu olgu, ne yazık ki, Türk sosyal 
                                                           
245
 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük 1 TDK Yayınları, Ankara, 1998, s.1121. 
246
 TDK, Age., s.1121 
247
 TDK, Age., s.1121 
248
  Harrop  A.  Freeman,  “Sivil  İtaatsizlik  Üzerine  Görüşler”,  Mohandas  Gandhi  &  H.  David  Thoreau  Sivil 
İtaatsizlik ve Pasif Direniş, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015, s.129. 

70 
 
ve  siyasal  bilimciler  tarafından  da  hakkıyla  incelenmemiştir.”
249
  Yani  Müslüman  Türk 
kimliğinin “itaatsizlik” edimine bakışı soğuktur. Disobedience (itaatsizlik) kavramı üzerinden 
Batı mantalitesi ile ülkemiz arasındaki paradigmatik farka vurguda bulunmak isteyen Nişancı 
şöyle der:  
Batı’da  disobedience,  demokratik  değere  ulaşılmasında  anahtar  bir  rol  üstlenmekle, 
sıcak,  munis  (evcil)  bir  hareket  tarzı  olarak  kabul  edilirken  bizde  cemaatin  dümenine 
girmeyen  her  eylem  mahkûm  edilir;  en  küçük  farklılık  belirtisi,  bütünlüğü  bozmaya  yönelen 
bir girişim olarak algılanır.
250
 
Toplumun  bütününü  bir  puzzle;  bu  toplumu  oluşturacak  bireyleri  de  puzzle’ın  bir 
parçası olarak düşünecek olursak; her parça bütün/puzzle/toplum için ait olduğu yere uy/malı 
yani  uysal  (konformist)  olmalıdır.  Aksi  halde  toplum  normları  ile  çatışma  yaşanacağından 
(yani  puzzle’ın  bütünlüğü  bozulacağından)  edimin  failine  pek  de  iyi  gözle  bakılmayacaktır. 
Bu parça puzzle’daki diğer parçalar tarafından asi, bozguncu, aykırı, fasit, sabote eden olarak 
nitelendirilecek;  ondan  ya  kendisini  düzeltip  bütünün/sistemin  bir  parçası  (ıslah)  olması 
istenecek ya da tamamen gözden çıkarılıp yok edilecektir.  
Durumu zihinde biraz daha somutlaştırmak adına  ahlak kavramı üzerinden de benzer 
bir açıklamaya gidebiliriz. Ahlak müstakil manada (itaat sözcüğünde olduğu gibi) müspettir. 
Erdemli  insanlar  ahlaklıdır;  çünkü  ahlak/lı  olmak  toplum  tarafından  istendik/beklendik  bir 
durumun  ifadesidir.  Abdurrahman  Şeref’e  göre  de  ahlak  birdir/evrenseldir;  yani  onun 
kanunları,  kuralları  bütün  insanlığı  kapsar,  milletlere  mezheplere  göre  değişmez.
251
  O  halde 
ahlak/sız kelimesi sözü edilen manada evrensel normlara bir karşı çıkışı ifade eder; menfidir 
ve faili de bu yüzden yadırganır. 
İtaatsizlik  edimi  de  tıpkı  ahlak  örneğinde  olduğu  gibi  birden  fazla  özneye  ihtiyaç 
duyar.  Bütünün  normları  ile  değerlendirilir.  Çünkü  “ahlak”  nasıl  genelin  değer  yargılarını 
aksettiriyor;  toplum  da  bu  değer  yargılarına  uyanlara  ahlak/lı  uymayanlara  da  ahlak/sız 
yakıştırmalarını  yaftalıyorsa;  “itaat”  de  aynı  gerekçe  ile  genel  normlara  uyanlara  itaat/kâr 
uymayanlara da itaat/siz yakıştırmalarında bulunuyor.  
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da her iki edimde de belirleyicinin dışarıdan 
geliyor  oluşudur.  İnsan,  meydana  geldiği  toplumda  bir  ahlak  anlayışı  içine  doğar, 
yaşamı/yapıp  ettikleri  ile  bu  anlayışa  ters  düşmezse  kendisinden  sonraki  kişiler  için  bir 
aktarıcıdır,  yani  sistemin  bir parçasıdır; tehdit  olarak  görülmez, o  ahlaklı’dır.  Lakin  aksi bir 
                                                           
249
 Şükrü Nişancı, Sivil İtaatsizlik, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s.8. 
250
 Nişancı, A.g.e., s.159. 
251
 Abdurrahman Şeref, Ahlak İlmi, Günümüz Türkçesine Akt.: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis Yayınları, 
Ankara, 2012, s.17. 

71 
 
durumda ise kişi sistem tarafından dışlanır; sözü edilen bu birey değiştirilmesi/dönüştürülmesi 
gereken  hatalı  bir  sürümdür/üründür;  ahlaksız’dır.  İtaat-itaatli-itaatsiz  kavramları  için  de 
buradakiyle aynı durum söz konusudur.  
Yine dikkat edilmesi gerekir ki  kişi kendisine emir veremez; istekte bulunabilir yahut 
bir durumun  gerekliliğini  dile  getirebilir;  ama  emir veremez. Bu  yüzden Türkçede  eylemler 
birinci tekil şahıs emir kipinde çekimlenemez.  Yani itaatsizlik olgusundan bahsedebilmemiz 
için en az bir itaat isteyen ve yine buna ilaveten de en az bir itaati istenen olmalıdır. Hayrettin 
Ökçesiz de benzer bir gerçekliğe vurguda bulunur ve “Buyruk itaat ister”
252
 der. Biraz evvel 
de  değindiğimiz  üzere  kişi,  içine  doğduğu  toplumda  sonradan  gelen  konumundadır  ve 
önceden  gelen’lerin  yasalarına/normlarına/şeriatlerine  uymak  zorundadır,  idare  edenlerce 
ondan  bu  yönde  hareket  etmesi  beklenir,  istenir.  Ökçesiz’e  göre  bu  zorlayıcı  bir  istektir. 
Çünkü  buyurmak  güçlünün  işidir  ve  çoğunlukla  kaba  güce  dayalı  bir  yaptırım  ile  kişiye 
yöneltilir.
253
  Ökçesiz,  bu  durumu  çağımızın  yönetim  biçimi  olan  demokrasi  üzerinden  şöyle 
bir örnekle açıklar:  
 
Güçlü, çağımızda demokratik çoğunluktur: O buyurur. Yani yasaları o yapar. Ancak 
bu “çoğunluğu” yaratan ve sınırlayan daha üstün bir güç daha vardır ki o da ona bu yasama 
yetkisini veren yani onun bu gücünün elinden alınmasına hiçbir biçimde rıza göstermeyecek 
olan “konsensüs”tür. Çünkü verdiğini ancak o geri alabilir.
254
 
 
Bu  durumda  itaatkâr;  konsensüs  tarafından  çoğunluğa  verilen  yetki  neticesinde 
çıkacak yasalara uyandır. Çoğunluğun konsensüs ile çatışması durumunda Ökçesiz, sınırlayıcı 
gücün  (konsensüs  tarafından)  devreye  sokulacağı  imasında  bulunur.  Fakat  çoğunluğun  ileri 
sürdüğü ve konsensüs tarafından da makul karşılanan yasalar, kişi/yahut kişilerin vicdanı ile 
çelişmesi durumunda yapılması gereken(ler) ne olmalıdır? İşte bu soru yasa-vicdan arasında 
sıkışıp  kalan birey(ler)i  huzursuz etmekte; on(lar)a erdemli  bir itaatsizliğin/sivil  itaatsizliğin 
kapılarını aralamaktadır.  
 
Yetkilerini  kötüye  kullanan  iktidarların  tarihi  neredeyse  iktidar  olgusunun  ortaya 
çıktığı  zamanlardan  beri  vardır.  Şükrü  Nişancı  bu  durumu  her  şeyden  önce  iktidarların 
doğaları  gereği  bozulma  eğiliminde  olmalarına  bağlar.
255
  Nişancı’ya  göre  güvenlik  ihtiyacı, 
en  temel  insani  ihtiyaçlardan  biridir.  Devletin  birincil  varlık  nedeninin  de  bu  olduğu 
                                                           
252
 Hayrettin Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, Legal Yayınları, İstanbul, 2011, 17. 
253
 Ökçesiz, A.g.e., s.17. 
254
 Ökçesiz, A.g.e., s.17. 
255
 Şükrü Nişancı, Sivil İtaatsizlik, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s.15. 

72 
 
söylenebilir.  Ne  var  ki,  genel  olarak  böyle  bir  ihtiyaçtan  doğduğu  kabul  edilen 
devletin/devletlerin,  tarihin  her  döneminde  zaman  zaman  zorbalaştığı  görülebilmektedir.
256
 
İşte itaatsizlik/direnme olgusunu ortaya çıkaran da iktidarların bu zorbalaşma halidir.  
Burada  direnme  ile  devrim  arasındaki  farka  dikkat  edilmesi  gerekir.  Direnme  eşittir 
şiddet değildir; ama şiddete meylederse devrimin yolunu açar. Nişancı bu durumu Ernest van 
den  Haag’dan  hareketle:  “Her  devrim  bir  direnme  sayılabilir  ama  her  direnme  bir  devrim 
değildir.”
257
  tümcesiyle  açıklar.  Bizim  burada  ele  alacağımız  (sivil  itaatsizlik  edimine  kapı 
aralayan)  direnme,  sistemi  kökten  ortadan  kaldıracak  bir  direnme/devrim  değildir.  Kanun 
koyucuların  adaletsiz  yasalarına  karşı  erdemli  bir  dik  duruştur.  “Devrim”  ve  “direnme” 
arasındaki bu farka işaret ettikten sonra “isyan” ve “itaatsizlik” kavramları arasındaki ilişkiye 
de  bir  benzer  bir  kıyaslamayla  yaklaşalım.  Abdullah  Karatay  bu  iki  kavram  için  şu  tespitte 
bulunur: “Her isyan itaatsizliktir, her itaatsizlik de bir tür ‘isyan’dır aslında; ancak her isyan 
sivil değildir kuşkusuz.”
258
 
Ökçsesiz’in  yukarıda  dile  getirdiği,  konsensüsün  de  üzerinde  -kişiyi  herhangi  bir 
yaptırımla  yıldırtamayacak-  bir  yasa  var  mıdır?  Varsa  böyle  bir  yasaya  sempati  duyulamaz 
mı?  Böylesi  bir  durumda  itaatsizlik  toplum  nezdinde  (biraz  evvel  de  değindiğimiz  üzere) 
nahoş kavramlar sınıfından kendini kurtaramaz mı? İtaatsizlik bir erdem olamaz mı? Dahası 
Nurettin  Topçu’nun isyan ahlakına bir de bu  gözle bakılamaz mı?  Ahlaklı isyan ile  erdemli 
itaatsizlik aynı kavram havuzunda yoğurulamaz mı? Her ikisinde de kişiyi harekete geçirecek 
dinamikler, saik(ler)aynı yerde aranamaz mı? 
İçinde  yetiştikleri  topluma  uğraşları  ile  yön  vermiş  iki  farklı  sosyalizm  temsilcisi  -
Yaşar  Kemal  ile  Nurettin  Topçu-yu  düşünce  ile  yurtluk  arasında  irtibatımızı  sağlayan 
Anadolu merkezli jeo-felsefe arayışımız içerisinde isyan ahlakı ve sivil itaatsizlik kavramları 
açısından bu bölümde sorgulayacağız. 
Bu  sorgulamaya  geçmeden  önce  fiziki  düzlemde  (düşünce  mirasımızda)  itaatsizlik 
temasının ağırlık kazandığı iki Yunan trajedisini  ele alacağız. Bu iki trajedi arasındaki farkı 
netleştirdikten sonra aynı kavramın metafizik temelleri için ilahi kitabımız Kur’an’ı Kerim’i 
inceleyeceğiz. 
                                                           
256
 Nişancı, Age., s.9. 
257
  Bkz.  Nişancı  belirtilen  sözün  dipnotu  olarak  65.  sayfada  şu  bilgiyi  veriştir:  Ernest  van  den  Haag,  Political 
Violence and Civil Disobedience, New York: Harper Row Publisher’s, 1972, s.6 
258
  Abdullah  Karatay,  “Kürtlerin  Sivil  Alan  Siyaseti  ve  Sivil  İtaatsizlik:  Yeni  Bir  Karşılaştırma”,  Cogito,  Sivil 
İtaatsizlik, Sayı 67, Yaz 2011, İstanbul, 2015, s.206. 

73 
 
2.2.1. Sofokles Antigone’de Bize Ne Anlatıyor? 
Yapıtlarıyla  çağları  aşacak  bir  üne  kavuşan  büyük  trajedi  ustası  Sofokles’ten  (MÖ 
496-MÖ  406)  günümüze  kalmayı  başarabilmiş  yedi  büyük  oyundan  (Aias,  Antigone,  Kral 
Oidipus,  Trakhisli  Kadınlar,  Elektra,  Filoktetes,  Oidupus  Kolonos’ta)  bir  tanesi  de 
Antigone’dir.
259
  Eser  Thebai  Üçlemesi  (Kral  Oidupus,  Oidupus  Kolonos’ta  ve  Antigone
olarak da bilinen serinin sonuncusudur.  
Antigone  her  ne  kadar  üçlemenin  üçüncü  oyunu  olarak  bilinse  de  yazılış  sırası 
bakımından Sofokles’in serideki ilk metni ve aynı zamanda da sözü geçen eserler arasında en 
eski  olanıdır.
260
  Bu  da  bize  gösteriyor  ki  serinin  diğer  iki  oyununu  Sofokles,  Antigone’den 
geriye  doğru  kurgulamıştır.  Eser  ilk  kez  İ.Ö.  442’de  sahnelenmiştir.
261
  Karakterden  çok 
konunun  ağırlık  kazandığı  bu  trajedide  Sofokles,  dünya  edebiyatının  ilk  direniş  oyununu 
sahnelemiştir.
262
 
Thebai  Üçlemesi’ndeki  her  bir  oyun  kendi  içinde  bir  bütünlük  teşkil  etmesi 
bakımından çağdaşlarından ayrılır. Bu nedenle Antigone -tıpkı serideki diğer iki trajedi gibi- 
kendi  içinde  müstakil  bir  hüviyet  taşmaktadır.  Sofokles,  trajediye  adını  da  verdiği  kadın 
kahramanı  “Antigone”  ile  bizlere  dizgine  gelmeyen,  başkaldıran  bir  insan  örneği
263
ni 
resmetmiştir. Ayrıca yine eserin çevirmeni Güngör Dilmen’e göre “Antigone, trajik boyutlara 
varan  ölçüde  ülkücüdür.”  Bir  sonraki  bölümde  göreceğimiz  Prometheus  mitosu  için  de 
Dilmen  aynı  kanaati  taşımaktadır.
264
  Bu  ele  avuca  sığmayan/asi/itaatsiz/başkaldıran 
karakterinden ötürü Antigone, incelememize dâhil edilmiştir. Fakat bizim burada bu karakteri 
doğru  anlayabilmemiz/algılayabilmemiz  için  söylence  (efsane)  ile  ilgili  malumatı  bilmemiz 
gerekecektir.  Güngör  Dilmen’in,  eserin  Önsöz’ündeki  bilgilendirmesinde  değindiği  efsaneyi 
şöyle sadeleştirebiliriz:
265
 
Thebai  kentinin  kurucusu  Kadmos’tur.  Kadmos’tan  sonra  soyağacı  şöyle  ilerler: 
Kadmos’un  oğlu  Polüdorus,  onun  oğlu  Labdakos  ve  Labdakos’un  oğlu  Laios…  Söylenceye 
göre Laios, Lokaste ile evlenir. Bu evlilikten bir oğul dünyaya gelir. Fakat Tanrı Apollon bir 
kehanette bulunarak çocuğun ileride babasını öldürüp öz annesiyle evleneceği haberini onlara 
iletir. Bu korkunç bir kehanettir. Yazgıdan kaçmak isteyen ebeveynler bebekten kurtulmanın 
                                                           
259
 Sofokles, Antigon, Eski Yunan Tragedyaları 1, Çev. Güngör Dilmen, TEM Yayınları, İstanbul, 2014; Ayrıca 
Bkz. 
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sofokles
, 01.01.2017. 
260
 Age., Güngör Dilmen, “Önsöz” s.14. 
261
 Dilmen, A.g.m., s.15. 
262
 
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sofokles
, 01.01.2017. 
263
 Dilmen, Agm., s.16. 
264
 Dilmen, Agm., s.16. 
265
 Dilmen, Agm, s.11-15. 

74 
 
yollarını ararlar. Lakin bebeği öldürmeye kıyamadıkları için çocuğu bir çobana verip onu dağ 
başına bırakmalarını isterler. Kaçmasın diye de çocuğun ayaklarını şişlerler.  
Çoban,  bebeğe  acıdığı  için  bu  emri  yerine  getirmez.  Onu  Korinthoslu  bir  köylüye 
teslim  eder.  Köylü  de  bebeği  çocuğu  olmayan  Korinthos  kralı  Polübos’a  verir.  Kral,  evlat 
edindiği bu çocuğa Oidipus (Şiş ayak) ismini takar.  
Oidupus büyüdüğünde kehanet kulağına çalınır. Yazgıdan kaçmak ister; Korinthos’tan 
ayrılır.  Lakin  genç  adam  (tıpkı  ailesi  gibi)  yazgıdan  kaçmak  isterken  aslında  yazgıya 
koştuğunun farkında değildir. Yolu Thebai kenti yakınlarına düştüğü bir vakit kendisine yol 
vermek istemeyen ihtiyar bir adamı öldürür. Yaşlı adam Oidipus’un babası Laios’tur. Birinci 
kehanet burada gerçekleşir. 
Laios’un  ölümünden  sonra  Thebai’ye  Sfinks  adında  korkunç  bir  ejder  musallat  olur. 
Pençesine  düşürdüğü  Thebailılara  “muammalar”  yani  bilmeceler  sorarak  onları  canlarından 
bezdirir; bilemeyenleri öldürür. Oidipus, kıvrak zekâsı ile kendisine sorulan bilmeceleri çözer 
ve  Sfinks’i  alt  eder.  Halk  da  böylece  ejderden  kurtulmuş  olur.  Şehirde  büyük  saygınlık 
kazanan  Oidipus,  Thebai’ye  kral  olur.  Tabi  bu  durumda  ikinci  kehanetin  gerçekleşmesi  de 
uzun sürmez. Genç kral Oidipus, Laios’un dul karısı Lokaste ile evlenir. Lokaste, Oidipus’un 
öz annesidir.  
Bu evlilikten iki kız (Antigone ve İsmene); iki de erkek evlat (Eteokles ve Polüneikes
dünyaya  gelir.  Oidipus,  öz  annesiyle  evlenmek  suretiyle  bilmeden  işlediği  günahın  bedelini 
şehrine  çöken  lanetle  öder.  Amansız  bir  salgın  Thebai  insanlarını  kırıp  geçirir.  Halk  daha 
evvel kendilerini Sfinks adlı ejderden kurtaran Oidipus’tan ikinci kez kahramanlık bekler. İşte 
üçlemenin birinci oyunu Kral Oidipus Tragedyası bu sahneyle açılır. 
Lokaste’nin kardeşi Kreon, Apollon’dan aldığı bilgiyi onlara iletir. Buna göre salgının 
nedeni  kentte  yaşayan  bir  suçlu’dur.  Salgın  ancak  bu  lanetli  kişinin  kentten  atılması  ile  son 
bulacaktır. Oidipus’un sırrı çözmek için verdiği uğraş, onu kendi  yazgısıyla yüzleştirecektir. 
Baba  katili  olduğunu  ve  öz  annesiyle  evlendiğini  öğrenen  Oidipus  kendi  elleriyle  gözlerini 
oyar  ve  kör  olur;  Lokaste  de  intihar  eder.  Şehirden  atılması  gereken  suçlu,  Oidipus’un  ta 
kendisidir.  Kolonos’a  sürgüne  giderken  kızları  Antigone  ve  İsmene’yi  de  (kayınbiraderi) 
Kreon’a emanet eder.  
Serinin  ikinci  oyunu  olan  Oidipus  Kolonos’ta  işte  bu  sürgün  olayını  konu  edinir. 
Oidipus sürgün yaşamının sonunda ölmek üzeredir. Ancak dramı bitmez. Oğulları Eteokles ile 
Polüneikes  onu  kendi  çıkarları  için  kullanmak;  babalarını  vesayetleri  altına  almak  isterler. 
Ancak  Oidipus,  Atina  Kralı  Theseus’un  yardımıyla  gelenleri  eli  boş  gönderir.  Hemen 
ardından da ölür ve ruhu huzura kavuşur. Bu sırada Antigone de artık yetişkin bir kızdır.  

75 
 
İki erkek kardeş Eteokles ile Polüneikes babalarının ölümü üzerine ülkenin idaresi için 
bir  anlaşmaya  varırlar.  Bu  anlaşmaya  göre  bir  dönem  Eteokles  bir  dönem  de  Polüneikes 
ülkeyi idare edecektir.  Ancak bir süre sonra işler değişir. Küçük kardeş  Eteokles anlaşmayı 
bozar. Polüneikes’e idareyi teslim etmez ve onu Thebai’den kovar.  Bunun üzerine Polüneikes 
Argos  Kralı  Adrastos’a  sığınır  ve  onun  kızıyla  evlenir.  Zamanı  gelince  de  kardeşinden 
intikam  almanın  yollarını  arar.  Kayınpederi  Adrastos’un  desteğini  de  arkasına  alarak  yedi 
tümenlik  bir  orduyla  Thebai’yi  saldırır.  Amansız  bir  çatışma  olur.  Kuşatma  sırasında  iki 
kardeş  trajik  bir  şekilde  birbirlerini  öldürür.  Kuşatma  ordusu  da  bozguna  uğrayıp  dağılınca 
Kreon tartışmasız olarak Thebai kentinin yeni kralı olur. 
Kuşatmanın  sona  ermesiyle  Kreon,  Eteokles’in  cenazesini  ona  yakışır  bir  şekilde 
törenle kaldırtır. Polüneikes’in cesedini ise ona ceza; âleme de ibret olsun diye ortada bırakır, 
gömülmesine  müsaade  etmez.  Bu  durum  Eski  Yunan’da  bir  aşağılamanın  ifadesidir.
266
  İşte 
serinin üçüncü oyunu olan Antigone bu trajediyi konu edinir.  
KREON: 
 
… 
 
Yurdu için yiğitçe dövüşerek can veren Eteokles 
 
törenle gömülecek, öte dünyaya giden ölülere 
 
gösterilen bütün saygı, son görevler 
 
eksiksiz uygulanacak cenaze töreninde. 
 
Kardeşi olacak haine gelince
 
sürgünden dönerek anayurdunu 
 
ataların tapınaklarını ateşe salmak,  
 
ulusu köle etmek isteyen Polüneikes’in  
 
şu ya da bu biçimde törenle gömülmesi  
 
ona yas tutulması yasak! Böylece biline. 
 
Açıkta ortalıkta kalan leşi 
 
akbabalara, köpeklere şölendir 
yesinler didiklesinler…
267
 
 
                                                           
266
  Bkz.  Homeros  İlyada’da  bize  benzer  bir  trajediyi  resmetmektedir.  Truva  Savaşı’nda  Akhilleus,  Kral 
Priamos’un oğlu Hektor’u öldürdüğü vakit onun ölüsünü sürükleyip götürür (Hektor’un Öldürülmesi s.451-471) 
Hektor’un gömülmesine müsaade etmez. Kral Priamos oğlunun bu şekilde aşağılanmasını kaldıramaz ve bütün 
tehlikeleri  göze  alarak  Akhilleus’a  yalvarmaya  gider.  (s.516)  Homeros,  İlyada,  Çev.  Fulya  Koçak,  Arkadaş 
Yayınları, Ankara, 2011.  
267
 Sofokles, A.g.e., s.75-76. 

76 
 
Kreon despottur; ölüyü gömmeye çalışanı ölümle cezalandıracağını bildirir. Bu durum 
iki kız kardeş Antigone ve İsmene arasındaki konuşmalarda izleyiciye şöyle aksettirilir:  
ANTİGONE: 
Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin 
öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için.  
Eteokles’in cenazesini doğru dürüst 
törenle duayla kaldırttı, saygınlık içinde 
varsın diye ölüler ülkesine. 
Ama onunla kucak kucağa can veren Polüneikes’i 
kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak 
Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız 
leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş 
şölen niyetine. 
… 
Şakası yok uygulanacak emir 
Yasağa karşı çıkan olursa, halkça taşlanarak 
can verecek surlarda…
268
 
 
Antigone,  Kreon’un  buyruğuna  tahammül  edemez.  Buyruk  adil  değildir;  dolayısı  ile 
kız kardeşi İsmene’den Polüneikes’i gömmek için yardım ister: 
ANTİGONE: 
 
Bana yardım eder misin, tehlikeye atar mısın kendini? 
İSMENE:  
Ne tehlikesi? Sana nasıl yardım edecekmişim? 
ANTİGONE:  
 
Ölüyü birlikte gömeceğiz.
269
 
 
 
İsmene,  Antigone’nin  teklifini  kabul  etmez;  Kreon’un  hışmından  korkar.  Kadın 
olmanın zaaflarını hatırlatır kardeşine. Bu düşüncesinden derhal vazgeçmesini öğütler. Ancak 
Antigone kararlıdır; buyruk adil değildir ve bu yüzden ona itaat de gerekmez. 
 
                                                           
268
 Sofokles, A.g.e., s.69-70. 
269
 Sofokles, A.g.e., s.68. 

77 
 
ANTİGONE: 
 
Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi 
 
bu uğurda ölsem ne gam! 
 
Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, 
 
suçsa kutsal bir suç benimki. 
 
Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi?
270
 
 
 
Pasajdan  da  anlaşılacağı  üzere  Antigone,  ölümü  göze  alır  ve  doğru  bildiği  yoldan 
şaşmaz. Yasalara karşı gelir. Çünkü yasa adaletsizdir, vicdanı ile çelişmektedir. Bu yüzden de 
tarafını yasadan yana değil; vicdanından yana kullanır. Kardeşi Polüneikes’in cesedini gizlice 
gömer. Çünkü kardeşi bu onuru hak etmektedir. 
 
NÖBETÇİ:  
 
Tamam söylüyorum. Ölüyü… Demin… 
 
Birisi örtmüş kuru toprak yığmış üstüne, 
 
törenini duasını yapmış gitmiş.
271
 
 
 
Kreon  bu  duruma  çok  öfkelenir.  Buyruğuna  itaat  edilmemesi  onurunu  kırmıştır. 
Suçlunun  derhal  bulunmasını  ister;  aksi  halde  nöbetçiler  cezalandırılacaktır.  Bu  tehdit 
karşısında  nöbetçiler  panikler.  İlkinde  tedbirsiz  davransalar  da  ikincisinde  aynı  hataya 
düşmezler.  Bir  kurnazlık  düşünürler;  Polüneikes’i  kimin  gömdüğünü  bulmak  için  cesedi 
yeniden  gün  yüzüne  çıkarırlar.  Antigone,  işte  ikinci  kez  kardeşini  defnetmek  isterken 
yakalanır. Suçunu gizlemeye de çalışmaz: 
 
KREON: 
 
Demek karşı geldin bana, yasamı çiğnedin? 
ANGİGONE: 
 
Evet öyle, çünkü Zeus böyle bir yasa koymamış,  
 
ne de Adalet denen Tanrıça 
 
buyurmuş böyle bir şey insanlara. 
 
Senin buyrultunun da bir ölümlüye 
 
Tanrıların başlangıçsız sonrasız 
                                                           
270
 Sofokles, A.g.e., s.69. 
271
 Sofokles, A.g.e., s.77. 

78 
 
 
yasalarına karşı gelme gücünü vereceğine 
 
inanmıyorum.
272
 
 
 
Dikkat  edilirse  Antigone,  eyleminin  gerekçesini  Kreon’a  izah  ederken  yasanın  adil 
olmadığı  gerçeğine  vurguda  bulunuyor;  çünkü  böyle  bir  yasadan  Tanrıların  haberi  yoktur. 
Antigone’ye  göre  Tanrıların  koymadığı  bir  yasa  koşulsuz  itaati  gerektirmez.  Bu  yasa 
Kreon’un -yani bir ölümlünün- keyfi buyruğudur; üstelik de adaletsizdir. Bu yüzden o, göksel 
bir hukuku, Kreon’un temsil ettiği ve savunduğu hikmet-i hükümetin üstünde görür. Bu hukuk 
onun  Kreon’un  buyruğuna  itaatsizliğinin  kaynağıdır.
273
  Öyleyse  çiğnenmelidir.  Antigone, 
bütün oyun boyunca düşüncelerinden en ufak taviz vermez: 
 
ANTİGONE: 
 
Bana hiç acı gelmiyor bu yazgıya katlanmak 
 
Ama öz kardeşimi gömülmeden bırakmak 
 
bunu yüreğim hiç kaldırmazdı. 
 
İçim rahat şimdi, görevimi yaptım 
 
belki budala sanıyorsunuz beni 
 
belki de siz öylesiniz, beni öyle sandığınız için.
274
 
 
 
Kreon-Antigone  arasındaki  tartışmalar/çatışmalar  bu  minvalde  sürüp  gider.  Antigone 
buradaki  haksızlığı  teorik  olarak  herkesin  kabul  ettiğini;  ama  pratikte  kimsenin  kılını  bile 
kıpırdatmadığını Kreon’a şöyle anlatır: 
 
ANTİGONE: 
 
Gömdüm kardeşimi, benim için bundan daha büyük 
 
ne şeref olabilir? Bu yurttaşlar da 
 
bana yürekten katılıyor, ama korkudan 
 
açamıyorlar ağızlarını
275
 
 
                                                           
272
 Sofokles, A.g.e., s.86. 
273
 Ökçesiz, A.g.e., s.22 
274
 Sofokles, A.g.e., s.86. 
275
 Sofokles, A.g.e., s.87. 

79 
 
 
Antigone  aynı  zamanda  Kreon’un  oğlu  Haimon’un  da  nişanlısıdır.  Kreon, 
Antigone’nin  infazı  için  verdiği  buyruğun  haklılığı  hususunda  Haimon’u  iknaya  çabalarken 
itaat kavramına da vurguda bulunur. Ona göre anarşiden daha büyük kötülük yoktur.
276
 
 
KREON: 
 
Kim kişisel sınırlarını aşarak yasaları zorlar 
 
devletin yöneticilerine buyruk geçirmeye kalkarsa 
 
herhalde övecek değilim onu. Hayır,  
 
devlet kimi getirmişse başa ona boyun eğmek 
 
küçük büyük konularda ve haklı olsun olmasın 
 
onu dinlemek gerekir. Yürekten söylüyorum şunu: 
 
İtaat etmesini bilen iyi yönetici olur ilerde,  
 
iyi yönetici iyi yurttaştan yetişir…
277
 
 
 
Haimon  babasının  bu  düşüncelerine  katılmaz.  Her  ne  kadar  Kreon’a  saygıda  kusur 
etmese de ona göre bütün Thebai halkı Antigone’den yanadır; ancak (Antigone’nin de dediği 
gibi)  Kreon’dan  korktukları  için  bu  gerçeği  dile  getirememektedirler.  Haimon’a  göre  tek 
kişilik  devlet  olmaz;  bu  despotluktur.  Çünkü  babası  adaletten  şaşmıştır  ve  Tanrısal  yasaları 
çiğnemekle kendi iktidarını gölgelemektedir. 
 
 
… 
HAİMON: 
 
Bütün Thebai bir ağızdan hayır suçlu değil diyor. 
KREON:  
 
Vereceğim buyrukları bana halk mı öğretecek? 
HAİMON: 
 
Çocukça konuştuğunun ayırdında mısın? 
KREON:  
 
Ben başkaları adına mı yöneteceğim devleti? 
HAİMON:  
 
Tek kişiyle devlet mi olurmuş, despotluk bu seninki. 
KREON: 
                                                           
276
 Sofokles, A.g.e., s 93. 
277
 Sofokles, A.g.e., s.92. 

80 
 
 
Devlet ona hâkim olanındır anlaşıldı mı?
278
 
 
 
 
Antigone, despot kral  Kreon karşısında  asla  geri  adım atmaz;  bundan  ötürü de Antik 
Yunan’da direnişin sembolü olmuştur. Aykut Çelebi,  Antigone’nin soylu yasaya dayanarak 
geçerli yasayı ihlal etmesini, sivil itaatsizlik kavramını ortaya atan Thoreau’nun vicdanına yol 
gösteren  soylu  adalet  düşüncesine  benzetmektedir.  İtaatsizliğin,  sivil  itaatsizliğe  evrilmesi 
sürecindeki bu örnek dikkat çekicidir.
279
 Zira burada dikkat çekilen ya da soylu yasa tabiriyle 
işaret edilen “hak”; doğal hukuk’ta mevcuttur.  
 
Aynı hususa Ökçesiz de değinmiştir.
280
 Pozitif hukukta olmasa da doğal  hukukta var 
olan bu “hak”  sivil itaatsizlik edimi için bir hareket noktası olabilir. Ökçesiz doğal hukuku 
sivil itaatsizliğin temellendirilmesi için önemli bağlamlardan birisi olarak görür.  
 
Gerekçesi  her  ne  olursa  olsun  Sofokles’in  Antigone  adlı  eseri  bu  sebeple  dünya 
edebiyatında başkaldırının ilk örneği olarak kayıtlara geçer.  
Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin