Gurur ve
İhtişam, Komedyenler, Havana’daki Adamımız
ve yanımdaki masaya az önce bıraktığım
makalenin yazarı olduğunu fark ettim. Graham
Greene bir an için tereddüt etti, etrafına bakındı
ve çay salonuna yöneldi.
Arkasından
bağırmak
veya
koşmak
istediysem de kendimi tuttum. İçimden bir ses,
yalnızlığa
ihtiyacı
olduğunu
ve
beni
istemeyeceğini
söyledi.
New
York
Kitap
Kritikleri’ni elime aldım ve biraz sonra kendimi
çay salonunun kapısının önünde bulunca
şaşırdım.
Sabah erken saatte kahvaltımı yapmış
olduğumdan, şef garson bana tuhaf bir bakış
fırlattı. Etrafıma bakındım. Graham Greene,
duvar
dibindeki
bir
masada
tek
başına
oturuyordu. Yanındaki masayı işaret ettim. “Bir
kahvaltı daha almak için oraya oturabilir
miyim?” dedim şef garsona.
Her zaman iyi bahşiş vermişimdir. Şef
anlayışlı bir şekilde gülümseyerek beni masaya
götürdü.
Yazar gazetesine dalmıştı. Kahve ile bir ballı
çörek ısmarladım. Greene’nin Panama, Torrijos
ve Kanal meselesi hakkındaki düşüncelerini
öğrenmek istiyordum. Ama böyle bir konuşmayı
nasıl başlatabileceğim hakkında da en ufak bir
fikrim yoktu. O sırada, bardağından bir yudum
almak için başım kaldırdı.
“Afedersiniz,” dedim.
Dik dik baktı. (Ya da bana Öyle geldi.)
“Evet?”
“Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ama siz
Graham Greene’siniz, değil mi?”
“Doğrusu öyleyim.” Sıcak bir şekilde güldü.
“Panama’da çoğu kişi beni tanımaz.”
En sevdiğim yazar olduğunu söyledikten
sonra,
MAIN’deki
işim
ve Torrijos
ile
görüşmelerim dahil olmak üzere hayatımın kısa
bir özetini verdim.
Bana ABD’nin Panama’dan çıkmasıyla ilgili
bir makale yazan o danışman olup olmadığımı
sordu.
“Yanlış
hatırlamıyorsam,
Boston
Globe’de yayınlanmıştı.”
Afallamıştım.
“Konumunuz göz önüne alınırsa, oldukça
cesur bir hareket,” dedi. “Bana katılmaz
mısınız?”
Masasına geçip, onunla bir buçuk saat kadar
oturdum. Konuştukça Torrijos’a ne kadar
yakınlaşmış olduğunu fark ettim. Generalden
bazen oğlundan bahseden bir baba gibi söz
ediyordu.
“General benden ülkesi hakkında bir kitap
yazmamı istedi,” dedi. “Ben de yazıyorum.
Roman olmayacak. Yani benim tarzımın biraz
dışında.”
Ona niye genellikle belgesel yerine, roman
tarzında yazdığını sordum.
“Roman daha güvenli,” dedi. “Konularım
zaten genellikle tartışmalı. Vietnam. Haiti.
Meksika Devrimi... Yayıncıların çoğu bu
konular
hakkında
belgesel
yayınlamaya
çekinir.” Masanın üzerindeki New York Kitap
Kritiklerini işaret etti. “Bu tip sözcükler çok
zarar verebilir.” Sonra güldü. “Hem roman
yazmayı seviyorum. Bana daha fazla özgürlük
sağlıyor.” Bana baktı. “Önemli olan, bir şeyler
ifade eden konular hakkında yazmaktır. Sizin
Kanal hakkındaki Globe makaleniz gibi.”
Torrijos’a karşı olan hayranlığı çok belirgindi.
Öyle görünüyordu ki, Panama’nın devlet
başkanı, bir yazarı da en az fakirleri ve
kimsesizleri etkilediği kadar etkileyebiliyordu.
Aynı derecede belirgin olan bir başka husus da
şuydu:
Greene
dostunun hayatı hakkında
endişeliydi.
“Çok büyük bir iş,” dedi heyecanla,
“Kuzeyin Devi’ne meydan okumak.” Üzüntüyle
başını salladı. “Hayatı için endişeleniyorum.”
Gitme vakti gelmişti.
“Fransa uçağımı kaçırmamalıyım,” dedi,
yavaşça kalkıp elimi sıkarken. Gözlerimin içine
[53]
baktı. “Siz neden bir kitap yazmıyorsunuz?”
Cesaret verici bir şekilde başını salladı. “Bu sizin
içinizde var. Ama unutmayın, önemli olan şeyler
hakkında olsun.” Arkasını dönerek uzaklaştı.
Sonra durdu ve salona doğru birkaç adım attı.
“Endişelenme,” dedi. “General başarılı olacak.
Kanal’ı geri alacak.”
Torrijos gerçekten de kanalı geri aldı.
Aynı yıl, 1977’de, Başkan Carter ile hem
Kanal Bölgesi’ni hem de Kanal’ın kendisini
Panama kontrolüne devreden yeni anlaşmaları
imzaladı. Sonra da, Beyaz Saray’ın, bu
anlaşmaları onaylaması için meclisin ikna
edilmesi gerekti. Bunu uzun ve çetin bir
mücadele izledi. Son sayımda, Kanal Anlaşması
bir oy farkla onaylandı. Muhafazakârlar intikam
yeminleri ettiler.
Graham Greene’nin belgesel kitabı Generali
Tanımak yıllar sonra yayınlandığında ‘Dostum
Omar Torrijos’un, Nikaragua, El Salvador ve
Panama’daki dostlarına,’
diye başlıyordu.
|