Kazablanka filminin seti olabilirdi ve her an
Humphrey
Bogart’ın
içeriye
girebileceğini
düşünmeye başlamıştım. Graham Greene’nin
Panama hakkında bir makalesini okuduğum New
York Kitap Kritiklerini masanın üzerine koyup o
vantilatörlere baktım ve yaklaşık iki yıl önceki
bir akşamı anımsadım.
“Ford, bir daha seçilemeyecek kadar zayıf bir
başkan,” diye öngörmüştü Omar Torrijos, 1975
yılında bir grup etkin Panamalı’ya hitap ederken.
Tavan’daki pervanelerin serinlettiği eski ve zarif
kulübe davet edilen birkaç yabancıdan biriydim.
“Bu Kanal meselesini hızlandırmaya karar
vermemin nedeni de bu. Onu geri kazanmak için
kapsamlı bir politik savaş başlatmanın tam
zamanı.”
Bu konuşma beni heyecanlandırmıştı. Otel
odama geri döndüğümde, sonradan
Boston
Globe'ye postaladığım bir mektup karaladım.
Boston’a geri döndüğümdeyse, bir editör beni
arayıp, bu konuda bir yazı yazmamı istedi.
‘Koloniciliğin 1975 Panaması’nda Yeri Yoktur’
başlıklı yazım, gazetenin 19 Eylül 1975
sayısında
neredeyse
yarım
sayfa
olarak
yayınlandı.
Yazı, Kanal’ı Panama’ya geçirmek için üç
ana sebep öne sürüyordu. Birincisi: ‘Mevcut
durum adil değildir; herhangi bir karar için iyi
bir
sebep.’
İkincisi:
‘Mevcut
anlaşma,
Panamalılar’a daha fazla kontrol verilmesine
kıyasla, çok daha ciddi güvenlik riskleri
yaratmaktadır.’
Okyanuslararası
Kanal
Komisyonu (Interoceanic Canal Commission )
tarafından yapılan ve General Torrijos’un
kendisinin de açıkça vurguladığı gibi, ‘Gatun
Barajı’nın bir yanına, belki de tek bir kişi
tarafından konulacak bir bomba, trafiği iki yıl
durdurabilir,’ sonucuna varan bir çalışmaya
atıfta bulundum. Ve üçüncüsü: ‘Mevcut durum,
zaten sorunlu olan ABD-Latin Amerika ilişkileri
için ciddi sorunlar yaratıyor.’
Yazıyı şöyle bitirdim:
Kanal’ın devamlı ve verimli bir şekilde
çalışmasını
sağlamanın
en
iyi
yolu,
Panamalılar’ın
onun
kontrolünü
ve
sorumluluğunu almalarına yardımcı olmaktır.
Bunu yaparsak, 200 yıl önce kendimizi
adadığımız, toplumların kendi kaderlerini
tayin
etme
hakkına
olan
bağlılığımızı
gösterecek bir eylemi başlatmış olmaktan
gurur duyabiliriz...
Sömürgecilik,
yüzyılın
başlarında
da
[51]
(1900’lerde), 1775’de olduğu gibi, moda idi.
Böyle bir anlaşmanın onaylanması, belki o
günlerin şartlarında anlaşılabilir. Bugün ise
hiçbir tutar tarafı yoktur. Sömürgeciliğin,
1975’de bir yeri olamaz. 200. yılımızı
kutlayan bizler bunu anlamalı ve ona göre
davranmalıyız.
O yazıyı yazmak, özellikle de yakın zamanda
MAIN’e ortak yapılmış olduğum göz önüne
alındığında, benim açımdan cüretkâr bir
hareketti. Ortakların medyadan ve özellikle
New England’ın en saygın gazetesinde,
politik
hiciv
yazıları
yazmaktan
uzak
durmaları
beklenirdi.
Ofis
postasından,
makalenin kopyalarına iliştirilmiş şekilde, bir
sürü tatsız, çoğunlukla isimsiz notlar aldım.
Bir tanesinin üzerindeki el yazısının, Charlie
Illingworth’e ait olduğundan eminim. İlk
proje yöneticim, on yıldan daha uzun bir
süredir (benim beş yılıma kıyasla) MAIN’de
idi ve hâlâ bir ortak değildi. Notun üzerinde
gayet belirgin bir kurukafa ve kemik sembolü
ile basit bir mesaj vardı: ‘Bu komünist,
gerçekten de şirketimizin bir ortağı mı?’
Bruno beni ofisine çağırdı: “Bu konu, başını
biraz
ağrıtacak
gibi.
MAIN
oldukça
muhafazakâr bir yerdir. Ama akıllı olduğunu
düşündüğümü de bilmeni isterim. Torrijos buna
bayılacak;
umarım
ona
da
bir
kopya
göndermişsindir. İyi. Bu ofiste, Torrijos’un bir
sosyalist olduğunu düşünenlerin, işler gelmeye
devam ettikçe hiçbir şey umurlarında değil.”
Bruno her zamanki gibi haklı çıkmıştı. 1977
yılına gelmiştik ve Carter, Beyaz Saray’da idi.
Kanal müzakereleri ciddi bir biçimde sürüyordu.
MAIN’in rakiplerinden çoğu yanlış tarafı tutmuş
ve Panama’dan atılmışlar ama bizim işimiz
katlanmıştı. Ve ben de, Graham Greene’nin New
Dostları ilə paylaş: |