Eylül 2016 İstanbul/Türkiye



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə21/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   59

Bayram DALKILIÇ

*

Ahmed Yesevî de Hanefî bir âlimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, 

din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin 

birçok din âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını 

ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecek-

leri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştır. Bir mürşid ve ahlâk-

çı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının âdâb 

ve erkânını öğretmeye çalışmak, Islâmiyet’i Türkler’e sevdirmek, ehl-i sün-

net akîdesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur. Bu öğreticilik 

vasıfları  sebebiyle  hikmetleri,  bazılarınca  lirizmden  uzak  ve  sanat  endişesi 

taşımadan  söylenmiş  şiirler  olarak  kabul  edilmiştir.  Islâm  şeriatına  ve  Hz. 

Peygamber’in sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevî’nin şeriat ile ta-

rikatı kolayca telif etmesi, Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında süratle yayılıp 

yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatlara tesir etmesinin 

başlıca sebebi olmuştur.

1

Ali  Şir  Nevâyî  (ö.  906/1501),  “Nesâyimu’l-Mahabbe”  adlı  eserinde  Ah-



med-i  Yesevî  için  “Türkistan  mülkünün  şeyhu’l-meşâyıhıdır”  derken,  “Ra-

şahât” isimli eserde “meşâyıh-ı Türk’ün serhalkasıdır” ifadesi kullanılmıştır. 

Bu ifadelerin en önemli sebeplerinden biri Ahmed-i Yesevî’nin Türk olması 

ve  Türkçe  konuşup  Türkçe  yazmasıdır.  Arapça-Farsça  bildiği  halde  dinî-ta-

savvufi düşüncelerini Türkçe manzumelerle ifade etmesi onun göçebe olan 

Türkmenlerce tanınması ve sevilmesine sebep olmuştur. Bu yolla Türkistanlı-

lar dini hayatın inceliklerini, tasavvufi hayatın derinliklerini kavrayarak gönül 

dünyalarını  aydınlatmış,  “imanın  tadı”nı  tatmışlardır.  Yesevî  konu  ile  ilgili 

*

   Prof. Dr., N.E.Ü. Ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi



1

  Kemal Eraslan, Ahmed Yesevî, DIA, C. 2, s. 161, Istanbul, 1989



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 239


düşüncelerini aktarırken “kuru bilgi”nin sahiplerini Kur’an-ı Kerim’deki bir 

ifadeden hareketle hicvetmeyi de ihmal etmemektedir.

2

Bu  tebliğin  başlığını  atmamızda  ve  tebliği  hazırlamamızda  önemli  olan 



etken Yesevî’nin şu dizeleridir: 

Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi, 

Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini. 

Âyet-hadis anlamı Türkçe olsa uygundur, 

Anlamına yetenler yere koyar börkünü. 

Kadı, müftü, mollalar şeriatın yolunu, 

Ârif âşık almıştır tarikatın arkını. 

Amel işleyen âlimler dinimizin çırağı, 

Burak biner mahşerde eğri koyar börkünü. 

Amel eylese âlimler dini ve ayın aydınlığı, 

Görse olur onların görklü yüzünün rengi. 

Amel işlemeyip “zâhir” ilmini bilmeyip kalanlar, 

Arkasına yükler kırk eşeğin yükünü. 

Hocayım deyip laf vurma bu dünyâ dayanıksız, 

Biliyorum diye söylemesin gönüldeki çirkini. 

Yol göstericidir Hoca Ahmed marifetin gülistanı, 

Sözler sözü gerçek açar gönül ülkesini. 

Miskîn, zayıf Kul Hoca Ahmed yedi ceddine rahmet, 

Farsça dilini bilse de, Türkçe’yi güzel söylemekte.

3

Bu  hikmette  Yesevî,  din  dilini  Türkçe  olarak  ifade  ettiğini,  bunun  etra-



fındaki alimler tarafından sevilmediğini, hor görüldüğünü belirtmekte, bunu 

bilerek yaptığını ve din dilini Farsçayı bilmesine rağmen Türkçe olarak ifade 

ettiğini ve oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Yesevî’nin bu durumu, Kaşgar-

lı Mahmud’u hatırlatmaktadır.  O da Yesevî’den 3 yüzyıl önce Araplara Türk-

çeyi  öğretmek  amacıyla  yazdığı  Dîvân-ı  Lûgat’it-Türk’te  din  dilini  Türklere 

ulaştırmak isteyenlerin Türkçe bilmelerinin zorunluluğundan söz etmiştir. 

Onun yaklaşımı, birkaç unsurdan biri olarak Arapça olan Kuran ayetleri-

nin öncelikle namazdaki okunuşlarında Türkçeye benzeyen kelimelerin geçti-

ği yerlerde Arapça bilmeyen ibadet eden Türkler’in huzurunda sesin kısılması 

2

  Mustafa Kara, Uludağ Üniversitesi Ilghiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, 2001, Cilt: 10, Sayı: 1, s. 13



3

  Yesevi, Divan-ı Hikmet, 71. Hikmet, (Hazırlayan Hayati Bice, Istanbul, 2015, s. 116)  



240  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

ve böylelikle onların ibadetlerini yaparken örnek olarak gülmelerine ve güna-

ha girmelerine sebep olmamaları konusunda olan uyarı noktasında odaklan-

maktadır. Yesevî’nin durumu ise dinin dilinin, muhatapların bildiği bir dille 

onlara ulaştırılmasını sağlamaya yönelik olarak dil örneğinde aracın, amaca 

hizmet etmesindeki önceliktir. 

Yesevî, bu noktada pek çok ayet ve hadisin Türkçeye kazandırılmasında 

öncülük etmiştir. Denilebilir ki bütüncül anlamda “Din Dilinin Türkçesi” söz 

konusu olduğunda Yesevî öncüler arasındadır. Ondan önce kesinlikle pek çok 

Türk bu konuda çaba ortaya koymuştur. Ancak Yesevî’nin öncülüğü ve önce-

liği, belirttiğimiz gibi halkın, dini anlaması ve uygulaması noktasındaki dini 

hayatı kuşatan din dilinin neredeyse bütününü kuşatacak tarzda kapsamlı ve 

uygulamaya dönük oluşudur.

Yesevî, neden din dilini Türkçe olarak dile getirmiştir, onu bunu yapmaya 

götüren etkenler nelerdir?

“On yedimde Türkistan’da durdum ben işte.”

4

  



Doğduğum yer o kutlu Türkistan’dan, 

Bağırıma taşı vurup geldim ben işte.

5

Onun için Türkistan’a geldim ben işte.



6

Kul Hoca Ahmed, söylediği Hakk’ın yâdı, 

İşitmeyen dostlarına kalsın öğüdü, 

Gurbete düşüp öz şehrine döndü yine, 

Türkistan’da mezar olup kaldım ben işte.

7

Yedi yaşta Arslan Baba Türkistan’a geldiler,



8

Kul Hoca Ahmed ismim, Türkistan’dır ilim benim.

9

Ili Türkistan olan bu Türkistanlı Koca Yesevî, aldığı emaneti buranın in-



sanlarına ulaştırmak için onların dili ile Bismillah’la başlayıp söylemiştir. 

Bismillah deyip beyân ederek hikmet söyleyip 

Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte. 

4

  Hikmet 3



5

  Hikmet 16

6

  Hikmet 16



7

  Hikmet 16

8

  Hikmet 18



9

  Hikmet 55



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 241


Riyâzeti sıkı çekip, kanlar yutup 

‘İkinci defter’in sözlerini açtım ben işte. 

Sözü söyledim, her kim olsa cemâle tâlib 

Canı cana bağlayıp, damarı damara ekleyip, 

Garîb, yetim, fakîrlerin gönlünü okşayıp 

Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte.

10

Yesevî’nin kullandığı din dili unsurlarına hikmetlerden birkaç örnek vere-



cek olursak;

Önce “Elestü birabbikum?” dedi bil Hakk

“Kalu belâ” dedi ruhum, ders aldı 

Hakk Mustafa oğul” dedi bilin mutlak 

O nedenle altmış üçte girdim yere.

11

“İnna fetehnâ”yı okuyup anlam sordum



12

Şu nokta Yesevî’nin durumunu aydınlatma noktasında önemlidir: 

Nam ve nişan hiç kalmadı, “Lâ... Lâ...” oldum; 

Allah zikrini diye diye “...illâ...” oldum; 

Hâlis olup, muhlis olup “...Lillah” oldum; 

“Fenâ-fillah” makâmına geçtim ben işte.

13

Yesevî’nin din dili ile ilgili üzerinde durduğu önemli noktalardan biri de 



şudur:

Mümin değil, hikmet işitip ağlamıyor, 

Erenlerin söylediği sözü dinlemiyor, 

Âyet ile hâdis, Kur’ân’ı anlamıyor, 

Bu rivâyeti Arş üstünde gördüm ben işte.

14

Mi’râc gecesi “Gözümün nûru evlâd...” dedi, 



Elimi tutup “Ümmetimsin ümmet” dedi, 

10

  Hikmet 1



11

  Hikmet 2

12

  Hikmet 2



13

  Hikmet 2

14

  Hikmet 3



242  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

“Sünnetimi sıkı tutasın gönüldaşım” dedi, 

Mustafa’ya matem tutup girdim ben işte.

15

Benim hikmetlerim Sübhân’ın fermânı, 



Okuyup bilsen, hepsi Kurân’ın anlamı.

Benim hikmetlerim hadis hazinesidir, 

Kişi pay götürmese, bil habistir.

16

Yesevî, Fakrname’nin başında şeyhler hakkında çok önemli tespitlerde bu-



lunmaktadır: “O şeyhler ki müritlerinden açgözlülükle bir şeyler dilerler ve 

canlarını küfür ve dalâletten ayırmazlar ve bid’at ehlini iyi görürler ve sünnet 

ehlini  kötü  görürler  ve  şeriat  ilmi  ile  amel  etmezler  ve  nâmahremlere  göz 

salarlar (bakarlar) ve kötülüğü âdet edip Allahu Taâlâ’nın rahmetinden ümit-

li olurlar ve şeyhlik işlerini değersiz görürler, (onların) müritleri de dinden 

çıkmış olur, kendileri de dinden çıkmış olur. Ve yine değersiz bir şekilde ve 

inleyerek müritlerinin eşiğinde dolaşırlar, o halde müritlerinden yardım alır-

lar. Eğer müritleri bağış ve yardımda bulunmasa, döğüşürler ve derler ki “Ben 

usanmışım, Tanrı da usanmıştır.” derler. Şeyh odur ki yardım alsa, hakketmiş 

olanlara verir. Eğer alıp kendisi yese, murdar et yemiş gibi olur. Eğer elbi-

se yapıp giyse, o elbise eskiyene kadar Hak Taâlâ (onun) namaz ve orucunu 

kabul etmez. Ve eğer aldığı yardımdan ekmek yapıp yese, Hak Taâlâ onu ce-

hennemde türlü azaba uğratır. Ve eğer öyle şeyhe bir kişi itikat etse (inansa), 

kâfir olur. Öyle şeyhler mel’undurlar. Onların fitnesi Deccal’dan beterdir. Şe-

riatten tarikatten, hakikatten, mârifetten uzaklaşmışlardır.”

17

15



  Hikmet 8

16

  Yesevî, Münacat, Hikmetler, s. 404



17

  Ol şeyhler kim mürîdleridin ‘imad kılgay ve cânını küfr ü dalâletdin ayırmagay ve ehl-i bid’atnı 

yahşı körgey (ve ehl-i sünnetni yaman körgey) ve ‘ilm-i şerìèat birle ‘amel kılmagay ve nâ-

mahremlerga köz salgaylar ve yamanlıg pîşe kılıp Allâhu Ta’âlânıñg rahmetidin ümîd tutkaylar 

ve  meşâyıh  işlerini  hor  körgeyler,  mürîdleri  red  bolgay,  özleri  (hem)  mürted  bolgaylar.  Ve 

yene hârlık zârlık birle mürîdleriniñg eşikide yürgeyler, ol hâlda mürìdleridin niyâz algaylar. 

Eger mürîdleri nehr ü niyâz bermese, uruşkaylar ve aygaylar ki men bîzar men, Hudâ bizar, 

degeyler. 

  Şeyh oldur ki niyâz alsa, müstahaklarga bergeyler. Eger alıp özleri yeseler, murdâr et yemiş dek 

bolgay. Eger ton kılıp keyseler, ol ton tozgunça Hak Ta’âlâ namâz ve rûzesini kabul kılmagay. 

Ve eger algan niyâzıdın nân kılıp yese, Hak Ta’âlâ anı dûzehde türlüg ‘azâbga giriftâr kılgay. 

Ve eger andag şeyhga bir kişi îtikâd kılsa, kâfir bolgay. Andag şeyhler mel

Ǿûn turur. Anıñg 

fitnesi Deccâldın bed-ter turur. Şerî’atda, tarîkatda, hakîkatda, ma’rifetde mürted turur. (Bkz. 

Hazırlayan Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakrnamesi, Ankara, 2016, s. 36-37; 48-49)


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 243


Fakrnâme’de yer alan makamlar şunlardır: Şerîat makamları: Allah’a inan-

mak/namaz kılmak/oruç tutmak/zekat vermek/hac yapmak/yumuşak konuş-

mak/ilim  tahsil  etmek/sünnete  uymak/iyiliği  emretmek/kötülüğü  engelle-

mek. Tarîkat makamları: Tevbe kılmak, pîre el vermek, havf, recâ, vird-i evkâtı 

yerine  getirmek,  pîrin  hizmetinde  olmak,  pîrin  izniyle  konuşmak,  nasihat 

dinlemek, tecrid olmak, tefrid olmak. Mârifet makamları: Fenâ olmak, derviş-

liği kabul etmek, her işe tahammül etmek, helal ve güzel istekte bulunmak, 

mârifet kılmak, şerîat ve tarîkatı ayakta tutmak, dünyayı terk etmek, ahireti 

seçmek, vücud (varlık) makamını bilmek, hakikat sırlarını bilmek. Hakîkat 

makamları: Alçak gönüllülük, iyiyi kötüyü tanımak, bir parça el uzatmamak, 

belki  fazlaya  kanaat  etmek,  kendisini,  lokmasını  Hak  yolunda  sebil  etmek, 

kimseyi incitmemek, fakirliği inkar etmemek, seyr-i süluk kılmak, sırrı sakla-

mak, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamlarını bilmek ve amel etmek.

18

Gerek Köprülü, gerekse Divân-ı Hikmet üzerinde çalışan Kemal Eraslan, 



Â. Yesevî’nin ve Yesevîliğin şeriat esaslarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu belir-

tir (K. Eraslan, Ahmet Yesevî Maddesi, T. Diyanet Vakfı Islam Ansiklopedisi, 

c. ı, s.161). Kemal Eraslan şöyle diyor: “Ahmet Yesevî de Hanefi bir alimdir. 

Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş din ilimleri yanında tasavvufu da iyice 

öğrenmiştir.” Hanefi alimi olarak fıkıh ve şeriat esaslarını ve Islamî ilimle-

ri iyice öğrenen A. Yesevî’nin biricik gayesi nedir? Bunu da yine K. Eraslan 

cevaplandırsın: “Bir mürşit ve ahlâkçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, 

tasavvuf esaslarını, tarikat âdâp ve erkânını öğretmeye çalışmak, Islâmiyet’i 

Türklere sevdirmek, Ehl-i sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek”tir. “Is-

lam şeriatına ve Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olan” Ahmet 

Yesevî’den beklenen de Rafızilik değil, sünnete uygun yaşamaktır. Derin bir 

peygamber sevgisine sahip olan Ahmet Yesevî, 63 yaşına geldiği zaman tek-

kesinin avlusunda çukur kazdırarak bir çilehane hazırlatmış ve ölünceye ka-

dar orada ibadet ve riyazetle meşgul olmuştur. Çünkü ona göre sevgili pey-

gamberi 63 yaşında vefat etmiş, toprağa girmiştir. Kur’an’a ve sünnete bağlı 

bir insanın hitab ettiği kitle nasıl bir kitle idi? M. Fuat Köprülü de benzer 

şeyler söylemekle beraber, Kemal Eraslan’ın ifadesine göre bu kitle “Taşkent 

ve  Siriderya  yöresinde,  Seyhun’un  ötesindeki  bozkırlarda  yaşayan  göçebe 

Türkler’dir. Bunlar üzerinde Ahmed Yesevî, derin bir nüfuz sağlamıştır. Bu 

18

  Bkz. Hazırlayan Kemal Eraslan, Yesevî’nin Fakrnamesi, s. 36-45; Mustafa Kara, Uludağ Üniver-



sitesi Ilghiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, 2001, Cilt: 10, Sayı: 1, s. 15

244  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

insanların Islam’a bağlılık dereceleri nedir? Bunlar, “Islamiyet’e bütün sami-

miyeti ile bağlı olan yerli halk ile yarı göçebe köylülerdir.” A. Yesevî, halkın ve 

köylülerin anlayabileceği bir dil kullanarak ona yaklaşmış ve kendisini kabul 

ettirmiştir. Onlara Islâmiyet’i benimsetebilmek için göçebe halkın bazı halle-

rine karşı müsamahakâr davranması normaldir. Fakat çok iyi bildiği ve fiilen 

yaşadığı Islâm esaslarının dışına çıktığını söylemek de isabetli olmasa gerek-

tir.  Islamiyet’le  7-8.  asırlarda  tanışmaya  başlayan  Türkler  arasında  Ahmet 

Yesevî’den çok önce büyük Islâm bilginleri, büyük mutasavvıflar yetişmesi, 

Islâm’ın doğru olarak çeşitli gruplara ulaşmaya başladığının ifadesidir. Imam 

Buhari, Imam Müslim, Imam Tirmizi, Neseî, Ibn Mâce gibi en büyük hadis-

çiler, hadis kritiğinin kurucuları hep Türkistan bölgesinden çıkmıştır. Imam 

Maturidî gibi büyük bir kelâmcı yine o havâliden çıkmıştır. Bunlara tefsirci, 

fıkıhçı alimleri ve onların açtıkları medreselerin yetiştirdikleri de ilave edilir-

se,  entellektüel  zümrede  Ehl-i  Sünnet  itikadı  ve  yaşayışının  yaygınlaştığını 

söylemek yanlış olmaz. Bunların hepsi A. Yesevî’den çok önce yaşamışlardır.

19

Tenkid konusu dolayısıyle heterodoks meselesine de işaret etmekte yarar 



vardır. Ortodoksheterodoks meselesi aslında bütün dinlerin problemidir. Ve 

insanoğlunun dinï metinleri farklı anlama ve yorumlama gücü devam ettiği 

müddetçe de varolacaktır. Problemin diğer bir sebebi önceki kültürlerin izleri 

ile yeni dinin esaslarını bir araya getirme çabasıdır. Sözkonusu anlayış ve çaba 

toplumlarda zaman zaman dini konularda gerilim meydana getirmekte, farklı 

fikir ve tavırlar kavgalara, gürültülere sebep olmaktadır. Bu durumlara bazan 

ilim adamları tek başına, bazan siyasî otorite ile birlikte müdahale etmekte, 

orta yolu-doğru yolu bulmaya çalışmakta, yanlışları devre dışı bırakmaya gay-

ret etmektedirler. Bu neticenin daha uzun ömürlü olabilmesi için Hak-Batıl/

Doğru-yanlış/Küfür-Iman gibi tasniflere başvurmakta ve dinin sâliklerini -ta-

bir câizse- sözlü ve yazılı olarak ikaz etmektedirler. Bu gerçek Islam toplumu 

için  de  söz  konusudur.  Bütün  ikaz  ve  irşadlara  rağmen  dinî  esasları  farklı 

tarzda yorumlayan, “cumhur”un anlayışını yeterli bulmayan, dinî esas ve me-

tinleri kendi kültür dünyalarına göre te’vil ve tefsir eden insanlar her zaman 

olmuştur,  şimdi  de  vardır.  Sözgelimi  dünkü  toplumumuzda  bazan  Yesevî, 

Haydarî, bazan Kalenderî, Bektaşî tipleriyle ortaya çıkan, aslında belli oranda 

bütün tarikatlarda var olan bu “tip” hiç bir zaman “cumhur” olmamış, ço-

19

  S. Hayri Bolay, Günümüz Türkiye’sinde Aleviliğin ve Bektaşiliğin Başlıca Problemleri Üzerine 



Bir Deneme, s. 9

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 245


ğunluğu elde edememiştir. Farz-mübah/Haram-helal çizgisini zaman zaman 

ihlal eden, Allah, Peygamber, Kur’an konularına “eyvallah” diyen ama kendi 

kafasına göre “yeni bir din”e inanan insanlar bugün yok mudur? Işte çağdaş 

heterodoks tavırlar da bunlardır. Dîvân-ı Hikmet’te ise bu tipleri, tasvib ve 

teşvik  eden  ifadeler  yoktur.  Aksine bu  eser,  namazıyla,  niyazıyla, orucuyla, 

gece ibadet ve gözyaşıyla, zikir ve sohbet meclisleriyle çerçevelenen bir hayatı 

anlatmaktadır. Kendisinden sonraki Yesevî muhitte veya Yeseviyeden besle-

nen diğer tasavvufi cemaatlerde benzer tavırlardan ne Ahmed Yesevî ne de 

Divan-ı Hikmet mesuldür. Bunun sorumlusu, genel anlamda sonsuz derecede 

yorum yapma kabiliyetine sahip olan insan beyni, aklı ve gönlüdür.

20

Türkistan’da  ve  Osmanlı  topraklarında  terennüm  edilen  tekke  şiirinin 



mukayesesi  açısından  da  Ahmed  Yesevî  ve  peyrevlerinin  hikmetleri  büyük 

önem arz etmektedir. Bu hikmetler sayesinde değişim ve farklılaşmalar daha 

gerçekçi bir şekilde tesbit edilebilmektedir. Ayrıca tasavvufî konular için kul-

lanılan  üslub,  o  asrın  tutum  ve  davranışlarına  da  ışık  tutmaktadır.  Dîvân-ı 

Hikmet’te yer alan pir-i mugan eren, derviş, evliya, riyazet, tevbe, ihlas, me-

lamet, riya, kırklar, Elest bezmi, gönül kuşu, varlık şehri, feyz, futûh, seher 

vakti, sidretu’l-münteha gibi terimler daha sonraki dönemlerde devamlı ola-

rak kullanılmış, Hû halkası, hû sohbeti, Yâsin hatmi, melamet şarabı, zikr-i 

erre gibi ifadeler Anadolu sahasında fazla yaygınlık kazanamamıştır. Divan-ı 

Hikmet’te, mey, meyhane, mey içmek, vahdet şarabı, mahabbet kadehi, aşk 

şarabı, şevk şarabı... gibi ifadeler geçtiği gibi üçlü tasnifler de vardır: Tarikat, 

marifet, mahabbet/ mahabbet, saadet, marifet/ şeriat, tarikat, hakikat. Ah-

med Yesevî tekke edebiyatının “tip”lerine de zaman zaman atıfta bulunmuş-

tur: Zâhid, âlim, âşık, vâiz, müftü, kadı, mecazi (sahte)

21

Yesevî’nin din dilini anlama, yorumlama biçimini onun şu sözleri ile biti-



relim:

Benim hikmetlerimi câhil işitmez; 

Gönlü-kalbi kara, öğüdümü almaz.

Hatadan habersiz; Allah’a inkârcı, 

Edepsiz, hâyâsız, dünyâda pîrsiz.

22

20



  Mustafa Kara, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, 2001, Cilt: 10, Sayı: 1, s. 19-

20

21



  Mustafa Kara, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, 2001, Cilt: 10, Sayı: 1, s. 20

22

  Yesevî, Münacat, Divan-ı Hikmet, s. 404



246  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



Kaynakça

Bolay, S. Hayri, “Günümüz Türkiye’sinde Aleviliğin ve Bektaşiliğin Başlıca Prob-

lemleri Üzerine Bir Deneme”, Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı 13, s.137-152.

Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, DİA, C. 2, Istanbul, 1989

Eraslan, Kemal, “Yesevî’nin Fakrnamesi”, İÜ Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, cilt 22., 

s.45-136.

Kara, Mustafa, Uludağ Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, 2001, Cilt: 

10, Sayı: 1, s. 19-20

Mustafa Kara, Uludağ Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 10, Bursa, 2001.

Yesevi, Divan-ı Hikmet, (Hazırlayan Hayati Bice, Istanbul, 2015.)



Ahmed Yesevî’nin Hocası 

Yusuf-ı Hemedâni ve Halifeleri



Cemal AKSU

*

Ahmed  Yesevî’nin  mürşidi  Yusuf-ı  Hemedânî,  h.  440  (m.  1048)  yılında 

Hemedan civarında bir kasabada dünyaya gelmiştir. Gençlik çağında Bağdad’a 

gidip Şeyh Ishak-ı Şirâzî’nin meclislerinde bulunmuş ve kısa sürede zamanın 

önde  gelen  fakihlerinden  biri  olmuştur.  Ardından  Isfahan  ve  Semerkand’ın 

meşhur hadis alimlerinden hadis tahsil etmiş, dini ilimlerdeki bilgisini iler-

letmiştir. Şeyh Ebu Ali Farimedî’ye intisap ederek tasavvuf yoluna girmiş ve 

günümüze  kadar  gelmiş  olan  Nakşibendi  silsilesindeki  yerini  almıştır.  Ebu 

Hanife mezhebinde olan Yusuf-ı Hemedânî, bütün ömrünü ilim ve tasavvuf 

yoluna  hasretmiş,  Orta  Asya’daki  büyük  merkezleri  dolaşarak  halkı  irşad-

la meşgul olmuştur. Hayatı boyunca zühd hayatını tercih etmiş, aza kanaat 

göstermiş, eline geçenleri dağıtmış, zamanının büyük kısmını Kuran-ı Kerim 

tilaveti, zikir ve riyazetle geçirmiştir. Kaynaklarda Hz. Hızır ile sohbet halin-

de bulunduğu, Hz. Peygamber’in (S.A.V) ve ashabının yolundan zerre kadar 

ayrılmadığı zikredilmektedir.

1

Nevâî’nin Nesâimü’l Mahabbe isimli eserinde Yusuf Hemedânî hakkında şu 



bilgiler mevcuttur: 

Künyesi Ebû Ya’kûb’dur. Ibtidâda Bagdâdka bardı ve Şeyh Ishâk-i 

Şîrâzî mecliside mülâzemet kıldı. Ve işi yokkarı boldı ve öz akrânıga 

fıkh ilmide ve özge ‘ulûmda husûsâ nazar ilmide fâyik boldı. Ve şeyh 

Ebû Ishâk anı kiçik yaşlıg ikenide köp uluk pâyelıg ashâbıga takdim kı-

lur irdi. Ve köp ulemâdın Bagdâdda ve Isfehânda ve Semerkandda hadîs 

istimâ kıldı. Songra barçanı terk kıldı ve riyâzet ü mücâhedet tarîkın 

*

   Yard.  Doç.  Dr.,  Istanbul  Üniversitesi,  Edebiyat  Fakültesi,  Türk  Dili  ve  Edebiyatı  Bölümü 



Öğretim Üyesi.

1

  Kemal Eraslan, Ahmed Yesevî - Divan-ı Hikmet Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, 



s.10-11. 

248  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

ilgeri tuttı. Ve meşhur andakdur ki Tasavvuda intisâbı Şeyh Ebû Alî-

i Fârimedî’gadur ve dipdürler ki Şeyh ‘Abdullah-i Cevynî’ga. Ve Şeyh 

Hasan-i Simmânî bile sohbet tutuptur. Merv’de sakin boldı ve andın 

Herî’ge kildi ve bir niçe vakt ikâmet kıldı yana Merv ehli andın mürâca-

at iltimâsı kıldılar ve Merv’ga bardı yana Herî’ge kildi. Andın songra 

Merv azîmetiga mürâcaat kılganda yolda biş yüz ottuz bişde fevt boldı, 

defn kıldılar. Ve mezarı Merv’dedür, meşhur. Şeyh Muhyiddîn el-Arabî 

kaddesallâhu Teâlâ rûhahu öz musannefâtıdın bazıda aytıpdur ki Şeyh 

Evhaduddîn Hâmid-i Kirmânî Konya şehride mining menzilimde irdi. 

Didi bizing bilâdda Hâce Yusuf kuddise sırruhu ki altmış yıl artuk şeyh-

lıg ve irşâd seccâdesi üstide olturup irdi, bir kün öz zâviyeside olturup 

irdi ki könglige taşkarı çıkmak hutur kıldı. Ve tarîkı Cuma künidin özge 

kün çıkmak imes irdi. Ve anga agır kildi ki bilmes irdi ki kayan bargay. 

Ahır bir merkebge mindi ve cılavın koydı. Tâ kayan ki Tingri Teâlâ iltse, 

bargay. Ol merkeb şehrdin çıktı ve bâdiyega kirdi ve barur irdi, tâ anı 

bir  vîrân  mescid  işikide  yitkürdi  ve  turdı.  Şeyh  tüşti  ve  ol  mescidka 

kirdi  ve  kördi  ki  bir  yiğit  başın  murâkabega  tartıpdur.  Bir  zamandın 

songra baş köterdi, bir heybetlık yiğit irdi. Didi yâ Yusuf manga mes’ile 

müşkil boluptur ve zikr kıldı. Şeyh ol müşkilni hal kılgandın songra 

didi ay ferzend her kaçan sanga mes’ileî mmüşkıl bolsa şehrga kil, dagı 

mindin sor ve mini kilürge rencga salma! Şeyh dipdür ki ol yiğit manga 

baktı ve ayttı: Her kaçan mes’ile manga müşkil bolsa anıng hallıga her 

taş manga sining dik bir Yusuf’dur. Şeyh Ibnü’l-Arabî dipdür ki min 

mundın  bildim  ki  mürîd  teveccüh  sıdkı  bile  şeyhni  öz  cânibiga  cezb 

kıla alur irmiş. Hacening garib hâlâtı ve acîb makâmâtı andın köprek-

dür ki şerh kılsa bolgay. Ashâb arasında hulefâsı tört kişi irdiler: Hace 

Abuddah-ı Berkî ve Hâce Hasan-i Endakî ve Hâce Ahmed-i Yesevî ve 

Hâce Abdulhâlık-i Gucduvânî kaddesallâhu taâlâ esrâruhum. Ve Hâce 

Yûsuf’dın sonrga bu tört kişidin her biri irşad ve davet makâmıda ir-

mişler. Ve müridler alarnıng hıdmetide edeb bile mülâzim. Çün Hâce 

Ahmed-i Yesevî Türkistân sarı azîmet kıldı, barça ashâb ve irâdet ehlini 

Hâce Abdulhâlık mutâ’atıga delâlet kıldı bu nev’ irmiş bu hânedânnıng 

bazı müte’ehhir meşâyıhınıng risâleside.

2

2



  Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü’l-Mahabbe Min Şemâyimi’l fütüvve, Hazırlayan: Kemal Eraslan, Ankara 

1996, s. 230-232. 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 249


Nevâî’nin verdiği bilgilere göre Yusuf-ı Hemedâni, Bağdad, Isfahan ve Se-

merkand’da hadis ve fıkıh gibi ilimleri tahsil etmiş ve Hace Ali Fârimedi’ye 

intisab ettikten sonra tamamen zühd ve riyazet yoluna girmiştir. Nevâî bu 

bilgilerden sonra, Ibn-i Arabî’nin eserlerinden bir bilgi aktarır: Bu bilgide Yu-

suf-ı Hemedânî’nin şeyh ve irşad makamında altmış yıldan ziyade bir zaman 

oturduğu,daha çok Merv ve Herî’de insanları Hak yoluna davet etmek için 

faaliyetlerde bulunduğu bildirilir. 

Mevlana Safiyüddin’in Reşahat’da verdiği bilgiler de Yusûf-ı Hemedânî’nin 

yaşadığı dönemde itibarlı bir şeyh olduğunu ispat eder. Safiyüddin, Yusuf-ı 

Hemedânî hakkındaki bilgileri, Bahaeddin Nakşbend’in büyük müridi Hâce 

Muhammed Parsâ’dan nakletmiştir. Bu bilgilere göre, Yusuf-ı Hemedâni, on 

sekiz yaşında iken Bağdad’a ilim tahsiline gitmiş, Ebu Ishak’dan fıkıh dersleri 

almıştır.  Ilm-i  nazarda  da  epey  bir  derece  kat  etmişlerdir.  Imam-ı  Azam’ın 

mezhebinde olduğunu, Bağdad’dan sonra Isfahan ve Buhara’da ilim tahsiline 

devam ettiğini yine Reşahat’dan öğreniyoruz. Eserde, Yusuf-ı Hemedânî hak-

kındaki bilgiler şöylece devam eder:

Horasan  ve  Harezm  ve  Maveraünnehir’de  sahib-i  kabul  oldular. 

Bir müddet dahi Kûhserde sakin oldılar. Hırkayı Şeyh Abdullah-ı Cû-

binî’den giydiler. Tasavvufda intisabları Şeyh Abdullah-ı Cûbini ve Şeyh 

Hasan-ı Semânî ve Şeyh Ebu Ali Fârimedi hazretlerine idi. Viladetleri 

dört yüz kırk tarihinde vefatları beş yüz otuz beşde vaki’ olmuşdur. Bu 

takdirce müddet-i ömürleri doksan beş yıl olur…

3

Reşahat’da Yusuf-ı Hemedânî’nin keşif ve keramet sahibi olduğu, Bağdad, 

Isfahan, Irak, Horasan, Semerkand ve Buhara’da ifade ve istifadeye meşgul, 

hadis-i şerifde sened-i âlî tahsil ettiğini, Müslümanlara vaaz ve nasihat ey-

leyip halka faydalı işler yaptığı bildirilir.  Vaaz ve irşat faaliyetleri esnasında 

daha çok Merv’de ve Herat’da ikamet etmektedir. Yine bu eserin bildirdiğine 

göre, Herat’tan Merv’e gitmek üzere yola çıkmış fakat yolda vefat etmiş ve 

o mahalde defnedilmiştir. Hâcenin müridlerinden Ibn-i Neccâr isimli bir zat 

daha sonra Hâce’nin kabrini Merv’e nakletmiştir ve şimdiki medfeni pek çok 

misafirin ziyaretgahı olmuştur. Vefatına yakın sırasıyla önce Abdullah-ıBerkî, 

3

  Mevlana Safiyüddin, Reşahat Aynü’l-Hayat, Istanbul 1291, s. 14-15.



250  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

sonra Hace Hasan Endakî, Hace Ahmed Yesevî ve Hace Abdulhalik Gocdvânî 

olmak üzere dört halifesini yerine geçmek üzere tayin etmişlerdir.

4

Abdulhalik Gocdvani’nin risalesinde, Yusuf Hemedânî’nin vefatı daha açık 



şekilde anlatılmaktadır:

Hazret-i  Şeyh  Yusuf  Hemedânî’nin  vefatı  Muharrem  ayının  28. 

Perşembe günü idi. Öğle namazını kıldılar. Sırtlarını mihraba dayayıp 

müridlerine ‘su ısıtın!dediler. Müridler ağladılar. Sonra şeyh hazretleri 

yüzünü Abdullah Barakî, Hasan Endakî, Ahmed Yesevî ve bu fakîr Ab-

dulhâlik’a ve orada bulunan diğer dostlarına çevirip şöyle buyurdular: 

‘Biz yerimize vekil olarak Hâce Abdullah Barakî’yi seçtik. Ona muvâ-

fakat etmeniz gerekir, muhalefet etmeyin. Irşad postunda hilafet sırası 

size gelince güzel ve mutlu yaşayın, müritlere kalp zikri yapmalarını, 

yüksek sesle zikretmemelerini söyleyin. Sultan Sencer b. Melikşâh için 

yazılan  âdâb  ile  ilgili  hususları  kendi  müridlerinize  de  anlatın!’  son-

ra  mübarek  yüzlerini  Hace  Ahmed  Yesevî’ye  çevirip:  ‘Fâtır,  Yâsin  ve 

Nâziât sûrelerini okuyun’  dediler. Hatim sona erince dostlarından bir 

feryad yükseldi. Sonra şeyh hazretleri: ‘Hak Teâlâ’nın öyle kulları vardır 

ki onların can verişini Allah’tan başka kimse bilmez’  buyurup şu beyti 

okudular: Senin diyârında âşıklar öyle can verirler ki / oraya ölüm me-

leği asla sığmaz. Sonra büyük şeyhin yüzünde bir değişiklik zuhur etti. 

Hace Abdullah Barakî müritlere baktı ve: ‘siz çıkın’ dedi. Sonra şeyh 

‘beni bu eve defnedin, namazımı Mescid-i Câmî’de kılın, kızımı Seyyid 

Şerefüddin’in  oğlu  ile  evlendirin’buyurdular.  Şeyh  efendinin  hanımı, 

kendisinden kırk gün önce vefat etmişti. Onu Çâkerdîze’de defnetmiş-

lerdi.  Sonra  şöyle  buyurdular:  ‘Beni  Hâce  Abdullah  Barakî  gasletsin, 

kabre de Hâce Hasan Endakî indirsin.’…

5

Feridüddin  Attar’ın  Tezkiretü’l  Evliya  isimli  eseri  yazmasına  vesile  oldu-



ğu,  dervişleri  arasında  Senâî  gibi  meşhur  şairlerin  bulunması  yine  Heme-

dânî’nin dönemindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Hatta Selçuk-

lu hükümdarı Sultan Sencer’in, Hemedânî’nin tekkesine 50.000 dinar bağışta 

4

  Safiyüddin Mevlana, a.g.e., s. 15. 



5

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî, Rutbetü’l-Hayat – Hayat Nedir, (Çeviren: Necdet Tosun), Insan Yayınları, 

Istanbul 2000, s.49. 


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 251


bulunduğu  kaynaklarda  zikredilmektedir.  Bu  bilgi  o  dönemdeki  bazı  batinî 

akımlara karşı devletin mücadelesi yanında Sünnî âlim ve mutasavvıfların da 

bu konuda desteklendiğini göstermesi açısından önemlidir.

6

Hemedânî’nin  yolunu  devam  ettiren  halifesi  Abdulhalik  Gocdvânî’nin, 



hocası hakkında kaleme aldığı Makâmât-ı Yusuf-ı Hemedânî isimli eserde onun 

fizikî görünüşünü de anlatır: Esere göre Hemedânî, uzun boylu, kumral sa-

kallı zayıf biridir, yünden ve daima yamalı elbise giyer, dünya işlerine ehem-

miyet vermez, padişahların ve büyüklerin evlerine gitmez. Eline ne geçerse 

muhtaçlara verir, kimseden bir şey kabul etmez. Yetmiş sene bekar yaşamış, 

daha sonra evlenmiş ve hanımı kendisinden kırk gün önce vefat etmiştir. Her-

kese  karşı  çok  iltifat  eder,  halim  ve  merhametli  davranır,  misafirlere  kendi 

vilayetlerindeki dervişler ahvalini sorar. Kalben zikrederek nefsini hapsettiği 

cihetle çok terlerdi. Daima Kuran-ı Kerim okumakla meşguldü: Gatfer mahal-

lat-ı müştemilatından Hoşdud denilen yerden camiye kadar bir hatim indirir, 

mescid kapısından Hoca Hasan Endakî ve Hoca Ahmed Yesevî hanesine va-

rıncaya kadar Bakara suresini okurdu. Geri dönerken Âl-i Imran suresini hat-

mederdi. Kendi mescidinden dervişler hücresine gelirken bu yedi yüzayaktan 

ibaret olan mesafede bir cüz Kuran okurdu. Arada yüzünü Hemedan’a çevirir 

ve çok ağlardı. Selman Farsî’nin asası ile sarığı kendisinde idi. Her ay başında 

Semerkand mollalarını çağırarak onlarla şeriat sohbeti yapardı. Hazret-i Hı-

zır, daima musahibi idi. Ağrılara ve yaralara ilaç yapar, sıtma için muska ya-

zar, herkesin derdine yetişmeğe çalışırdı. Türk ve Tacik bütün köylülere dinin 

farzlarını öğretmekten üşenmez, daima hocalıkla meşgul olurdu. Islamiyetin 

bütün esas akidelerini tevilsiz kabul ediyor, daima riyazet ve mücahede halin-

de bulunuyor, Hazret-i Peygamber’in (S.A.V) ve ashabının yollarına gitmeyi 

müridlerine tavsiye ediyordu. Kalbi bütün mahlukat için derin bir mahabbet-

le dolu idi: Hıristiyanlar’ın ateşperestlerin evlerine giderek onlara Islamiyetin 

büyüklüğünü anlatır, her şeye sabır ve tahammül eder, herkese karşı hürmet 

ve mahabbet gösterir, ağzından hiçbir fena söz çıkmazdı. Ehl-i kıbleden kim-

seyi tekfir ettiği görülmemişti. Fakre meyilli idi, altın ve gümüş eşya kullan-

maz, fakirlere zenginlerden daha fazla itibar eder, odasında hasır, keçe, ibrik, 

iki yastık ve bir tencereden başka bir şey bulundurmazdı. Müridlerine daima 

6

  Necdet Tosun, ‘Yusuf el-Hemedânî’, DİA, c. , s.12-13. 



252  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

çehar-yar’ın menkabe ve faziletlerinden bahseder, onlara namaz, oruç, zikir, 

riyazet ve mücahede tavsiye ederdi.

7

Hoca Ahmed Yesevî’nin Yusuf Hemedâni’ye intisabı 27 yaşları civarında-



dır. Divan-ı Hikmet’teki on bir kıtalık şiiri Yesevî’nin bu intisabını ve daha 

sonraki macerasını anlatmaktadır: 

Yâ ilâhım hamdıng birle hikmet ayttım

Zâtı ulug hâcem sıgngp kildim sanga

Tevbe kılıp günahımdın korkup kayttım

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk birimde ihlâs kıldım yol tapay dip

Erenlerdin her sır körsem min yapay dip

Pîr-i mugân izin alıp min öpey dip

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk ikide tâlib bolup yolga kirdim

İhlâs birle yalguz Hakk’a köngül birdim

‘Arş u Kürsî Levh’din ötüp kalem kizdim

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk üçümde Hak’nı izlep nâle kıldım

Köz yaşımnı akuzuban jâle kıldım 

Beyâbânlar kizip özüm vâle kıldım

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk törtümde muhabbetni bâzârıda

Yakam yırtıp yıglap yördüm gülzârıda

Mansûr yanglıg başım birip ‘ışk dârıda

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk bişimde sindin hâcet tilep kildim

Tevbe kıldım her iş kıldım hatâ kıldım

Yâ ilâhım rahmetingni ulug bildim 

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

7

  Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 



1984, s.70-71.

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 253


Kırk yitimde yiti yakdın haber yitti

Sâkî bolup câm-ı şarâb hâcem tuttı 

Şeytan kilip nefs hevânı özi yuttı

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk sikizde ‘aziz candın bîzâr boldum

Güneh derdi kesel kıldı bîmâr boldum

Ol sebebdin Hak’dın korkup bîdâr boldum

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kırk tokuzda ‘ışkıng tüşti köyüp yandım

Mansûr-sıfat hayl u hîşdin kaçıp tandım

Türlüg türlüg cefâ tigdi boyun sundım

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

İlliğimde ir min didim fi’lim za’if

Kan tökmedim közlerimdin bağrım izip

Nefsim üçün yörer irdim it dik kizip

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

Kul hâce Ahmed ir bolsamang ölgen yahşı

Kızıl yüzüng kara yirde solgan yahşı

Tofrak-sıfat yir astıda bolgan yahşı 

Zâtı ulug hâcem sıgnıp kildim sanga

8

Hoca Ahmed Yesevî’nin bu hikmetinde, Yusuf Hemedânî’ye derviş olması 



sadece bir nakarat olarak zikredilirken daha çok kendi ahvalinden bahsedil-

mektedir. Yusuf Hemedânî’nin kendisinden sonra bıraktığı dördüncü halifesi 

ve bugünkü Nakşıbendi Silsilesinde ismi geçen halifesi Abdulhalik Gocdva-

ni’nin Makâmât-ı Yusuf Hemedânî isimli eserinde ise şeyhi hakkında daha çok 

malumata sahip olmaktayız.

9

 Abdulhalik Gocdvani, bu küçük risalesine baş-



larken Yusuf-ı Hemedâni’ye intisabını şu şekilde anlatır:

8

  K. Eraslan, Divan-ı Hikmet, S.82-86; Yusuf Azmun, Divan-ı Hikmet, Tek-Esin Yayınları, Istanbul 



1994, s. 129-131. 

9

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî, a.g.e.



254  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

‘…aldanış,  neşelenme,  nefsânî  duyguların  ve  şeytânî  vesveselerin 

galip gelme zamanı olan gençlik yıllarında bu fakirin gönlüne ansızın 



lütuf  Allah’ın  elindedir,  onu  dilediğine  verir  âyetinin  cezbesi  ve  hakikatı 

arama isteği doğdu. Allah şerefli işleri sever cümlesinin gereği ve Allah ile 



sohbet et ( eğer Allah ile sohbet edemiyorsan O’nunla sohbet edenlerle sohbet 

et) sözünü idrak etmenin azmi beni kararlı hale getirdi. Gaybın ilham 

vericisi, bu çaresizin düşünce sayfasına hidayet kalemiyle şunu nakşe-

diyordu: bu ikramlara ve nasibe kavuşmak, bu saadete ulaşmak, ger-

çek bir sûfîye tabi olmadan ve şefkatli bir efendinin peşine düşmeden 

mümkün değildir. Kim bir şeyi ister ve ciddiyetle azmederse onu elde eder sö-

zünün doğru hükmü ve Allah dilediği insanı nuruna ulaştırır nişânı üzere 

müritlik başımı, o velîlik kubbesi, hidâyet ka’besinin saf kulu, mürşid-i 

samadâni Şeyh Yusuf Hemedânî’nin ayağına koydum…’

10

Abdulhalik Gocdvani, daha sonra padişah, vezir, âlim, zâhid, derviş, avâm 



ve havâs herkesin bu büyük şeyhe tabi olmaları gerektiğini, çünkü Yusuf He-

medânî’nin kesinlikle Hz. Peygamber (S.A.V)’in dinine muhalef etmediğini, 

sahabe  ve  tâbiûn,  tebe-i  tâbiûn  ve  selef-i  sâlihine  uyarak  yaşadığını  söyler. 

Dahası kendisine tabi olanları da Hz. Peygamber(S.A.V)’in yoluna davet etti-

ğini, onları nefsâni arzulara uymaktan, bid’atdan, şeriata muhalefetten, batıl 

ve fitne ehli insanların yolundan ve mukallidlerin taklidinden sakındırdığını 

belirtir. Yine bu esere göre Yusuf Hemedânî ‘bu yol Hz. Ebu Sıddık’ın yolu-

dur.  Asır  be-asır  bize  ulaşmıştır  ve  tâ  kıyamete  dek  devam  edecektir..’  de-

mektedir. Ayrıca kendisine kadar gelen silsileyi de şöyle sıralar: önce Hz. Ebu 

Bekir’in kalbine, ondan Selmân Farsî’ye, ondan Cafer-i Sâdık’a, ondan Sultan 

Bâyezıd’e, ondan Şeyh Ebu’l-Hasan Harakânî’ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali 

Fârmedî Tûsî’ye ve ondan da Yusuf Hemedâni’ye ulaşmıştır. Bu silsilede her 

ne kadar bu efendilerden başka aziz insanlar varsa da özellikle bunların se-

çilmesinin sebebi, onların mükaşefe ve müşahedede bu silsilenin önde gelen 

şahsiyetleri olmalarındandır şeklinde bir açıklama da yapar. 

11

Abdulhalik  Gocdvani,  şeyhi  hakkında,  yukarıda  bir  kısmını  verdiğimiz 



tasvirden başka daha teferruatlı bilgiler verir: Onun fizikî tasvirinden başka, 

güzel ahlakına ait de birçok özelliğini sayar. Şeyhinin şeyhi Ebu’l-Hasan Ha-

10

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s.37-38. 



11

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî, a.g.e.,  s.39.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 255


rakânî’yi gördüğü ve cehrî zikir yapmadığına dair bilgi de bu bölümde anla-

tılır. Küçük fakat Yusuf Hemedânî’yi çok güzel tasvir eden bu risalede, Yusuf 

Hemedânî’nin Perşembe ve Cuma geceleri ile bayram akşamları büyük zatları 

ziyaret etmeleri, arpa ekmeği, darı ekmeği ve çekirdek yağı ile kırk günde bir 

defa tavuk eti veya koyun eti yemeleri, çizme imalatı ve çiftçilikle geçindi-

ği, eline geçeni fakirlere, yetimlere verdiği ve dilenmeği sevmediği, dünyayı 

imar için uğraşmadığı, insanlara devamlı hayrı tavsiye ettiği, keramet ve ve-

liliği göstermediği, davete icabet ettiği, övünmeyi sevmediği, kabir ziyaretine 

sıklıkla gittiği, Kuran’ı çok okuduğu gibi birçok hususiyeti anlatılır. Yine bu 

risaleye göre, 38 defa yaya olarak hacca gitmiş ve 8000 putperesti Müslüman 

etmiştir.

12

M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eserinde Ah-



med Yesevî’yi anlatırken, Yusuf Hemedânî’nin birçok özelliğinin kendisinde 

bulunduğunu zikreder. Köprülü’ye göre bu iki büyük mürşidin tarihî ehem-

miyeti şöyle izah edilmiştir:

‘..Yesevîlik yani Türk sûfîliği, Acem kültürünün hüküm sürdüğü bir 

sahada ve büyük bir Acem mutasavvıfının kuvvetli tesiri altında doğdu, 

lakin ancak üç göbekten beri Islamiyet’i kabul etmiş Şeyh Yusuf Heme-

dânî, eski Hind ve Iran akidelerini Islamiyet esaslarıyla telif ve tevile 

çalışan o geniş ve serbest düşünceli Acem mutasavvıflarından değildi. 

Kelimenin bütün manasıyla, şer’i ilimlerde çok derinleşmiş bir Hadis 

alimi olduğu için, Kitab ve Sünnet’i herşeyin üstünde tutuyor ve tevili, 

ancak şeriatçıların kabul edebilecekleri daireden ileriye götürmüyordu. 

Işte daha sonraları Yesevîlikte hakim olan esasları burada aramalıdır. 

Şeyhinin fikirleriyle tamamen dolmuş ve esasen büyük bir âlim olan 

Hoca Ahmed Yesevî Yesi’ye döndüğü zaman, o fikirleri yaymağa ve tel-

kine çalşıtı ve az zamanda büyük bir başarı kazandı. Islamiyet dairesine 

yeni giren ve felsefî fikirlerin inceliklerinden henüz bir şey anlamayan 

basit ve sade bir çevrede, yine aynı mahiyette basit ve sade dini ve ah-

lakî esasları telkin eden, daha doğrusu dinî ve ahlakî propaganda yapan 

bir tasavvuf meslekinin bu başarısı tabiî idi. Bilhassa Ahmed Yesevî, 

halka anladığı bir lisan ve alışmış olduğu edebî şekillerle hitabediyor-

du; bundan dolayı başarısı bir kat daha büyük oldu. 

12

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s. 37-50. (Köprülü bu bilgileri biraz mübalağalı bulmaktadır.)



256  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

Yesevîlik hiçbir zaman ince ve derin bir Panteizm neşir ve telkinine çalış-

mamış olduğu gibi, onda, çeşitli kaynaklardan gelen çeşitli akidelerin kaynaş-

masından hasıl olma bir takım fikir ve telakkîlere de rastlanamaz. Kurucu-

sunun şahsiyetinden başka, geliştiği sahanın manevi ve fikrî tarihi de, böyle 

birşeye hiç elverişli değildi. Eski bir din ve onun doğurduğu yüksek bir felsefe 

ile asırlarca alışkanlık hasıl eden, uzun müddet çeşitli medeniyetlerin med 

ve  ceziri  altında  kalarak  onların  manevi  rüsûbuyle  yakından  alakadar  olan 

çevreler için mümkün ve hatta tabii olan bu hal, Ahmed Yesevî’nin yetiştiği 

asırdaki Türk çevresi için hemen hemen tamamıyle imkansızdır. 

Türkler o zamana kadar Hind, Çin, Iran hatta bir dereceye kadar Hıristiyan 

fikir ve akidesi ile temas etmiş olmakla beraber, onları kendilerine hiçbir su-

retle mal etmemişlerdi; kendilerine has olan eski iptidâî dinin basit telakkileri 

Türkleri tatmine yetiyordu; bu yüzden yeniden yeniye alışmağa başladıkları 

Islam esas akidelerinin dışına çıkmak, o kadrodan taşmak için hiçbir ihtiyaç 

duymuyorlardı. Ahmed Yesevî’nin irşad sesinin ilk aksettiği yer olan Seyhun 

sahasında eskiden bir takım Budist manastırları bulunması, Yesevîlik üzerin-

de ufak bir Hind Tesiri bulunmasını bile intaç etmemiştir ve edemezdi; yalnız, 

Ahmed Yesevî ve halifeleri tarafından yayılan Yesevîlik esas telakkîlerinde de-

ğil, fakat halk arasında yayılmış olan bir takım Yesevî menkabelerinde eski 

iptidâî dinin bazı izlerine rastlanıyor ki, bu da beşeriyetin dinî gelişme tari-

hinde umumiyetle rast gelinen tabii bir hadisedir. Yesevîlikten epeyice zaman 

sonra kurulan ve yayılan ve onunla pek sıkı bağlantıları, benzerlikleri bulunan 

Nakşbendîlik de, Yesevîlikle aynı vasıfları hâizdir diyebiliriz…’

13

Yusuf Hemedânî’nin dönemindeki tesirini anlatan daha pek çok eser mev-



cuttur. Yusuf Hemedânî’nin risalelerini yayınlamış olan Dr. Muhammed Emin 

Riyâhî, onu çağdaşları arasında en fazla Gazâlî’ye benzetmiştir: Aynı şeyhten 

yani Ali Farmedî’den feyz almış bu iki büyük mutasavvıftan Gazâlî, Nişabur 

Nizâmiye Medresesi’nin önde gelenlerinden, Hemedânî ise Bağdat Nizâmiye 

Medresesi’nden yetişenlerindendir. Her ikisi de şeriatten başlamışlar, tarika-

ta ulaşmışlardır. Gazâlî daha çok eser sahibidir ve bu sayede adını ebedîleş-

tirmiştir.  Hemedânî  ise  medreseden  tekkeye  giden  ve  ömrünü  daha  ziyade 

mürid yetiştirmekle geçiren gönül ehli bir insandır. Yazılı eserlerinin fazla ol-

mayışı bu yüzdendir. Öte yandan onun tekkesine “Horasan’ın Kabesi” lakabı 

13

  Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 115-116. 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 257


verilmiştir. Kuzeydoğu Iran’daki Nakşbendî tarikatı ile Anadolu’daki Yesevî 

tarikatına bağlı pirlerin yetişmesi, onun tesirini açıkça göstermektedir.

14

‘..her ikisi de büyük sûfî ve âlim idiler. Tasavvufu sâde ve süssüz 



sözler şeklinden, medreseli tarikatı şeklinde şeriata uygun ve kuralla-

rı derlenmiş bir konuma getirdiler. Bahsedilen aynı yolda eğer Gazâlî 

eserlerinin çokluğu nedeniyle daha meşhur olmuş ise, Hâce Yusuf da 

daha  çok  mürid  yetiştirmesi  nedeniyle  tasavvufî  yönden  daha  önde-

dir ve tasavvuf adını sona erdirip tarikatlar dönemine geçişi sağlama 

rütbesine sahiptir. Şu noktayı da göz önünde bulundurmak gerekir ki 

Yusuf Hemedânî, hayata ve muhtemelen irşada da Gazâlî’den on sene 

önce başlamıştır.’

15

Yine Dr. Muhammed Emin Riyâhî, Hemedânî’nin Feriduddin Attar üze-



rindeki tesirinden de bahsetmektedir. Attar, Tezkiretü’l-Evliyâsında dönemin-

deki  sûfîlerin  isimlerini  anmaktan  kaçınmış  olmasına  rağmen  Hemedânî’yi 

iki yerde zikretmiştir. Bunlardan ilki, kitabı yazma sebebini anlattığı kısımdır. 

Attar, Yusuf Hemedânî’ye, bir mecliste sorulan, ‘bugünler geçerse ve bu tâife 

yüzlerine perde çekip göçerse selamette kalmak için ne yapalım?’ sorusuna 

cevaben ‘onların sözlerinden hergün sekiz varak okuyunuz’ demiştir. Bu ce-

vap Attar’ın eserini telif sebeplerinden biri olmuştur. Ayrıca Attar, Mantıku’t-

tayr’da da Yusuf Hemedânî’den üç ayrı yerde, sinesi pak, gönlü âgâh, gönül 

aydınlatan ışık, asrın imamı, dünya sırlarının sahibi gibi hürmet ve muhabbet 

ifade eden sözlerle bahseder.

16

Hemedânî’nin  Rutbetü’l-Hayat  isimli  eserinde  bir  takım  mühim  sorulara 



verdiği cevaplarla karşılaşırız. Aslında bu risaledeki üslup, Nakşbendî Tarika-

tının daha sonraki şeyhlerinden Imam-ı Rabbânî’nin Mektubat’ını hatırlatır. 

Imam-ı Rabbânî daha geniş ölçüde dönemindeki bazı sorulara mektuplarla 

cevap vermişken, Hemedânî’nin risalesinde 14 temel mesele ile özetlenmiş 

bir metin karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki ve en mühimi, eserin adını 

da veren, canlı kimdir ve hayat nedir sorusudur. Hemedânî’nin bu soruya verdiği 

cevap ise şu şekildedir: 

14

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s.10. 



15

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s. 20. 

16

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s. 14-15. 



258  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

‘Bilesin  ki,  basiret  ve  yakîn  ehline  göre  canlı,  avunup  teselli  olan 

kişidir.  Hayat  da  avunmak  ve  teselli  olmaktır.  Yedi  kat  gök  ve  yerin 

mahlukatı, teselli ve huzur bulma konusunun özünde hem-fikirdirler. 

Ancak teselli olma ve huzur bulmayerleri farklı farklıdır. Herkesin ken-

di makam ve durumuna göre bir teselli yeri vardır. Insan onun varlığı 

ile huzur bulur, rahatlar ve sakinleşir. Onu kaybettiği zaman muzdarip 

ve huzursuz olur. Onunla rahatlayıp gönlü sıkıntıdan kurtulduğu için 

Hak yolunun yolcuları olan Peygamberler şöyle demişlerdir: ‘falan kişi, 

falan şeyle canlıdır, onunla yaşamaktadır.’ Bu, canlıyı ve hayatı tanıma-

da genel bir kâidedir…’

17

Bundan başka eserde, günümüzde de hala tartışılan şu bölümlere yer ve-



rilir: 

 

- Akıl, idrak ve temyiz gücü ile müşerref olan insanın hayvan, vahşî ya-



ratıklar ve böceklerle aynı sınıfta bulunmaktan utanması, onların teselli me-

kanlarında avunmaktan sıkıntı ve üzüntü duyması gerekir. 

 

- Ademoğullarının  sıcak,  soğuk,  fayda  zarar,  açlık,  susuzluk,  çıplaklık, 



heva ve arzularında bu derece hür ve serbest olmalarına rağmen bunlardan 

yola çıkarak Islam’ın hakikatına ulaşmamaları asla doğru olmaz. 

 

- Iman ve Islam aynı şey midir? 



 

- Kalbî tefekkür ve bâtınî müşahede kulun gayreti ile mi olur, yoksa Hak 

Teâlâ’nın vergisi ve ihsanı mıdır?

 

- Imanî yaşantının kuruluşunda en önemli unsur olan tefekkür ve kalp 



gözüyle görme ne derece doğrudur, bu keşfin sıhhati nedir?

 

- Hangi zikir tefekkürden, hangi tefekkür de zikirden üstündür?



 

- Ihsan mertebesinin hakikati nedir?

 

- Ihsanî terbiyenin mekanı olan gönül ve ruhun izahı. 



 

- Bütün mahlukatın Hz. Adem yaratıldığında ona hayran kalması. 

 

- Kulun, gücü yetmeyeceği emir ve yasaklar karşısındaki durumu. 



18

Hemedânî’nin bu eserinden başka iki küçük risalesinde de tarikat adabın-

dan bahsedilmiştir. Bu risalelerde müride açlık ile nefsin terbiyesi, az uyu-

mak, devamlı abdestli olmak, helal lokma kazanma gibi nasihatlerde bulu-

17

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e., s.53-54.



18

  Hâce Yusuf-ı Hemedânî,a.g.e.



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 259


nulmuştur. Sâlikin şeytan, dünya ve nefis gibi batinî düşmanlarla mücâhede 

etmesi salık verilmiştir. 

19

 

Son olarak, büyük mutasavvıf Yusuf Hemedânî, ‘O, göklerde ve yerde olan 



herşeyi, kendi katından (bir lütuf olarak) sizin emrinize verdi’ ayet-i kerime-

sini şöylece açıklar: 

‘Buradaki sizin kelimesi ile Âdemoğlu kastedilmektedir. Ayetin ma-

nası şudur: Bütün bunları sizin için yarattım. Çünkü sizin bunlara ve 

herşeye ihtiyacınız vardır. Sizi ve sizin dışınızdaki mahlûkatı bu şekilde 

ben yarattım. Siz kâinatın kralları ve efendilerisiniz. Çünkü kâinat sizin 

emrinize ve hizmetinize sunulmuştur. Öte yandan siz kâinatın kölesi-

siniz. Zira kâinata muhtaçsınız. Oysa ben hiçbir şeye muhtaç olmadı-

ğım için sizden ve sizin için yarattığım tüm varlıklardan üstünüm.’ 

20


Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin