Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə67/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   73

Sonuç:
D-dimer yüksekliği mide kanserinde kötü prognostik bir faktör 
olabilir. Hasta sayısının az olması çalışmanın kısıtlayıcı yönüdür. 
Sonuçların  fazla  hasta  sayısı  olan  çalışmalarla  desteklenmesi 
gerekir.
EP-312
19 YAŞINDA WİLMS TÜMÖRÜ OLGUSU
FATİH TEKER 
1
, DİLEK ERDEM 
1
, BAHİDDİN YILMAZ 
1
, İDRİS 
YÜCEL 
1
, GÜZİN DEMİRAĞ 
1
, MEHMET KEFELİ 
2
, YASEMİN 
TÜRKMEN 
1
 
 

ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ 
ONKOLOJİ BÖLÜMÜ 

ONDOKUZMAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ 
ANABİLİM DALI
Amaç:
Wilms tümörü(WT) çocukların en sık görülen böbrek tümörü 
olmasına karşın erişkinlerde oldukça nadir görülmektedir. WT 
çocukluk  çağı  malignensilerinin  %8  ini  oluşturur.  Erişkinlerle 
ilgili veriler literatürde vaka bazında olduğundan görülme sıklığı 
ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Bu yazıda sağ yan ağrısı 
şikayetiyle başvurup sağ radikal nefrektomi yapılan ve WT tanısı 
aldıktan sonra adjuvant kemoterapi başlanan 19 yaşında kadın 
hasta  kaleme  alınmıştır.  WT’de  erken  tedavi  seçeneklerinin 
uygulanması  hastanın  sağkalımı  bakımından  yaşamsal  önem 
taşımaktadır.  Bu  nedenle  az  görülen  bu  hastalığın  sunulması 
uygun görülmüştür.
Gereç ve Yöntem:
Vaka:19 yaşında kadın hasta kilo kaybı ve yan ağrısı şikayetleriyle 
başvurduğu  merkezde  yapılan  Tüm  batın  ultrasonografisinde 
sağ  böbrekte  10X5  cm  boyutlarında  kitle  tespit  edilmiş. 
Üroloji  tarafından  sağ  radikal  nefrektomi  yapılmış.  Patoloji 
sonucu  Wilms  tümörü  olarak  raporlanması  üzerine  hasta 
onkoloji  bölümüne  yönlendirilmiş.  Polikliniğimize  başvuran 
hasta  National  Wilms  Tümör  Study  Group(NWTS)  evreleme 
sistemine  göre  Evre-II  wilms  tümörü  olarak  kabul  edildi  ve 
AVE(actinomycin, vincristine, etoposid) kemoterapisi başlandı. 
Bulgular:
WT’de  klinik  olarak  en  sık  görülen  belirtiler  yan  ağrısı  ve 
hematüridir.  Çocuk  yaş  grubuna  kıyasla  erişkinlerde  hastalık 
daha  ileri  evrelerde  karşımıza  çıkar.  WT  blastemik,  epitelyal 
ve mezenkimal tipte olabilir. Hastalığın klinik gidişini evresi ve 
histopatolojik tipi ve anaplazi olup olmaması belirler. Anaplazi 
odakları içeren, blastemal bileşeni baskın tümörler daha kötü 
seyretmektedir. Ayrıca yaşın büyük olması yüksek relaps riski 
ile doğru orantılıdır.Spesifik bir markırı olmayan bu hastalığın 
tedavisi evresine bağlıdır. 
Sonuç:
Bu  olgu  literatürde  az  sayıdaki  WT  olgusuna  bir  katkı 
olarak  sunulmuş  ve  erişkin  renal  kitlelerin  preoperatif 
değerlendirilmesinde WT’nün de akılda tutulması gerektiğine 
bir vurgu yapılmaya çalışılmıştır.
EP-313
ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ’NDE TAKİP EDİLEN 
EWİNG SARKOM TÜMÖR AİLESİ HASTALARININ 
GENEL ÖZELLİKLERİNİN VE TEDAVİ SEÇENEKLERİNİN 
DEĞERLENDİRİLMESİ
ÜMMÜGÜL ÜYETÜRK 
1
, KAAN HELVACI 
2
, ÖZLEM SÖNMEZ 
2

BURÇİN BUDAKOĞLU 
2
, ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN 
2
, BERNA 
ÖKSÜZOĞLU 
2
 
 

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ,İÇ 
HASTALIKLARI AD,BOLU 

ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ 
ONKOLOJİ KLİNİĞİ,ANKARA
Amaç:
Ewing  sarkom  (ES)  özellikle  çocuklar,  adölesan  ve  genç 
erişkinlerde görülen kemiğin oldukça maligne bir tümörüdür. 
Ewing sarkom tümör ailesini (ESTA) ES, primitif nöroektodermal 
tümör (PNET), Askin Tümörü, kemiğin  PNET’i ve ekstraosseöz 
ES  oluşturmaktadır.  Bu  çalışmada  kliniğimizde  takip  edilen 
ESTA’inin  genel  özelliklerinin  ve  tedavi  seçeneklerinin 
değerlendirilmesi amaçlandı.

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
283
Gereç ve Yöntem:
Şubat  2008-Eylül  2011  tarihleri  arasında  kliniğimizde  ESTA 
tanısı alan hastalar retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
Bu  süre  içinde  19  hastanın  ESTA  tanısı  aldığı  bulundu. 
Hastaların ortanca yaşı 25 yıl (min:16-maks:66), 17’si (%89.5) 
erkek, 2’si (%10.5) kadındı. Tümörün başlangıç yeri 7 hastada 
(%36.8)  osseöz,  12  hastada  (%63.2)  ekstraosseözdü.  Osseöz 
yerleşimli olan hastalardan 2’si (%28.5) ekstremite, 5’i (%71.5) 
santral  aksis,  ekstraosseöz  yerleşimli  olanların  7’si  (%58.4) 
yumuşak doku, 3’ü (% 25) torako-pulmoner bölge, 1’i (%8.3) 
uterus, 1’i (%8.3) beyin yerleşimliydi. Ondokuz hastanın 5’inde 
(%26.3)  tanı  anında  metastaz  mevcuttu.  Hastaların  7’sine 
(%36.8)  cerrahi  ve  kemoterapi,  6’sına  (%31.6)  radyoterapi 
ve  kemoterapi,  3’üne  (%15.8)  cerrahi,  radyoterapi  ve 
kemoterapi,  2’sine  (%10.5)  sadece  kemoterapi,    1’ine  (%5.3) 
sadece  cerrahi  tedavi  uygulandığı  görüldü.  Birinci  basamak 
kemoterapi  olarak  16’sına  (%84.2)  siklofosfamid-adriyamisin-
vinkristin  ile  ifosfamid-etoposid  kemoterapilerinin  alterne 
olarak  uygulandığı  tespit  edildi.  Hastaların  ortanca  14.05  ay 
(min:1-maks:38) takip süresi olduğu, bu takip süresi içinde 2 
hastada (%10.5) progresyon geliştiği, hastalık progresyonu ve 
febril nötropeniye bağlı da 2 hastanın (%10.5) eksitus olduğu 
görüldü.
Sonuç:
ESTA  nadir  görülen  ve  kompleks  tedavi  gerektiren  bir  grup 
tümördür. Tedavi indüksiyon kemoterapisi (3-6 kür), bunu izleyen 
lokal tedavi (cerrahi, radyoterapi veya ikisinin kombinasyonu) 
ve konsolidasyon tedavisi (8-10 kür) şeklinde uygulanmaktadır. 
En  sık  kullanılan  kemoterapi  ilaçları  adriyamisin,  vinkristin, 
ifosfamid,  etoposide,  daktinomisin  ve  siklofosfamidtir.  Yeterli 
takip süresine ulaşamayan hasta grubumuzun kötü prognostik 
özellikler(yaşın daha ileri olması, ekstraosseöz yerleşim, osseöz 
yerleşimde  santral  aksis  yerleşimi  gibi)  kemoterapi  ve  lokal 
tedavilerin  uygulanmasına  rağmen  daha  kısa  hastalıksız  ve 
genel sağkalım sürelerine sahip olabilecekleri öngörüldü.
EP-314
MALİGN HEMANJİOPERİSİTOMALI İKİ OLGU SUNUMU
LÜTFİYE DEMİR 
1
, ALPER CAN 
1
, AHMET DİRİCAN 
1
, VEDAT 
BAYOĞLU 
1
, MURAT AKYOL 
1
, YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK 
1
, ÇİĞDEM 
ERTEN 
1
, MUSTAFA OKTAY TARHAN 
1
 
 

İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ 
ONKOLOJİ KLİNİĞİ 

İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 
PATOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Hemanjioperisitoma  nadir  olup  tüm  vasküler  neoplazmların 
yaklaşık  %1’ini  oluşturmaktadır.  Çoğunlukla  deri,  yumuşak 
dokular, ekstremite kasları, retroperitoneum ve pelvik fossadan 
kaynaklanır.
Bulgular:
Vaka-I:  66  yaşında  kadın  hasta  vajinal  kanama  ve  8-10  cm 
çapında uterin kitle bulgularıyla Nisan 2010 ‘da opere edilmiş; 
patolojik  incelemede  immunohistokimyasal  olarak  CD34 
diffuz pozitif, desmin ve aktin fokal pozitif saptanan, Ki67 %40 
düzeyinde olan uterin hemanjioperisitom saptanmış; lenf nodu 
disseksiyonu  reaktif  saptanan  hastaya    adjuvan  radyoterapi 
verilmiş.  Tanıdan  6  ay  sonra  baş  dönmesi  şikayeti  ile  acile 
başvurduğunda  MR  da  suboksipital  hematom  ve  multipl 
hemorajik kitle lezyonları ayrıca BT’ lerinde akciğer, karaciğer, 
böbrek ve dalakta multipl hipodens kitleler saptandı. Hastaya 
Siklofosfamid, Vincristin, Dakarbazin, Doksorubisin den oluşan 
kombinasyon  kemoterapisi  (modifiye  CYVADİC)  başlandı.  7. 
Aydan sonra yeni oluşan sağ kol paralizisi ve kraniumdaki dahil 
tüm lezyonlarda progresyon gelişen hasta tanıdan 15 ay sonra  
eksitus oldu.
Vaka-II:  44  yaşında  erkek  hasta  Mayıs  2010’da  karında 
ağrı  ve  şişlik  şikayetiyle  hastaneye  başvurduğunda  batında 
böbrek  alt  uçtan  mesane  aşağısına  kadar  uzanan  22  cm  lik 
kitle  saptanarak  total  olarak  ekstirpe  edilmiş.  Operasyon 
patolojisi  malign  hemanjioperisitoma  ile  uyumlu  olan 
hastaya  adjuvan  kemoterapi  önerilmesine  rağmen  takipsizlik 
nedeniyle verilemedi. Tanıdan 8 ay sonra multipl hipervasküler 
karaciğer ve akciğer metastazları saptanan hastaya İfosfamid-
Doxorubisin kombinasyonu başlandı; 8. aydan sonra progrese 
olması nedeniyle hastaya 2. basamakta  oral Etoposid 50 mg/
m2  14  gün-  21  günde  bir  başlandı.  Hasta  şu  an  tedavinin  6. 
ayında olup tanıdan yaklaşık olarak 22 ay sonra stabil yanıtlı 
olarak takip edilmektedir.
Sonuç:
Hemanjioperisitoma  nadir  görüldüğünden  standart  rejimi 
yoktur, kemoterapiye yanıt oranları farklıdır.
EP-315
ANDİFERANSİYE PLEOMORFİK SARKOMLAR: TEK MERKEZ 
DENEYİMİ
KAAN HELVACI , ONUR ESBAH , ÖZNUR BAL , AHMET ŞİYAR 
EKİNCİ , TAHSİN ÖZATLI , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN , BERNA 
ÖKSÜZOĞLU  
 
S.B. DR A. YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM VE 
ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Andiferansiye pleomorfik sarkomlar uluslararası yıllık insidansı 
100.000  de  1.4-5’dir.  Büyük  çoğunluğu  sporadik  olarak 
gelişir. Az bir kısımda ise genetik faktörler, alınan radyoterapi 
tedavileri  ve  lenfödem  sorumlu  tutulmaktadır.  Andiferansiye 
pleomorfik sarkomlar erişkin sarkomlarının ≤%5’ini oluşturur ve 
radyoterapiye bağlı gelişen sarkomlardan en sık görülenleridir 
(%26).  En  sık  alt  ekstremitelerde  ve  derin  yerleşimli  olup  6.-
7.  dekadlarda  görülürler.  Çalışma,  merkezimizdeki  durumu 
araştırmak amaçlı planlandı.
Gereç ve Yöntem:
Kliniğimizde  2011-2012  yıllarında  takip  ve  tedavisi  yapılmış 
olan  6  andiferansiye  pleomorfik  sarkom  vakasının  dosya 
kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular:
Hastalarda E/K oranı 1/1, ortanca yaş 58,5 idi. Tümör hastaların 
%66.7’sinde  ekstremite,  %16.7’sinde  baş  boyun,  %16.7’sinde 
intraabdominal  yerleşimliydi.  Hastaların  %66.7  si  grade  3  ve 
evre 3’dü. Tüm hastalara tam rezeksiyon uygulanmış, 4 hasta 

284
adjuvan kemoterapi ve radyoterapi alırken 1 hasta postoperatif 
sadece  kemoterapi  almıştı.    Kemoterapi  olarak  3  hasta  IMA 
(İfosfamid-Mesna-Adriamisin),  1  hasta  IMET  (İfosfamid-
Mesna-Etoposit)  ve  1  hasta  da  VAC  (Vinkristin-Aktinomisin-
Siklofosfamid) tedavisi almıştı. Ortanca takip süresi 7 ay olan 
grupta  halen nüks saptanmamıştır.
Sonuç:
Hastaların  %5’i  metastatik  evrede  (en  sık  akciğer)  gelir. 
Beş  yıllık  hastalıksız  sağ  kalım  oranı  %50-60  civarındadır. 
Pleomorfik  sarkomlar  da  dahil  olmak  üzere  küratif  tedavi 
seçeneği cerrahidir. Optimal tedavi kombinasyonu veya cerrahi, 
kemoterapi ve radyoterapinin sıralaması net değilse de tedavi 
seçimi  büyük  oranda  alttip  ve  diğer  prognostik  faktörlere 
bağlıdır.
EP-316
İMATİNİBE BAĞLI PLEVRAL EFÜZYON: OLGU SUNUMU
SELAY GÜNDOĞDU BÜYÜKBAŞ , ÜLKÜ YALÇINTAŞ ARSLAN , 
BERNA ÖKSÜZOĞLU 
 
DR.ABDURRAHMAN YURTASLAN ANKARA ONKOLOJİ EĞİTİM 
VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
İmatinib mesilat, metastatik GIST tedavisinin yanı sıra yüksek 
riskli  hastalarda  adjuvan  anlamda  da  kullanılır.  İmatinib 
kullanımına bağlı plevral efüzyon nadir görülen bir yan etkidir.
Bulgular:
Sekiz  aydır  yüksek  riskli  mide  gastrointestinal  stromal  tümör 
tanısıyla  adjuvan  imatinib  tedavisi  alan  62  yaşında  erkek 
hasta,  7  gün  önce  başlayan  bacaklarda  şişlik  ve  nefes  darlığı 
şikayetiyle  başvurdu.  Hastanın  yapılan  muayenesinde;    her 
iki akciğer bazalinde solunum sesleri azalmış ve perküsyonda 
bilateral kostofenik sinüslerde matite alınıyordu. Bilateral ayak 
sırtı ve pretibial ödemi mevcuttu. Akciğer grafisinde sağda daha 
belirgin olmak üzere bilateral kostofrenik sinüslerde küntleşme 
izlendi.  Toraks  tomografisinde  bilateral  plevral  efüzyon 
saptandı.  Yapılan  ekokardiyografide  ejeksiyon  fraksiyonu 
%57  bulundu.  Transaminaz  düzeyleri  normaldi.Proteinüri  ve 
hipotirodi yoktu.İlaca bağlı plevral sıvı olabileceği düşünüldü. 
İmatinib kesildi ve hastaya ek bir tedavi verilmedi. İmatinibin 
kesilmesinin  ardından  beş  gün  içerisinde  semptomlarda 
düzelme oldu.
Sonuç:
Olgumuzda  imatinibin  kesilmesiyle  efüzyonun  kaybolması 
ilaca  bağlı  bir  efüzyon  olduğunu  düşündürdü.Klinik  tabloyu 
açıklayabilecek  diğer  nedenler  dışlandıktan  sonra  imatinib 
tedavisi  altında  plevral/perikardiyal  efüzyonun  gelişebileceği 
dikkate alınmalıdır.
EP-317
İLERİ EVRE KLASİK KAPOSİ SARKOMLU HASTALARIN BİRİNCİ 
SEÇİM TEDAVİSİNDE ORAL ETOPOSİT
FATMA ŞEN , İBRAHİM YILDIZ , LEYLA KILIÇ , SERKAN KESKİN , 
HASAN KARANLIK , ŞEREF BUĞRA TUNCER , FARUK TAŞ  
 
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Amaç:
Klasik Kaposi sarkomu (KKS) yaşlı populasyonu etkilemektedir; 
yüksek aktiviteye sahip ve rölatif olarak daha az toksik olan etkili 
tedavi seçeneklerinin geliştirilmesi önemlidir. Bu çalışmada ileri 
evre KKS’lu hastalarda oral olarak uygulanan tek ajan etopositin 
aktivitesi ve güvenliğinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Histolojik  olarak  doğrulanmış  KKS’lu  ileri  evre  hastalığı  olan 
kişiler çalışmaya alındı. Hepsinde HIV serolojisi negatif bulundu 
ve performans statusları iyiydi. Tüm hastalar günde 2 kez 50 
mg oral etopositi 10 gün boyunca aldı. Sikluslar 3 haftada bir 
tekrarlandı.
Bulgular:
Otuz  hasta  (medyan  yaş  66  ve  22  erkek/  8  kadın)  çalışmaya 
alındı.  Hastaların  çoğunluğu  metastatik  değildi,  lokal  ileri 
hastalığa  sahipti.  Tam  veya  parsiyel  yanıt  sırasıyla  hastaların 
%  10  ve  %77’inde  (genel  yanıt  oranı  %87)  saptandı.  Stabil 
yanıt  hastaların  %13’ünde  izlenirken  hiçbir  hastada  hastalık 
progresyonu izlenmedi. Tedavi iyi tolere edildi. Grad IV toksisite 
izlenmedi.  Hematolojik  toksisite  başlıca  doz  kısıtlayıcı  yan 
etkiydi. Ciddi lökopeni ve nötropeni sıklığı %7 ve %10 olarak 
saptandı.  Hiçbir  hastada  ciddi  anemi  veya  trombositopeni 
izlenmedi. Beş yıllık genel sağ kalım % 92 bulundu.
Sonuç:
Tek ajan oral etoposit etkili bir tedavi seçeneğidir, kabul edilir 
toksisiteye sahiptir ve kolay uygulanabilir. Bu nedenlerle ileri 
evre  KKS’unun  birinci  seçim  tedavisinde  tek  ajan  olarak  oral 
etoposit önerilebilir.
EP-318
BÖBREK TRANSPLANTASYONU SONRASI GELİŞEN KAPOSİ 
SARKOMU: OLGU SUNUMU
NAZİYET KÖSE , SEMİHA URVAY , DİLŞEN ÇOLAK , UĞUR ERSOY , 
MUSTAFA ALTINBAŞ  
 
DIŞKAPI YBEAH TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ
Amaç:
Kaposi  Sarkomu,  vasküler  ve  lenfatik  endotel  hücrelerinden 
kaynaklanan, nadir görülen bir kanserdir.HIV pozitif olgularda 
sıklıkla deri ve ağız boşluğundaki bulgularla ortaya çıkar, daha 
az oranda organ veya lenf düğümü tutulumu olabilir. Görülme 
sıklığı  yoğun  immunsupresyon  ve  özellikle  siklosporin  alımı 
ile artmaktadır. Bu sunumda, postransplant  9.ayında  Kaposi 
Sarkomu gelişen, hızlı progresyon gösteren ve yaygın akciğer 
metastazı ve solunum yetmezliği ile kaybedilen, HIV negatif  bir 
olgu tartışılmıştır.
Bulgular:
30 yaşındaki erkek hasta, sol bacağındaki ve sağ kalçasındaki 
cilt  lezyonları  ile  sağ  kasıkta  nodüller  nedeniyle  başvurdu. 
Abdomen  BT’sinde,  paraaortik,  aortikokaval,  parailiak  ve 
bilateral  inguinal  lenfadenopatiler  saptandı.  Toraks  BT’si 
normaldi. Sağ inguinal lenf düğümünden ve cilt lezyonundan 
alınan  biyopsilerin  incelemesinde  Kaposi  Sarkomu  tanısı 
konuldu,  HHV-8  pozitif  saptandı.Siklosporin  tedavisi  kesildi. 
Kronik  rejeksiyon  nedeniyle  hemodiyalize  başlandı.  2  kür 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
285
bleomisin  +  vinkristin  tedavisi  sonrası  akciğerlerde  yamasal 
özellikte  infiltrasyon  gelişti.  Bleomisin  toksisite  olasılığı 
nedeniyle  bleomisin  kesilerek  doksorubisin  +  vinkristin 
tedavisine geçildi. Hasta 5. kür sonrası nefes darlığı, öksürük 
ve  ateş  ile  başvurdu.  PAAG’de  yaygın  infiltratif  görünüm  ve 
bilateral plevral effüzyon mevcuttu. Hastanın toraks BT’sinde, 
her iki akciğerde perihiler bölgede belirgin olmak üzere buzlu 
cam dansiteleri, retikülonodüler opasiteler, septal kalınlaşmalar 
ve bilateral plevral effüzyon saptandı. Bulgular Kaposi Sarkomu 
metastazını  desteklemekteydi.  Tanısal  amaçlı  bronkoskopik 
biyopsi  ve  plevral  sıvı  sitolojisi  yapılamadan  hasta  hipoksik 
solunum yetmezliği ile kaybedildi.
Sonuç:
Sonuç olarak, cilt ve akciğer tutulumu olan ve posttransplant 
erken dönemde Kaposi Sarkomu gelişen bu olgu, immünsupresif 
tedavinin  kesilmesine  rağmen  progresif  ve  fatal  seyretmesi 
nedeni ile sunulmuştur.
EP-319
DURA MATER YERLEŞİMLİ EWİNG SARKOM/PERİFERAL PNET 
OLGUSU
HAVVA YEŞİL ÇINKIR 
 
ANKARA YURTASLAN ONKOLOJİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA 
HASTANESİ
Amaç:
Ewing sarkom ikinci en sık primer kemik tümörüdür. Hastaların 
%90’ında  kemikten,  %10’unda  kemik  dışı  dokulardan 
kaynaklanır.Primer kranial tutulum nadirdir,insidansı %1’dir.
Gereç ve Yöntem:
Altmış beş yaşında erkek hasta 1,5 ay önce başlayan konuşma 
bozukluğu,  vücudun  sağ  tarafında  güç  kaybı  şikayetleri  ile 
dış  merkeze  başvurmuş.  Hastanın  çekilen  serebral    MRG’da 
solda vertex düzeyinde parafalcin yerleşimli dural tutulumları 
olan  42X40  mm  boyutunda  lobüle  kontürlü  kitle  saptanmış, 
Eylül 2011’de opere edilmiş. Patolojisi yuvarlak hücreli malign 
tümör, duranın Ewing sarkomu-Periferal PNET ile uyumlu olarak 
saptanmış.Hasta tedavi amacı ile merkezimize başvurdu.
Bulgular:
Postoperatif  dönemde  çekilen  serebral  BT’de    sol    parafalsin 
konumda 24x17 mm boyutunda  kitle saptanmış. Hastanın patoloji 
preparatları  hastanemizde  tekrar  değerlendirildi.  Vasküler 
zeminde diffüz  gelişim  gösteren yuvarlak-oval, hiperkromatik 
nükleuslu tümoral doku, tümör hücreleri CD99,Vimentin ve CD 
56 ile boyanırken, VD31 ve GFAP ile boyanmamıştır; Yuvarlak 
hücreli  malign  tümör  olarak  raporlandı.  Hastanın  çekilen 
tüm  vücut  kemik  sintigrafisi,  toraks-abdomen  BT’de  lezyon 
saptanmadı.  Hastaya  serebral  radyoterapi  planlandı.Toplam 
5600  cGY  radyoterapi  uygulandı,sonrasında  VAC(Vincristine-
Adriamicin-Siklofosfamid)başlanması planlandı.
Sonuç:
Ewing 
Sarkomun 
tedavisi 
multidisipliner 
yaklaşım 
gerektirir.  Literatür  ile  uyumlu  olarak  hastamıza  cerrahi  ve 
kemoradyoterapiden oluşan tedavi planladık.
EP-320
BEL AĞRISI İLE BAŞVURAN MAKSİLLER SİNÜS 
LEİOMİYOSARKOMU OLGUSU
KEREM OKUTUR 
1
, ORHAN ÖNDER EREN 
1
, EMİNE AKYAZICI 
2

MEHMET KEFELİ 
3
 
 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYASYON 
ONKOLOJİSİ BÖLÜMÜ 

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ 
ANABİLİM DALI
Amaç:
Leiomiyosarkom başlıca gastrointestinal sistem ve genitoüriner 
sistemde  görülen,  düz  kas  kaynaklı,  agresif  seyirli  ve  kötü 
prognozlu  bir  tümördür.  Baş-boyun  bölgesi  kaynaklı  primer 
leiomiyosarkom son derece nadirdir.
Gereç ve Yöntem:
68 yaşında  kadın hasta 2 aydır giderek artan bel ağrısı şikayetiyle 
başvurdu.  Yapılan  MR’ında  lomber  ve  sakral  vertebralarda 
yaygın metastazla uyumlu kemik lezyonları saptandı. Tüm vücut 
sintigrafisinde aksiyel iskelet sistemi ve kalvariumda metastatik 
lezyonlar görüldü. Lomber 4. vertebradaki kemik lezyonundan 
alınan biyopsi malign mezenkimal tümör metastazıyla uyumlu 
bulundu.  PET-CT’de  sol  etmoid  ve  maksiller  sinüs  içerisinde 
2x2.5 cm boyutlarında yoğun FDG tutulumu gösteren (SUVmax 
64.2)  kitle  ve  torakal  ve  lomber  vertebralar,  sakrum,  sağ 
skapula, her 2 humerus proksimali ve kostalarda yaygın kemik 
metastazlarıyla uyumlu FDG tutulumları saptandı.
Bulgular:

286
Kitleyi  içerecek  şekilde  yapılan  medial  maksillektominin 
histopatolojik  incelemesinde  iri  hiperkromatik  nukleuslu, 
belirgin  nukleollü,  geniş  sitoplazmalı,  pleomorfizm  gösteren 
iğsi  şekilli  hücrelerden  oluşan,  yüksek  mitotik  indeks  ve  ki67 
skoruna  sahip  malign  tümöral  oluşum  izleniyordu  (Resim1). 
İmmunhistokimyasal  boyamada  tümör  hücreleri  desmin, 
vimentin ve SMA ile kuvvetli boyandı (Resim2); CD68 ve S100 
ile  boyanma  izlenmedi.  Mevcut  bulgular  leiomiyosarkomla 
uyumluydu.  Hastaya  doksorubisin  ve  zolendronik  asit  içeren 
tedavi başlandı.
Sonuç:
Sinonazal  leiomiyosarkom  genellikle  nazal  obstruksiyon, 
maksiller şişlik ve epistaksisle ortaya çıkmasına karşın, agresif 
seyri nedeniyle uzak metastazlarına bağlı yakınmalarla prezente 
olabilir.  İmmunhistokimyasal  inceleme  leomiyosarkomun 
tanısında temel rol oynamaktadır.
EP-321
NADİR BİR SARKOM, KUTANÖZ LEYOMYOSRAKOM; OLGU 
SUNUMU
MEHMET ALİ NAHİT ŞENDUR 
1
, SERCAN AKSOY 
1
, ZAFER 
ARIK 
2
, ŞEBNEM YAMAN 
1
, MUHAMMED BÜLENT AKINCI 
1

OZAN YAZICI 
1
, TÜLAY EREN 
1
, BURAK CİVELEK 
1
, NURİYE 
YILDIRIM ÖZDEMİR 
1
, DOĞAN UNCU 
1
, NURULLAH ZENGİN 
1
 
 

ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, TIBBİ 
ONKOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA  

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI, ANKARA 
Amaç:
Primer  kutanöz  leyomyosarkomları  çok  nadir  görülmektedir 
ve  tüm  sarkomların  <0.25%’de  görülmektedir.  Kutanöz 
leyomyosarkomlar  2  alt  grupta  incelenirler;  yüzeyel  veya 
dermal tip ve subkutanöz tip. Bu alt gruplar prognostik açıdan 
belirgin  önem  taşımaktadır  çünkü,  yüzeyel  tip  sadece  lokal 
nüks ile seyrederken, subkuatöz tip ise hem lokal nüks hem de 
uzak metastaz yapma özelliğine sahiptir.
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin