Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi


EP-304 METASTATİK MİDE KANSERİNDE İKİNCİ BASAMAK



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə66/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   73

EP-304
METASTATİK MİDE KANSERİNDE İKİNCİ BASAMAK 
İRİNOTEKAN TEDAVİSİ
YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , AHMET DİRİCAN , IŞIL SOMALI , 
ÇİĞDEM ERTEN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER CAN , İBRAHİM 
VEDAT BAYOĞLU , MURAT AKYOL , MUSTAFA OKTAY TARHAN  
 
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Üst  gastrointestinal  sistem  tümörleri  oldukça  öldürücü 
seyreden  kanserler  arasında  yer  almaktadır.  Sitotoksik 
kemoterapi  metastatik  gastrik  kanser    için  en  etkili  tedavi 
modalitesidir.Birinci  basamak  tedavi  ile  yanıt  alınamayan 
hastalarda    ikinci  basamak  tedavilerinin  yanıt  oranlarının 
düşük ve toksite oranlarının daha yüksek olduğu görülmüştür. 
Bu çalışmada İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 
metastatik  mide  kanseri  tanısıyla  izlenen  hastalarda    2. 
basamak  irinotekan  tedavisinin  ekinliği  ve  yan  etki  profili 
retrospektif olarak  değerlendirildi
Gereç ve Yöntem:
İzmir  Atatürk  Eğitim  ve  Araştırma  Hastanesi    Tıbbı  Onkoloji 
polkliniğine  Mayıs  2008  ile  Temmuz  2011  yılları  arasında 
başvurmuş  31 metastatik  gastric adenokanserli hastada ikinci 
basamakta  irinotekanın etkiniği ve toksite profili retrospektif 
olarak  değerlendirildi.Bütün  hastalar  ileri  evre  hastalık 
için  birinci  basamakta    cisplatin  ,  fluoropyrimidin  (5-FU)  ve 
docetaxel içeren kemoterapi rejimi aldı. İrinotekan tedavisi tek 
ajan olarak 210 mg/m2’ den  21 günde bir veya 5-FU 500 mg/
m2 d1-2 ve kalsiyum folinat 60 mg/m2 d1-2 ile birlikte 180 mg/
m2 d1 olarak 14 günde bir verildi.
Bulgular:
Median  yaş  54  (range  ,  31-70)  saptandı.    Kombine  olarak 
irinotekan  median    6  kür  (range,  3-12)    tek  ajan  olarak  ise 
median  3  kür  (range  ,1-10)    verildi.  Metastaz  altı  hastada 
(%19)  bir alanda , 17 hastada (%55)  iki farklı alanda , sekiz 
hastada  (%26)    ise  üç  ve  daha  fazla  alanda  saptandı.  Tümör 
yanıt oranlarına bakıldığında  dört hastada (%12.9)  kısmi yanıt 
, altı hastada (%19.3) stabil hastalık elde edildi. Progresyonsuz 
sağkalım  (PFS)  3.26  ay  (95%  CI,  2.3-4.2)  saptandı.  Median 
genel sağ kalım (OS) 8,76 ay (95% CI, 4.5-12.9) saptandı. En sık 
görülen grade 3-4 yan etki olarak nötrepeni izlendi. Bir hastada 
komplike  olamayan  nötrepenik  ateş  gelişti.  Tedavinin  genel 
olarak iyi tolere edildiği görüldü.
Sonuç:
Metastatik  mide  kanserinde  ikinci  basamak  irinotekan 
tedavisinin tolere edilebilir  ve etkin bir tedavi olduğu görüldü.
Ancak bu konuyla ilgili daha ileri çalışmalar gerekmektedir.
EP-305
MESANEYE METASTAZ YAPMIŞ OLAN MİDE TAŞLI YÜZÜK 
HÜCRELİ KARSİNOM OLGUSU
ORHAN ÖNDER EREN 
1
, HÜLYA ÖZEL 
2
, ÖMER ALICI 
2
, MUSTAFA 
SUAT BOLAT 
3
, SADİ KEREM OKUTUR 
1
  
 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PATOLOJİ 
BÖLÜMÜ 

SAMSUN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÜROLOJİ 
BÖLÜMÜ
Amaç:
Mesaneye  uzak  organlardan  metastaz  olması  klinikte  nadir 
olarak rastlanılan bir tablodur. Mide adenokarsinomları meme 
ve  malin  melanomlardon  sonra  mesaneye  en  sık  metastaz 
yapan  üçüncü  tümör  grubunu  oluşturmaktadır.  Burada  mide 
karsinomu ile eşzamanlı teşhis konulan bir mesane  taşlı yüzük 
hücreli karsinom olgusunu sunacağız.

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
279
Gereç ve Yöntem:
Bu  olgu  sunumu  hastaya  ait  dosya  verileri  incelenerek 
hazırlanmıştır.
Bulgular:
48 yaşında erkek hasta, birkaç aydır olan karın ağrısı ve karın 
şişliği nedeniyle başvurdu. Fizik muayenede belirgin solukluk 
ve asit tespit edildi. Yapılan tetkiklerde demir eksikliği anemisi 
saptandı. Batın USG’de asit, yaygın batın  içi lenfadenopatiler 
ve  sağda  hidroüereteronefroz    saptanmıştır.  Batın  BT’de 
mide  duvarında  kalınlaşma,  yaygın  batın  içi  metastatik 
lenfadenopatiler,  mesane  duvarında  belirgin  kalınlaşma, 
peritoneal  karsinomatozis  tespit  edildi.  Hastaya  dispeptik 
yakınmalarının da olması nedeniyle üst gastrointestinal sistem 
endoskopisi  yapıldı.  Üst  GİS  endoskopisinde  korpusta  kitle 
saptandı. Yapılan biyopsi sonucu taşlı yüzük hücreli karsinom 
olarak  rapor  edildi  (figür  1).    Asit  sitolojisinde  de  taşlı  yüzük 
hücreli  karsinom  hücreleri    tespit  edildi.  Asit  sıvısından 
hazırlanan  hücre  bloklarında  sitokeratin  7  ile  boyanma 
saptanmış  olup  sitokeratin  20  ile  boyanma  tespit  edilmedi. 
Bu  bulgular  da  mide  adenokarsinomu  metastazı  ile  uyumlu 
bulundu.  Hastaya  hidronefroz,  mesane  duvarında  kalınlaşma 
ve  hematüri  nedeniyle  yapılan  sistoskopide  bilateral  üreter 
ofislerini  tıkayan  papilonodüler  kitleler  saptandı.  Sağ  üreter 
orisinden  girilerek  double  j  stent  takıldı.  Sol  tarafa  ise 
daha  sonra    perkütan  nefrostomi  yerleştirildi.  Mesaneden 
alınan biyopsi sonucu taşlı yüzük hücreli karsinom olarak rapor 
edildi  (figür  2).  Mevcut  klinik  tablo  ve  immünohistokimya 
çalışmaları  sonucunda  mesaneye  mideden  metastaz  olduğu 
kabul  edildi.  Hastaya  bu  bulgularla  performans  skoru  da 
gözönüne  alınarak  hastaya  haftalık  ayarlanmış  dozlarda 
dosetaksel,  sisplatin  ve  infüzyonel  5  fu  kemoterapisinin 
başlanması  planlandı.  Haftada  2-3  defa    parasentez  ihtiyacı 
olan  hastada  tedaviyle  parasentez  ihtiyacının  azaldığı,  asit 
miktarında  azalma  olduğu  performans  skorunda    düzelme 
olduğu gözlendi. Hasta 4 aydır bu tedaviyle takip edilmektedir.
Figür 1
X20  Midede  nükleusları  bir  kenara  itilmiş  görünümde  taşlı 
yüzük görünümünde tümör hücreleri görülüyor.
Figür  2    X20  Mesanedeki  tümörün  taşlı  yüzük  hücreli 
görünümünde olduğu izleniyor
Sonuç:
Metastatik  karsinomlar  mesane  kanserlerinin  sadece  %  1’ini 
oluşturmaktadır(1). Mesaneye en sık metastaz yapan tümörler 
ise sırasıyla meme, malin melanom ve mide kanserleridir(1).
Taşlı yüzük hücreli mide karsinomlarının mesane metastazları 
ile  ilgili  literatürde  bildirilmiş  az  sayıda  olgu  bulunmaktadır. 
Literatürde bildirilmiş olan az sayıda primer mesane taşlı yüzük 
hücreli  karsinomu  olguları  da  bulunmaktadır(3,4).Yaklaşımın 
farklı  olması  sebebiyle  primer  ve  metastatik  kanserlerin 
ayırıcı  tanısı  önem  taşımaktadır.  Hastada  mevcut  klinik  ve 
laboratuar  verileri  ışığında  mide  kanseri  metastazının  daha 
muhtemel olduğu düşünüldü.  Bu olguda metastatik hastalık 
nedeniyle palyatif kemoterapi ön planda düşünüldü. Hastanın 
performans  skorunun  düşük  olması  nedeniyle  haftalık  ve 
infüzyonel 5 fluorourasil içeren bir rejim uygun görüldü(5,6).
EP-306
METASTATİK  KOLOREKTAL  KANSER  TEDAVİSİNDE  XELOX 
PROTOKOLÜNÜN  ETKİNLİK  VE  GÜVENİLİRLİĞİ:  TEK  MERKEZ 
DENEYİMİ
ZUHAT URAKÇI , MUHAMMET ALİ KAPLAN , MEHMET 
KÜÇÜKÖNER , ALİ İNAL , ABDURRAHMAN IŞIKDOĞAN  
 
DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Kolorektal  kanserler  tüm  dünyada  mortalite  nedenleri 
arasında  önemli  bir  yer  tutmaktadır.  Bu  çalışmamızda 
XELOX  (kapesitabin+oxaliplatin)  kemoterapisi  kullanan 
metastatik  kolorektal  kanser  olgularımızı  retrospektif  olarak 
değerlendirdik.
Gereç ve Yöntem:
Bu  çalışmamızda  2002  ve  2011  yılları  arasında  kliniğimizde 
XELOX  kullanan metastatik kolorektal kanser vakalarımızın  yaş, 
cinsiyet,  performans  statusu,  histopatolojik  alt  tip,  tümör 
lokalizasyonu,  hastalık  evresi,  radyoterapi  alıp  almadığı, 
kemoterapinin  kaçıncı  basamak  verildiği,  yan  etkiler,  en 
sık  metastaz  bölgeleri  ve  progresyonsuz  sağ  kalım    gibi 
parametrelerine bakıldı.

280
Bulgular:
Değerlendirilen 65 hastanın 29’u (%44,6) kadın, 36’sı (%55,4) 
erkek    hastalar  olup  ortanca  yaşları  56,5  (21-74)  olarak 
saptandı. Tümör 40 (% 61,5) vakada kolon yerleşimli iken 25 
(%38,5) vakada rektumda lokalize idi. Histopatolojik olarak 45 
(%69,3) hastada adenokanser saptanırken 20 (%30,7) hastada 
taşlı  yüzük  hücreli  kanser  saptandı.  Vakaların  43  (%66,1) 
tanesi  tanı  anında  metastatikti.  Metastaz  saptanan  bölgeler 
25 (%38,4) vakada karaciğer, 14 (%21,5) vakada akciğer, 7 (% 
10,7)  vakada  kemik,  5  (%7,6)  vakada  periton  ve  14  (%21,5) 
vakada  diğer  bölgeler  olarak  değerlendirildi.  Radyoterapi 
alan  19  (%29,2)  vakamız  mevcuttu.  Xelox  kemoterapisi  39 
(%60,1)  vakada  1.basamak,  22  (%33,8)  vakada  2.basamak,  4 
(%6,1) vakada da 3 ve sonrası basamaklarda kullanıldı. Median 
kemoterapi  uygulanma  oranı  5  kür  olarak  saptandı.  Verisine 
ulaşılan 44 vakanın 7’sinde (%15,9)  nötropeni, 2 (%4,5) vakada 
febril  nötropeni,  9  (%20,4)  vakada  anemi,  4  (%9,1)  vakada 
trombositopeni,  9  (%20,5)  vakada  diare,  4  (%9,2)  vakada 
nöropati, 12 (%27,2) vakada bulantı-kusma, 6(%13,6) vakada 
stomatit ve 4 (%9) vakada el-ayak sendromu geliştiği saptandı. 
Tüm  hastalarda  progresyonsuz  sağkalım  median  12  ay,  1. 
basamakta 12 ay ve 2.basamakta 8 ay olarak saptandı.
Sonuç:
Yapılan  çalışmalarda  metastatik  kolorektal  kanserde  birinci 
basamakta  xelox  yanıtı  ortalama  %33-54  ve  ortalama 
progresyonsuz  sağkalım  6,5-9,5  ay  bulunmuştur.  Bu 
kombinasyon  önemli  toksisite  artışına  neden  olmaz  ve  uzun 
süreli kullanımda bile hastalar tarafından iyi tolere edilir. Bizim 
olgularımızın  progresyonsuz  sağkalım  değerleri  literatürden 
daha yüksek saptandı.
EP-307
LOKAL İLERİ EVRE MİDE KANSERİNDE POSTOPERATİF 
KEMORADYOTERAPİ VE ADJUVAN ECF DENEYİMİ
GÜLNİHAN EREN 
1
, ÖZGE KESKİN 
2
, PERVİN HÜRMÜZ 
1
, FARUK 
ZORLU 
1
, ŞUAYİB YALÇIN 
2
 
 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ 
ANABİLİM DALI 

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ MEDİKAL 
ONKOLOJİ BİLİM DALI
Amaç:
Cerrahiye uygun mide kanseri vakalarında perioperatifkemoterapi 
ve  postoperatif  kemoradyoterapi  ile  sağ  kalım  sonuçları 
iyileştirilebilir. Biz çalışmamızda, lokal ileri evre mide kanseri olan 
21  vakada  postoperatif  kemoradyoterapi  ile,  adjuvan  ECF’nin 
retrospektif sonuçlarını araştırdık.
Gereç ve Yöntem:
Hacettepe  Üniversitesi  Medikal  Onkoloji  ve  Radyasyon 
Onkolojisi polikliniğine 2003-2010 yılları arası başvuran 21 lokal 
ileri evre mide kanseri vakası analize dahil edildi. Bu hastalara 
cerrahi  sonrası  adjuvan  ECF  kemoterapisi  (KT)  ve  FU  ile  eş 
zamanlı radyoterapi (RT) uygulandı. Bu hastaların demografik 
verileri, tanı anı evreleri, cerrahi tipi, RT ve kemoterapi bilgileri 
kaydedildi. 
Bulgular:
Hastaların ortalama yaşı 57±2,6; %76,2’si erkek, %23,8’i kadın 
idi. Tanı anı evreleri saptanabilen  13 vaka sırayla %47,6 evre 
3C, %9,5 evre 2B ve %4,8 3B hastalığa sahipti. Vakalardan 11 
tanesine  subtotal  gastrektomi,  10  tanesine  total  gastrektomi 
uygulandı. Hastaların tamamı postoperatif RT ve adjuvan ECF 
kemoterapisi aldı. Vakalardan 20 tanesine RT ile eş zamanlı KT 
uygulandı,  sıklık  sırasına  göre  uygulanan  protokoller:  sürekli 
infüzyonel  5-FU,  ilk-son  hafta  FU  ve  lökoverin,  eşit  oranda 
haftalık FU ve ECF. Adjuvan ECF kür sayısı en sık 4 (%35,7) idi. 
Bunun dışında  3,5 ve 6 kür uygulanan hastalar da oldu, bunlar 
eşit oranda (%21,4) gözlendi. Hastaların %19’u tanıdan sonraki 
ilk 1 yıl içinde kaybedildi. Cerrahiden relapsa kadar geçen süre 
medyan 10 ay olarak bulundu. Bu süreye ECF kür sayısının, RT 
ile eş zamanlı uygulanan KT’nin ve cerrahi tipinin etkisi (p>0,05) 
bulunmadı. 
Sonuç:
Meta-analizlerin 
sonuçlarına 
göre 
5-FU+antrasiklin 
kombinasyonuna  eklenen  sisplatin  genel  sağ  kalım  açısından 
avantaj sağlar. Sisplatin+5-FU ile beraber uygulanan epirubisin 
de sağ kalım faydası göstermektedir. ECF kombinasyonu lokal 
ileri evre mide kanserinde %49-56 arası cevap oranına neden 
olur. Çalışmamızda, adjuvan ECF kür sayısının, RT ile eş zamanlı 
uygulanan KT’nin relapsa kadar geçen süreye etkisi olmadığını 
göstersek de, kür olabilecek lokal ileri evre mide tümörlerinde 
perioperatif  KT  veya  postoperatif  kemoradyoterapi  mutlaka 
önerilmelidir.
EP-308
METASTATİK MİDE KANSERİNE EŞLİK EDEN NADİR BİR 
DURUM OLARAK POSTERİOR REVERSİBLE ENSEFALOPATİ 
SENDROMU (PRES) : OLGU SUNUMU
ZUHAT URAKÇI 
1
, MUHAMMET ALİ KAPLAN 
1
, MEHMET 
KÜÇÜKÖNER 
1
, ALİ İNAL 
1
, CİHAD HAMİDİ 
2
, ABDURRAHMAN 
IŞIKDOĞAN 
1
 
 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM 
DALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM 
DALI
Giriş:
Posterior  reversible  ensefalopati  sendromu  (PRES)  şuur 
bozukluğu,  konvülziyon,  görme  kaybı  ve  magnetik  rezonans  
(MR)  görüntülemede  pariyeto-oksipital  bölgede  bilateral 
hiperintensite  ile  karekterize  bir  sendromdur.  Biz  burada 
metastatik mide kanserine eşlik eden nadir bir durum olan bir 
posterior reversible ensefalopati sendromu olgusu sunduk.
Olgu Sunumu:
Yeni tanı mide adenokanseri nedeni ile takip edilen, 41 yaşında 
erkek  hasta performans skoru düşük olduğu için destek tedavisi 
amacıyla  kliniğimize  yatırıldı.  Evreleme  amaçlı  çekilen  toraks 
ve  batın  bilgisayarlı  tomografilerinde  metastaz  saptanmadı. 
Klinik takiplerinde konvülziyonu olan hastada ani görme kaybı 
gelişti.  Hipertansiyon  öyküsü  olmayan  ve  klinik  takiplerinde 
de  tansiyon  yüksekliği  olmayan  hastanın    konvülziyon 
esnasında  bakılan  tansiyon  değeri  150/100  mmHg  olarak 
saptandı.  Yapılan  laboratuvar  testlerinde  anlamlı  patolojiye 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
281
rastlanılmadı. Hastanın konvülziyondan sonra çekilen kraniyal 
MR’ında bilateral oksipital bölgede ve sol temporalde T2A ve 
FLAIR sekanslarda hiperintens lineer uzanım gösteren alanlar 
izlendi. Her iki serebellar hemisferde T2A ve FLAIR sekanslarda 
kontrast madde tutan en büyüğü 5mm çapında çok sayıda kitle 
lezyonu  mevcuttu.  Hastada  klinik  ve  görüntüleme  bulguları 
ile mide kanserinin kraniyal metastazına eşlik eden posterior 
reversible ensefalopati sendromu olduğu düşünüldü. Hastaya 
anti-konvülzan  ilaç  ve  kortikosteroid  tedavisi  başlandı.  Daha 
sonraki  takiplerinde  konvülziyonu  olmayan  hastanın  görme 
kaybı şikayeti geçti. Hastanın kraniyal metastatik lezyonlarına 
radyoterapi başlandı. Hastanın halen kliniğimizde takibi devam 
etmektedir.
Tartışma ve Sonuç:
PRES oldukça nadir görülmekte olup literatürde malignitelere 
eşlik eden az sayıda vaka bildirilmiştir. Patofizyolojisi tam olarak 
bilinmemekle  beraber  serebral  otoregülasyonun  bozulması 
sorumlu  tutulmaktadır.  Hipertansiyon,  eklamsi/pre-eklamsi, 
kemoterapötik ilaçlar, yüksek doz kortikosteroid  ve otoimmün 
hastalıklar  PRES’e  neden  olabilir.  PRES  genellikle  reversible 
olup destek tedavisi ile çoğu hasta düzelmekle birlikte ölümcül 
seyreden vakalar da bildirilmiştir.
Sonuç  olarak  beyin  metastazı  yaparak  kalıcı  nörolojik  hasar 
yapabilen malignitelerde ayrıca reversible nörolojik semptom 
oluşturan  PRES de ayırıcı tanılar arasında  düşünülebilir.
EP-309
PRİMER MİDE LENFOMASI: TEK MERKEZ SONUÇLARI
MEHMET KÜÇÜKÖNER 
1
, MUHAMMED ALİ KAPLAN 
1
, ALİ 
İNAL 
1
, ZUHAT URAKCI 
1
, AYŞE NUR KELEŞ 
6
, RECAİ AKDOĞAN 
7

ABDURRAHMAN IŞIKDOĞAN 
1
 
 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ BİLİMDALI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ İÇ HASTALIKLARI 

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ BİLİMDALI
Amaç:
Primer  gastrik  lenfoma  mide  tümörlerinin  %2-5’ini, 
non-  Hodgkin  lenfomaların  ise  %10’unu  oluşturmaktadır. 
Gastrintestinal  lenfomalarının  ise  %60-75’ni  oluşturmaktadır. 
Histolojik tipler arasında; mukoza ilişkili lenfoid doku (MALT) tipi 
lenfoma, diffüz büyük B hücreli lenfoma (DLBCL), mantle cell 
lenfomalar (MCL) yer almaktadır. Bu çalışmada merkezimizde 
takip  edilen  mide  lenfomalı  hastalarımızın  klinikopatolojik 
özellikleri değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem:
Dicle Ü.T.F. Onkoloji merkezimizde tedavi edilmiş primer mide 
lenfomalı 35 hastanın klinik ve patolojik özellikleri retrospektif 
olarak  değerlendirilmiştir.  Evreleme  de  Lugano  evreleme 
sistemi kullanılmıştır.
Bulgular:
Çalışmamızdaki  35  hastamızın  medyan  yaşı  55(20-66), 
%60’ı(n=21)  erkek,  %40’ı(n=14)  kadındı.  Hastaların  başvuru 
şikayetleri  sırasıyla  karın  ağrısı  %51.4  (n=18),  bulantı  kusma 
%22.8(n=8), mide kanaması %11.4(n=4), ishal %8.5(n=3), kilo 
kaybı %5.7(n=2) şeklindeydi. Histopatolojik değerlendirmesinde 
%51.4’ü(n=18)  diffüz  büyük  B  hücreli  lenfoma,  %14.2’i(n=5) 
mukoza  ilişkili  lenfoid  doku  (MALT),  diğerleri  %34.2(n=12) 
alt  tipi  belirtilmemiş  lenfomaydı.  Hastaların  labaratuar 
sonuçlarının değerlendirilmesinde ortanca serum LDH düzeyi 
283 U/L(125-1239), ortanca sedimantasyon değeri 45mm/saat 
(5-99) idi. Hastaların %74.2’i(n=26) evre I-II, %25.8’i(n=9) evre 
IV  dü.  Helikobakter  pylori  bakılmış  14  hastanın  %14.2’sinde 
(n=2)  pozitifti.  Hastalarımızın  %25.7’ine(n=9)  cerrahi  tedavi 
uygulanmıştı,  tamamına  ise  kemoterapi  tedavi  uygulanmıştı. 
Kemoterapi  uygulanan  hastaların  %71.4’ünde  (n=25)  tam 
yanıt elde edilmişti. Hastalarımızda medyan takip süresi 32.4 
ay (2.2-104) idi.
Sonuç:
Mide  non  hodgkin  lenfomalarının  en  sık  histolojik  tipi  diffüz 
büyük  b  hücreli  lenfomadır.  Primer  mide  lenfoma  kendine 
özgü  klinik  ve  histopatolojik  özelliklere  sahiptir.  Bu  nedenle 
de  standart  bir  evreleme  ortaya  konamamış  ve  tedavide  de 
cerrahi  mi  yoksa  organ  koruyucu  tedaviler  mi  uygulanacağı 
standart hale gelmemiştir.
EP-310
BİLATERAL ŞİLOTORAKSLA PREZENTE OLAN BİR GASTRİK 
KANSER VAKASI
MURAT AKYOL , AHMET DİRİCAN , LÜTFİYE DEMİR , ALPER CAN, 
VEDAT BAYOĞLU , YÜKSEL KÜÇÜKZEYBEK , ÇİĞDEM ERTEN , 
MUSTAFA OKTAY TARHAN  
 
İZMİR ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Amaç:
Şilotoraks  plevral  efüzyonun  nadir  nedenlerinden  olup 
genellikle  ductus  torasikus  travması  ve  malignensilerle 
ilişkilidir.  Gastrik  kanserler  şilotoraksın  nadir  nedeni  olarak 
tanımlanmıştır.
Bulgular:
26  yaşında  bayan  hastanın  karın  ağrısı  nedeniyle  yapılan 
endoskopisinde korpus büyük kurvatur önünde tabanı nekrotik 
düzensiz kenarlı dev ülser saptandıktan sonra alınan biyopsi az 
diferansiye adenokarsinom ile uyumlu bulundu. Tüm vücut BT 
taramalarında boyun jugulodigastrik lokalizasyonda, posterior 
servikal ve supraklavikular fossada en büyüğü 2 cm çapa ulaşan 
bazıları nekroz alanları içeren multipl LAP, bilateral masif plevral 
effüzyon,  sol  aksiler,  perigastrik  ve  çölyak,  paraaortik  alanda 
solid LAP kitleleri saptandı. Takibinde gelişen dispne nedeniyle 
yapılan  torasentezde  gelen  süt  görünümünde  mayinin 
biyokimyasal  analizinde  trigliserid  912  mg/dl,  kolesterol  100 
mg/dl saptandı ve hastaya şilotoraks tanısı kondu.  Şilotoraks 
ve  multipl  lenfadenomegali  tablosu  ile  prezente  olması  ve 
yaşı  nedeniyle  olası  lenfoma  tanısını  ekarte  etmek  açısından 
boyundaki  lenfadenopatilerden  birinden  eksizyonel  biopsi 
yapıldı; patoloji sonucu yine mide adenokarsinom (taşlı yüzük 
hücreli  alt  tip)  ile  uyumlu  bulundu.  Takiplerinde  solunum 
sıkıntısı  artması  üzerine  bilateral  tüp  torakostomi  yapıldı. 
Hastanın  ayrıca  orali  kesildi  ve  total  parenteral  nütrisyon 
tedavisine  geçildi.  ECOG  performans  skoru  3  olan  hastanın 
günlük  plevral  sıvı  drenajı  400-500  cc  olması,  lökositozunun 
ve  kcft  bozukluğunun  devam  etmesi  nedeniyle  kemoterapi 
verilemedi.  Şilotoraksın  nedeni  olarak  duktus  torasikusa  LAP 

282
basısı  düşünüldü  ve  palyatif  amaçlı  radyoterapi  (  400  Gy  /5 
fraksiyon) uygulandı. Genel durumu buna rağmen hızla bozulan 
hasta tanıdan yaklaşık 1 ay sonra eksitus oldu
Sonuç:
Gastrik  kansere  bağlı  şilotoraks  literatürde  çok  nadirdir. 
Vakamızda olduğu gibi ileri evre ve agresif hastalıkla ilişkilidir.
EP-311
TANI ANINDAKİ D-DİMER DÜZEYİ MİDE KANSERİ İÇİN 
PROGNOSTİK BİR FAKTÖR OLABİLİR Mİ?
SAADETTİN KILIÇKAP 
1
, ORHAN KIRBIYIK 
2
, FEYZA ÇİÇEKLİ 
2

ÖZGÜR DOĞAN 
2
, TURGUT KAÇAN 
1
, AHMET KERİM TÜRESİN 
2

NALAN BABACAN 
1
 
 

CÜTF TIBBİ ONKOLOJİ 

DAHİLİYE
Amaç:
Kolorektal  kanserde  prognostik  önemi  olduğu  düşünülen 
d-dimer düzeyinin mide kanseri için prognostik olup olmadığı 
araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Mide  kanserli  hastalara  ait  veriler  ve  tanı  anındaki  CEA  ve 
d-dimer düzeyleri kaydedildi.
Bulgular:
Çalışmaya 2009-2011 tarihleri arasında bölümümüze başvuran 
verileri  yeterli  119  hasta  alındı.  Hastaların  %79’u  erkek  idi. 
Ortalama yaş 58±11 idi. Olguların %75’i distal yerleşimli,%35’i 
grad  3  idi.  En  sık  görülen  evre  Evre  3  (%44),  Performans 
status “0” (%51)  idi. Yüzde 45 olguda lenfovasküler invazyon 
mevcuttu. Cerrahi yapılanlarda ortanca çıkarılan lenf nodu 20 
(7-54) ve tutulmuş lenf nodu 5 (0-24) bulundu.  Tanı anında 
ortanca CEA 2,1 ng/dL (0,45-201) ve d-dimer 358 (130-7361) 
idi. Yüksek CEA düzeyi metastaz ve evre ile ilişkili iken, diğer 
tüm faktörlerle arasında ilişki bulunamadı. D-dimer ile cinsiyet, 
T, N, Evre, PS, LVI ve CEA arasında bir ilişki bulunamadı. CEA 
sağkalım  için  prognostik  bir  faktör  olarak  bulunamazken, 
D-dimer yüksekliği sağkalım için kötü prognostik bir faktördü 
(p=0,024).
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin