T. c erciyes üNİversitesi sağlik biLİmleri enstiTÜSÜ



Yüklə 271,82 Kb.
səhifə2/5
tarix01.04.2017
ölçüsü271,82 Kb.
#13085
1   2   3   4   5

Lenfositler:

İmmün sistemde görev alan, kemik iliğindeki kök hücrelerden gelişen çok önemli hücrelerdir. Timus veya kemik iliğinde olgunlaşıp kan yoluyla periferik lenfoid doku ve organlara giderek yerleşirler. Erişkin bir insanda yaklaşık 1 trilyon lenfosit bulunur ve her gün 1 milyar lenfosit yapılarak kana verilir. Kandaki lökositlerin %20-30'unu lenfositler oluşturur. Görünümleri birbirine çok benzeyen ve ışık mikroskobunda ayırt edilemeyen farklı iki lenfosit tipi vardır. B ve T lenfositleri olarak tanımladığımız bu hücrelerin olgunlaşmaları, işlevleri ve antijen yapıları birbirinden farklıdır. Ancak aralarında yakın bir işbirliği bulunmaktadır (Şekil 2.2) (9).





Şekil 2.2. Bağışık yanıtta rol alan hücrelerin etkileşimi

a. B - Lenfositler

B lenfositler hümoral immüniteden sorumlu hücrelerdir. B lenfositler sentezledikleri immünglobulin moleküllerini hücre yüzeylerinde taşırlar ve bu moleküller, antijene karşı özgül reseptörlerdir. Organizmaya antijen girdiğinde, B-lenfositleri antikor üretmek üzere uyarılır ve plazma hücresine dönüşürler. Uyarılan B-lenfositlerinden bir kısmı ise bellek hücreleri haline gelir. Bellek B-lenfositleri uzun ömürlüdür ve aynı antijenle tekrar karşılaştıklarında hızla çoğalarak daha hızlı ve güçlü antikor yanıtı oluştururlar (Şekil 2.3) (1, 2, 8).





Şekil 2.3. B-lenfositlerin antijenle karşılaşması ile gelişen olaylar

b. T-lenfositler

T lenfositler hücresel tipte bağışık yanıttan sorumludur. Kemik iliğinde yapılan T öncü hücreler timusta olgun T lenfosit haline gelirler. Bu olgunlaşma sırasında T lenfosit yüzeyine pek çok reseptör yerleşir. Bunlar antijenleri özgül olarak tanıyan T hücre reseptörleridir (TCR) (10).

T hücrelerinin iki önemli alt grubu vardır:


  1. Yardımcı T hücreleri [CD4+ T hücreler (T helper, Th)]: Bunlar B lenfositlere, T sitotoksik hücrelere, fagositik hücrelere ve NK hücrelere yardım eden hücrelerdir.

  2. Sitotoksik T hücreleri (CD8+ T hücreler): Tümör hücrelerini ya da virusler ve diğer mikroorganizmalar ile infekte olan hücreleri tanıyıp, onları öldüren hücrelerdir.

CD4+ Th hücreleri, çeşitli sitokinlerin etkisi ile, baskın olarak IFN-üreten ve hücre aracılı immüniteden sorumlu olan Th-1 tipi ve baskın olarak IL-4 üretip humoral immüniteden sorumlu olan Th-2 tipi olmak üzere 2 şekilde farklılaşır. (11)

Doğal Öldürücü (Natural Killer) Hücreler

Lenfoid hücreler arasında, enfekte veya yabancı hücreleri öldüren, T ve B lenfositlerden

farklı yapıdaki hücrelerdir. Doğal öldürücü hücreler, hedeflediği hücreleri önceden tanıyıp, duyarlı hale gelmeden doğrudan tahrip edebilme yeteneğindedirler. Hedef hücreleri genellikle virüslerle enfekte hücreler, tümör ve transplante doku hücreleridir. Doğal öldürücü hücreler bu özellikleriyle özgül olmayan vücut savunmasında çok önemlidirler (1, 2, 8).

Diğer Hücreler

Granülosit: Granülositler, kandaki lökositlerin %60-70'ini oluşturan, sitoplazmalarında bol granül taşıyan hücrelerdir. Granüllerinin farklı boyanması ve işlevlerinin farklı olması nedeniyle nötrofil, eozinofil ve bazofil olmak üzere üç tip granülosit bulunur.

Nötrofiller: Güçlü fagositoz yetenekleri olan vücut savunmasında çok önemli role sahip hücrelerdir. Mikroorganizmaları, yabancı maddeleri ve doku yıkım artıklarını hızla fagosite ederler. Kemik iliğinde çok hızlı oluşurlar ve kısa ömürlüdürler (1).

Eozinofiller: Lökositlerin %2'sini oluşturur. Allerjik olaylarda ve parazitozlarda sayıları artar. Fagositoz yetenekleri sınırlıdır ancak uyarı sonucu granüllerini hücre dışına boşaltırlar (2).

Bazofiller: Bazofiller, kan lökositlerinin %0,2'sini oluşturur. Granüllerinde heparin, histamin ve benzeri maddeleri, uygun bir uyarım sonucu hücre dışına salgılarlar (1, 8).

Trombositler: Kan pıhtılaşması görevleri dışında bağışık yanıtta da rolleri vardır (8).

2.1.1.3. Antikorlar

Antikorlar vücutta antijenik uyarı ile meydana gelen gammaglobulin yapısında maddelerdir (immunoglobulin olarak da ifade edilir) ve plazma hücreleri tarafından meydana getirilmektedir. “Y” şeklinde proteinlerdir ve her birisi özel bir  antijene (bakteri, virüs veya toksin) cevap olarak oluşmaktadır. Her bir antikor özel bir bölgeye (“Y” nin iki dalındaki uç bölgeler ) sahiptir ve bu bölge antikorun özgül olarak antijen bağlayan kısmıdır (Şekil 2.4). Antikorlar; İmmunoglobulin  A (IgA), immunoglobulin  D (IgD), immunoglobulin  E  (IgE), immunoglobulin  G (IgG), immunoglobulin M (IgM) olmak üzere 5 sınıfta toplanabilirler (3).





Şekil 2.4. Antikorların şematik yapısı

2.1.1.4. Kompleman Sistemi

Kompleman sistemi, konağın savunmasında ve inflamatuvar olayların düzenlenmesinde önemli rolleri olan plazma proteinlerinden oluşan bir sistemdir. Karaciğerde sentezlenerek plazmaya salınan globülin yapısında 20 kadar proteinden meydana gelir (12).



2.1.1.5. Sitokinler

Sitokinler, hücreler arası iletişimi sağlayan kimyasal aracılardır. İmmün ve inflamatuar olaylara katılan hücrelerin etkinliklerinin arttırılması amacıyla, uyarılmış lenfositler, monositler ve makrofajlar ile diğer bazı hücreler tarafından sentezlenen peptid veya glikoprotein yapısında çözünebilen maddelerdir. Aktif T lenfositleri tarafından sentezlenip salınan sitokinlere lenfokin, aktif monosit/makrofaj ve diğer bazı hücreler tarafından sentezlenip salınan sitokinlere monokin ve lökositler arasında etkileşim yapan sitokinlere de interlökin denmektedir (6).



2.1.1.6. İnterferon

İnterferonlar vücuttaki pek çok hücre tarafından üretilirler ve antiviral etkiye sahip proteinlerdir. Görevleri, sinyalleri hücreden hücreye iletmektir. Bir hücre, diğer hücrelerden gelen interferonları algılar ve hücredeki viral replikasyonu engelleyecek proteinler üretir (1).



2.1.2. İMMÜN SİSTEMİN İŞLEYİŞİ

Konağa yabancı olup antikorlarla tepki veren moleküller “antijen”, bağışıklık sistemini uyaran tüm moleküller de "immünojen" olarak adlandırılmaktadır. Canlı, koruyucu elemanlarıyla öncelikle yapısına yabancı olan antijenlerin vücuda girmesini engeller. Bu koruma, tabaka tabaka arttırılmış bir sistemdir (2). Herhangi bir antijen ilk engel olan deri, solunum ve sindirim sistemi gibi yüzey bariyerlerini geçerse, hemen ikinci savunma sistemi harekete geçer ve nötrofiller, makrofajlar, lenfositler gibi savunma hücreleri ve molekülleri devreye girerler. İlk aşamada, öncü hücreler olan nötrofiller ve makrofajlar antijenleri yok etmeye çalışırlar (10).

Doğal bağışıklık sistemi başarılı olamazsa, kazanılmış bağışıklık sisteminin temel hücreleri olan B ve T lenfositler devreye girer. Böylece oldukça karmaşık olan bir zincir sistemi tetiklenir. Antijen varlığını haber alan T hücreleri, diğer savunma hücrelerini bunlara bağlı gelişen birçok biyokimyasal kaskadı tetikler (13).

T hücrelerinin alt gruplarından öldürücü T hücreleri antijenleri yok etmeye çalışırken, kazanılmış bağışıklık sisteminin bir diğer önemli hücreleri olan B hücreleri de "bağışıklığın akıllı molekülleri" olarak adlandırılan antikorları sentezlemeye başlarlar. Glikoprotein yapılı bu moleküller, anahtar-kilit uyumu şeklinde özgül antijenlere bağlanarak antijenleri ya etkisiz hale getirirler ya da kompleman sistemi ve diğer savunma hücrelerini harekete geçirerek antijenlerin yok edilmelerini sağlarlar (14, 15).



2.2. İMMÜNMODÜLASYON

İmmünmodülasyon; immün sistemin baskılanması ya da aktive edilmesi suretiyle düzenlenmesidir.

İmmünmodülasyon iki ana gruba ayrılır:


  1. İmmünstimülasyon

  2. İmmünosüpresyon

İmmün sistemin normalden az etkin olduğu durumlarda uyarılması immünstimülasyon; normalden fazla etkin olduğu durumlarda veya organ transplantasyonunda rejeksiyonunu önlemek amacıyla bağışıklık sisteminin baskılanması ise immünsüpresyon olarak tanımlanır.

Bağışıklık sistemindeki bozukluklar hastalıklara neden olmaktadır. Bağışıklık yetmezliği hastalıkları, bağışıklık sisteminin normalden daha az etkin olması ya da bağışıklık elemanlarının doğuştan eksikliği durumlarında meydana gelip, tekrarlayan ve yaşamı tehdit eden enfeksiyonlarla sonuçlanmaktadır. Bağışıklık yetmezliği ayrıca genetik hastalıkların bir sonucu ya da farmasötikler veya HIV retrovirüsünün neden olduğu AIDS gibi bir enfeksiyonun sonucu olarak da görülebilir. Buna zıt olarak, otoimmün hastalıklar, normalden fazla etkin olan bir bağışıklık sisteminin, vücudun kendi dokularını yabancı olarak algılayıp, onlara saldırmasıyla sonuçlanır. Yaygın otoimmün hastalıklar, romatoid artrit, tip 1 diabetes mellitus ve sistemik lupus eritematozusdur ve bu durumda immünsüpresyona ihtiyaç duyulmaktadır (2).

İmmün sistemi baskılayan faktörler başlıca, stres, UV ışınlar, kötü beslenme, alkol, uykusuzluk ve serbest oksijen radikalleridir. Bu koşullar vücudun enfeksiyonlara karşı direncini azaltmakta, kanserin görülme sıklığında artışa neden olmakta, kalp krizi riskini artırmakta, kronik yorgunluk sendromuna neden olmakta, metabolizmayı bozarak yaşlanma sürecini hızlandırmaktadır. Ayrıca immünsüpresyon, kemik iliğinin veya bağışıklık sisteminin diğer dokularının zarar gördüğü, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların veya radyoterapinin yan etkisi olarak veya genel kullanılan ilaçların ender bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.

İmmün sistemin güçlü olması;



  • Soğuk algınlığı, nezle ve diğer enfeksiyonlara yakalanma olasılığını azaltacaktır.

  • Enfeksiyonların şiddetini azaltacaktır.

  • Kanser hücrelerinin yok edilmesini en yüksek seviyeye çıkaracaktır.

  • Canlılığı azaltan toksik kimyasalların birikmesini önleyerek enerji düzeylerini artıracaktır.

  • Yaşlanma sürecini yavaşlatacaktır.

İmmün sistem; sağlıklı beslenme, spor, doğal immünostimülanlar, vitamin ve mineraller, bitkisel ürünler, omega-3 yağ asitleri ile güçlendirilebilir (3).

2.2.1. İMMÜNMODÜLATÖR İLAÇLAR

İmmünmodülatör ilaçlar genel olarak immünstimülan ve immunsüpresör ilaçlar olarak ikiye ayrılırlar. İmmünmodülatör ilaçlar aşağıdaki dört mekanizmadan biri aracılığıyla immün sistemi uyarır ya da baskılarlar:



  • İmmünsüpresyon

  • Antijenlere karşı tolerans olusturma (immünotolerans veya desensitizasyon)

  • İmmünpotansiyalizasyon

  • İmmünolojik replasman (yerine koyma)

İmmünsüpresyon: İmmün sistemin işlev görmesinin baskılanması durumudur.

İmmünotolerans: Özgül antijenin küçük dozlarda uygulanması suretiyle desensitizasyon sağlanabilir. Bu tür uygulama, olasılıkla özgül lenfosit klonunun tüketilmesi veya immün sistemin düzenleyici mekanizmalarının aktivasyonu nedeniyle sonuçta immünsüpresyona yol açar. Vücutta antijene özgü aktif antikor yapımı, vücut dışında hazırlanmış özgül antikorları uygulamak suretiyle negatif feedback mekanizmayla veya antijenin dışardan verilen antikorla nötralizasyonu sonucu inhibe edilir. Bu şekilde yapılan immünotolerans sonuçta immünsüpresyona yol açar. Antijen verilerek yapılan desensitizasyon alerjik reaksiyonların tedavisi için alerji kliniklerinde sık uygulanan bir yöntemdir.

İmmünopotansiyalizasyon: İmmün reaksiyonun hızlandırılması veya güçlendirilmesidir. Bunun için immün sistemin normal olması veya fazla deprese olmaması gerekir.

İmmünolojik replasman: İmmün yetmezlik durumunda yetersiz çalışan immünojenik yapıların transplantasyonu veya eksilmiş olan faktörlerin uygulanması suretiyle yapılır (16).

2.2.1.1. İmmünsüpresif İlaçlar

Non-spesifik inhibisyon, spesifik inhibisyon ve tolerans gelişimi olmak üzere 3 şekilde etki gösterirler. Non-spesifik etki gösteren ilaçlar sitotoksik etkileriyle immün fonksiyonu baskılarken, spesifik inhibisyonda spesifik hücrelerin aktivasyonu ya da etkileri inhibe edilir. Tolerans gelişiminde ise alerjik reaksiyonun hafifletilmesi için düşük dozlarda antijen kademeli olarak uygulanır. Romatoid artrit, kronik aktif hepatit, otoimmün hemolitik anemi gibi immün sistem dengesizliğini yansıtan sendrom ve hastalıkların tedavisinde kullanılırlar (15).



  • Glukokortikoidler

Glukokortikoidler, hem iltihap öncesi hem de iltihabi reaksiyon dönemini non-spesifik bir şekilde süprese ederler. Geniş spektrumlu ve güçlü immünosüpresif etkinlik gösterirler. İmmünolojik kökenli bazı hastalıkların tedavisinde kullanılırlar. Kompleman sisteminin aktivasyonunu engellerler. İmmünsüpresyon amacıyla ilk tercih olarak ve yüksek dozda kullanılırlar. Cevap alınmazsa daha toksik olan ikinci sıradaki ilaçlara geçilir. Organ transplantasyonlarında allograftın reddini önlemek için siklosporinle kombine şekilde kullanılır (14-17).

  • Antiproliferatif (Sitotoksik) İlaçlar

Alkilleyici ve antimetabolit türü bazı ilaçlar daha düşük dozlarda immünsüpresyon yapmak için kullanılır. Ancak allograft reddi gibi durumlarda bunların yerini siklosporin almıştır. T lenfositlerin esas rol oynadıkları hücresel immünite reaksiyonlarında antimetabolit tipi sitotoksik ilaçlar alkilleyicilere tercih edilir (14).

İmmünsüpresif olarak kullanılan sitotoksik ilaçlar;



Azatioprin: Pürin antimetaboliti olan bir ilaçtır (14). Vücutta bir immünsüpresif olan 6-merkaptoürin’e dönüşürek etki gösterir (16, 18). Ana toksik etkisi kemik iliği süpresyonudur (17).

Metotreksat: Folat antimetabolitidir. Alkilleyici ilaçlara göre daha az toksiktir. Diğer ilaçlara yanıt vermeyen otoimmün hastalıklarda kullanılır (14). Metotreksat, diğer ajanlara dirençli olan ciddi psöriazis tedavisinde de kullanılmaktadır (16).

Siklofosfamid: Alkilleyici bir antineoplastik olan siklofosfamid, en güçlü sitotoksik immünosüpresiftir; ancak toksisitesinin fazlalığı nedeniyle kullanımı kısıtlıdır (14, 19).

Klorambusil: Alkilleyici bir antineoplastiktir. Siklofosfamide göre toksisitesi daha düşüktür (14).

  • Kalsinörin İnhibitörleri

Siklosporin: Tolypocladium inflatum Gams. adlı fungustan elde edilen 11 amino asidli siklik bir polipeptiddir. Halen kullanılan immünsüpresif ilaçlar içinde etkinliği en yüksek olanıdır. Otoimmün cevabın erken basamaklarını önleyerek immünsüpresyon yapar ancak gelişmiş bir otoimmün cevabı veya gelişmiş red reaksiyonunu tedavi edemez. Yardımcı T lenfositlerini selektif bir şekilde inhibe eder. Allograft transplantasyonunda erken dönemde uygulanmalıdır (14). Organ transplantasyonlarında, graft versus host hastalığında ve otoimmün hastalıklarda kullanılır. En ciddi yan etkileri; nefrotoksisite, nörotoksisite, tromboembolizm, hepatotoksisite ve hipertansiyon, gingiva hiperplazisi ve hirsutizmdir (20).

Takrolimus: Streptomyces tsukubanensis’ten elde edilen bir makrolid antibiyotiktir. Etki mekanizması siklosporin ile benzerdir fakat kimyasal olarak farklı moleküllerdir (20). CD4 tipi T lenfositler üzerindeki inhibitör etkisinin in vitro testlerde siklosporininkinden 50-100 kez daha güçlü olduğu bulunmuştur. Karaciğer transplantasyonunda özellikle tercih edilir. Böbrek transplantasyonunda önemli bir yararı ise, hasta siklosporine dirençli duruma gelmiş ve akut red reaksiyonu riski ortaya çıkmışsa kurtarma tedavisi için kullanılmasıdır (14). Oral ya da intravenöz olarak kullanılabilen takrolimus transplantasyondan önce uygulanmaya başlanır. Nörotoksisite ve nefrotoksisite en ciddi yan etkileridir (14, 20).

Sirolimus (Rapamisin): Streptomyces hygroscapicus’tan elde edilir (21). T lenfositlerin IL-2 üretimini engellemeyip, IL-2 reseptörlerinin uyarılması sonucu başlatılan reseptör sonrası olayları inhibe eder (14). Takrolimusun etkilerini antagonize ederken, siklosporin ile aditif veya sinerjistik etkileşim gösterir. Böbrek ve kalp transplantasyonlarında tek başına, psöriazis tedavisinde ise siklosporin ile beraber kullanılır (22).

  • Diğer İmmünsüpresifler

Anti-D immunoglobülin (Anti-Rho immunoglobülin): Eritrositlerdeki Rho antijenine karşı oluşmuş konsantre insan IgG molekülü içeren monoklonal antikordur (20). Rho antijenine özgü immünotolerans sağlayan ve böylece dolaylı olarak bu antijene kısıtlı immünsüpresyon yapan bir ilaçtır (15). Yenidoğanın hemolitik hastalığını önlemek için doğumdan sonra 72 saat içinde anneye intramüsküler olarak uygulanır (20, 21). Tip 1 allerjiye dayanan alerjik hastalıkların tedavisinde uygulanır. İmmüntolerans oluşturduğu için immün alerjik cevabı suprese eder (14).

Basiliksimab: Basiliksimab, T lenfositlerin ve diğer immün sistem hücrelerinin IL-2 reseptörlerinin alfa alt birimlerine bağlanan, fare ya da insan kaynaklı bir monoklonal antikordur (14, 20). Aktive olmuş T lenfositler üzerinde bulunan IL-2 reseptörüne bağlanarak etki oluşturur. Organ transplantasyonlarında akut rejeksiyon profilaksisinde kullanılır. Belirgin bir yan etkisi yoktur (14, 23).

2.2.1.2 İmmünstimülan İlaçlar

İmmünstimülan ilaçlar, kısmi ya da immünolojik yetmezliği olan hastalarda immün yanıtı güçlendirirler. Daha çok immün yetmezlik durumları, kronik enfeksiyonlar, kanser ve AIDS’e karşı kullanılırlar (19).



Levamizol: Antiparaziter sentetik bir ilaçtır (19). Gerçekte immünopotansiyatördür, yani antijen gibi primer bir stimulus eşliğinde verilmelidir. Bu nedenle immün yetmezlik sendromlarından ziyade kanser, viral hastalıklar gibi immün sistemin fazla deprese edilmediği ve vücutta bir antijen kaynağının bulunduğu durumlarda, uzun süre kullanılır (14). Levamizolün baskılanmış immün yanıtın onarılması, normal immün yanıtın güçlendirilmesi, veya normalden daha aktif olması durumunda normale getirilmesi üzerine etkilerinin olduğu çalışmalarla gösterilmiştir (21, 22)

İnozipleks: İnozinin de içinde bulunduğu 3 maddeden oluşan, çeşitli virüslerin replikasyonunu inhibe eden kimyasal bir komplekstir. Herpes simpleks tip II, influenza ve rinovirüs enfeksiyonlarinda ve subakut sklerozon panansefalitte semptomları azaltmak ve / veya hastalık süresini kısaltmak için kullanılır (14, 24).

Adjuvanlar: Kendileri ile birlikte dışardan uygulanan veya vücutta oluşan antijenlerin immünojenitesini artıran doğal veya sentetik maddelerdir. Esas olarak immünopotansiyalizasyon yapan maddelerdir. Halen kullanılan veya denenen adjuvanların başlıcaları, BCG (Bacillus-Calmette-Guerin), Corynebacterium parvum, muramil dipeptid, aluminyum tuzları, sentetik polinükleotidler, bakteri endotoksinleri ve Freund adjuvanlarıdır (6, 25).

İnsan İnterferonları: Çeşitli hücrelerin indükleyici etkenlere karşı verdikleri yanıt sonucunda oluşturulan protein ve glikoprotein yapısındaki maddelerdir. Rekombinant DNA teknolojisi ile elde edilen ve immünstmülan olarak kullanılan interferonlar (IFN), IFN-α ve IFN-ß’dır. Bunlardan en fazla denenen IFN-α 2a ve IFN-α 2b olup, ruhsatlandırılarak pazarlanmıştır (14, 26).

Aldeslökin (IL-2): Aktive edilmiş yardımcı T lenfositlerin salgıladığı bir lenfokindir. T lenfositlerin proliferasyonunu ve sitotoksik hücrelere farklılaşmasını indükler. Kanser tedavisinde ve çeşitli aşılar içerisine immün yanıtı güçlendirmek amacıyla ilave edilerek kullanılır (2, 14).

Timosin: Timus epitel hücreleri tarafından salgılanan, T lenfositlerinin proliferasyonunda, farklılaşmasında ve fonksiyonlarının düzenlenmesinde önemli rol oynayan hormon benzeri bir ekstredir.

Hiperimmünglobulinler ve Aşılar: İnsan plazmasından elde edilen antikorlardan zengin normal insan immünglobülin preparatları ve belirli bir antikordan zengin özgül hiperimmünglobulinler, bakteriyel ve viral hastalıkların tedavisinde immüniteyi güçlendirmek amacıyla kullanılırlar (14).

2.3. İMMÜNMODÜLATÖR BİTKİLER

2.3.1. ECHINACEA

2.3.1.1. Genel Bilgiler

Asteraceae familyasından olan Echinacea türleri; ‘Coneflower, Black sampson, Red sunflower’ gibi isimlerle de tanınmaktadır.

Echinacea cinsi 1968'de McGregor tarafından yayınlanan taksonomik incelemeye göre 9 tür içermektedir (27):


  • E. angustifolia DC var. angustifolia

var. strigosa McGregor

  • E. atrorubens Nutt.

  • E. laevigata (Boyton & Beadle) Blake

  • E. pallida (Nutt.) Nutt.

  • E. purpurea (L.) Moench

  • E. paradoxa (Norton)Britton var. paradoxa

var. neglecta McGregor

  • E. simulata McGregor

  • E. sanguinea Nutt.

  • E. tennesseensis (Beadle) Small



Şekil 2.5. E. purpurea Şekil 2.6. E. angustifolia

Tıbbi olarak değerlendirilen türler E. purpurea, E. pallida, E. angustifolia’dır (Şekil 2.5 ve Şekil 2.6).

Vatanı Kuzey Amerika olan Echinacea türleri, Avrupa’da kültüre alınmışlardır. Bu türler Türkiye’de yetişmemektedir (28).

2.3.1.2. Tarihçe

Echinacea türleri Amerika yerlileri tarafından yüzyıllardan beri, enfeksiyonlar, zehirli böcek ve yılan sokması, kabakulak, çiçek hastalığı, kızamık, diş ağrısı, boğaz ağrısı, soğuk algınlığı, kuduz, yara ve yanıklara karşı kullanılmıştır (29).





Şekil 2.7. E. pallida

Echinacea bitkisini ilaç olarak tedavide ilk kullanan 1870’lerde Dr. Meyer olmuştur (27, 28). Bitkinin kullanılışını yerlilerden öğrenen Meyer, E. angustifolia köklerinden hazırladığı tentürü; romatizma, migren, ağrı, yılancık, yaralar, hazımsızlık, bitki zehirlenmeleri, zehirli yılan sokması, sifiliz, gangren, sıtma, difteri, hemoroit gibi birçok hastalığın tedavisinde kullanmıştır. Meyer'in ilacı 1887'de Dr. John King ve Ecz. John Uri Lloyd'un dikkatini çekmiş ve böylece Echinacea üzerindeki ilk bilimsel çalışma King ve Lloyd tarafından yapılmıştır. Birçok ilaç firması tarafından enfeksiyona karşı Echinacea preparatları çıkartılmış ve o dönemin en gözde ilaçları olmuştur. Önceleri E. angustifolia kökleri kullanılırken, daha sonra E. pallida kökleri de kullanılmaya başlanmış ve 1916'da her iki tür de United State National Formulary’ de offisinal olarak yer almıştır (Şekil 2.7) (29).

1939'da Avrupa'da artan ihtiyacı karşılamak için Amerika'dan E. angustifolia tohumları getirtilmiş ve kültüre alınmıştır. Ancak daha sonra bu tohumların E. purpurea'ya ait olduğu anlaşılmış ve böylece E. purpurea türü de tedavi alanına girmiştir (30).

Türler arasında karışıklık her zaman olmuş ve biri diğeri yerine satılmıştır. 1910'dan sonra Echinacea türleri Parthenium integrifolium ile katıştırılmaya başlanmıştır (31).

Bugün Echinacea türlerinin kökleri ve toprak üstü kısımlarının tentürü, ekstresi veya toz halde kapsül içinde Amerika'da ve Avrupa'da kullanılmaktadır. Echinacea ürünleri Amerika Birleşik Devletleri’nde daha çok diyet tamamlayıcı olarak, Kanada'da ise sağlık ürünü olarak satılmaktadır. Avrupa'da ise durum farklı olup, örneğin Almanya'da Echinacea ürünlerinin çoğu ilaç olarak ruhsatlandırılmıştır ve eczanelerde satılmaktadır.

1940'lardan günümüze kadar Echinacea bitkisi üzerinde 500 civarında bilimsel çalışma yayınlanmıştır (28). Bir Amerika Birleşik Devletleri bitkisi olmasına rağmen bu bilimsel araştırmaların çoğu Almanya'da yapılmıştır (27).



Yüklə 271,82 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin