Grup Psikolojisi ve Ego Analizi



Yüklə 0,9 Mb.
Pdf görüntüsü
tarix01.06.2022
ölçüsü0,9 Mb.
#60306
Sigmund Freud Grup Psikolojisi ve Ego Analizi Alter Yayıncılık






Sigmund Freud 
• 
• 
• 
GRUP PSiKOLOJiSi 
VE 
• 
• 
EGO ANALiZi 


ISBN: 
978-605-4523-59-7 
©Alter Yay. Rek. Org. Tic. Ltd. Şti. 
Yayıncı Sertifika No: l 1483 
KİTABIN ADI: 
Grup Psikolojisi ve Ego Analizi 
YAZAR: 
Sigmund 
FREUD 
ÇEVİREN: 
Büşra YÜCEL 
James Strachey'in İngilizce çevirisinden Türkçe'ye çevrilmiştir 
BASKI ADEDİ: 
2000 
Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti 
1. Cd. Elif Sk. No:7 /58 
İskitler/ ANKARA 
www.alteryayincilik. com 
alter@alteryayincilik. com 
BASKI: 
Bil Ofset Tesviyeci Cad. 
Simtes İş Hanı No: 5/7 
İskitler /Ankara 
Sertifika No: 23261 
DİZGİ: 
Özlem ŞENTÜRKLÜ 
KAPAK: 
Mehmet ÖZGÜR 
BASIM TARİHİ: 
2014 


İÇİNDEKİLER 
1. 
Giriş 
. . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

il. 
Le Bon 'un Grup Zihni Tanımı. 
. . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
.
. . . . . . . . . .

ili. 
Ortak Zihinsel Hayatın Diğer Açıklamaları ........... 17 
iV. 
Telkin ve Libido 
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
.
. . . . . .
23 
V. 
Yapay İki Grup: Kilise ve Ordu .
. . . . . . . .
..
. .
.
.
.
. . . . . . . . . . .
.

28 
VI. 
Başka Sorunlar ve İş Hatları 
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
34 
vıı. 
Özdeşleşme .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
38 
VIII. Aşk Yaşamak ve Hipnoz ........................................ 44 
ıx. 
Sürü Içgüdüsü 
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . .
.
.
.
. . . . . . .
50 
X. 
Grup ve İlkel Topluluk 
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . .
.

55 
XI. 
Ego' da Farklılaşan Aşama 
. . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
60 
XII. 
Dipnot. 
. . .
.
. . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
..
. . . ..
.
. .
65 
XIII. Kaynakça ................................................................ 7 





GİRİŞ 
Bireysel psikoloji ve sosyal psikoloji veya grup psikolojisi 
arasındaki karşıtlık ilk bakışta çok önemli gibi görünebilir ama 
daha yakından incelendiğinde, bu ayrımın keskinliğini kaybet­
tiği görülebilir. Bireysel psikoloji bireylerle ilgilenir ve onların 
içgüdüsel dürtülerini tatmin etme yollarını keşfeder; ama sadece 
nadiren olan ve bazı istisnai durumlarda bireysel psikoloji, bi­
reyin diğer insanlarla olan ilişkilerini dikkate almayan bir po­
zisyondadır. Bir bireyin zihinsel hayatında başkaları bir model 
olarak, bir amaç olarak, bir yardımcı olarak veya karşıt bir taraf 
olarak sürekli olarak yer alır. Bu yüzden ilk zamanlardaki birey­
sel psikoloji, uzun ama tamamen haklı bir deyişle, aynı zamanda 
sosyal psikolojidir. 
Bir bireyin ailesiyle, kardeşleriyle, eşiyle ve doktoruyla 
olan ilişkileri şimdiye kadar yaşanılan bütün ilişkiler psikanalitik 
araştırmaların asıl konusu olmuştur sosyal bir olay olarak düşü­
nülebilir. Bu açıdan bakıldığında bu ilişkiler "narsistik"1 olarak 
adlandırılan başka bazı süreçlerle zıtlık içinde olabilir. Sosyal ve 
narsistik arasındaki zihinsel hareketin zıtlığı tamamen bireysel 
psikolojinin alanına ginnektedir ve bunun sosyal psikoloji veya 
grup psikolojisinden ayrımı iyice hesaplanmamıştır (Bleuler nar­
sistikleri "otistik" olarak adlandırabilir). 
Daha önce de bahsedildiği gibi ailesiyle, kardeşleriyle, eşiy-. 
le, arkadaşlarıyla ve doktoruyla ilişki içinde olan birey, bu in­
sanlardan kendisi için büyük öneme sahip olan sadece tek bir 
insanın veya çok az bir insanın etkisi altına girer. Şimdi sosyal 
psikoloji veya grup psikolojisinden konuşurken 
bu 
ilişkileri bir 
kenara koymak ve aynı anda bireyi etkileyen, bir şekilde bağlı 

Güdülerin tatmininin kısmen veya tamamen diğer insanların etkisinden dolayı 
geri çekilmesi. 



olduğu veya birçok açıdan ona yabancı olan, çok sayıda insanı 
araştırma konusu olarak ayrı tutmak olağan hale gelmiştir. Bu 
yüzden grup psikolojisi bireyle; bir etnik grubun, bir milletin, 
bir sosyal sınıfın, bir mesleğin, bir kurumun üyesi olarak ya da 
belirli bir amaç için belirli bir zamanda bir araya gelmiş kalaba­
lık bir grubun öğesi olarak ilgilenir. Birbirine doğal olarak bağ­
lı olan şeyler arasındaki devamlılık bir kere bölünürse, bu özel 
koşullar altında görünen olguları daha aza indirgenemeyen özel 
bir içgüdü başka hiçbir durumda ortaya çıkmayan sosyal içgüdü 
("sürü içgüdüsü'', "grup zihni") olarak kabul etmek kolaydır. Zi­
hinsel hayatımızı harekete geçirmek için, başka türlü göz önünde 
bulundurmayacağımız yeni bir içgüdüye her ne kadar zor gibi 
gözükse de önem vermeye cesaret edebiliriz. Bu yüzden bek­
lentilerimizi diğer iki ihtimale yöneltebiliriz: sosyal içgüdü ilkel 
ve duyarsızca sınıflandıran bir şey olmayabilir ve sosyal içgüdü 
gelişiminin başlangıcını keşfetmek, aile gibi dar bir alanı incele­
mekle mümkün olabilir. 
Grup psikolojisi sadece başlangıç aşamasında olmasına 
rağmen ayrı konulan ve şimdiye kadar birbirinden dikkatli bir 
şekilde hiç ayırt edilmemiş çok sayıda konuyu sahiplenir. Fark­
lı şekillerdeki grup oluşumunu sade bir biçimde sınıflandırmak 
ve bunlar tarafından üretilen zihinsel olay büyük bir gözlem ve 
açıklama gerektirir ve verimli bir kaynakçanın oluşmasını sağlar. 
Bu kitabın kısıtlı boyutunu grup psikolojisinin geniş boyutuy­
la karşılaştıran herkes bütün materyalden seçilen sadece birkaç 
noktanın burada anlatıldığını hemen anlar. Gerçek şu ki, özel 
olarak ilgilenilen birkaç soru psikanalizin derin psikolojisiyle 
alakalı olacaktır. 



il 
LE BON'UN GRUP ZİHNİ TAN IMI 
Bir tanım vermekten başlamak yerine bu inceleme yazısı 
altındaki olay çeşitliliğini belirlemekle başlamak daha faydalı 
olabilir ve bu çeşitlilik arasından özellikle dikkat çekici ve karak­
teristik gerçekleri seçmek için biziın sorularımız eklenebilir. Bu 
amaçların hepsini Le Bon 'un hak ettiği gibi ünlü olan çalışması 
Psychologie des foules ( 1 8 95)'ten alıntılarla başarabiliriz. 
Konuyu bir kere daha açıklığa kavuşturalım. Eğer bir psiko­
loji bir bireyin yatkınlıklarını, içgüdüsel dürtülerini, hareketinin 
an1açlarını ve en yakınındaki kişilerle olan ilişkilerini araştırmak 
gibi görevlerini bütünüyle taman1ladıysa ve bütün konuları bağ­
lantılarıyla açıkladıysa, kendini daha sonra aniden tamamlan-
111amış yeni görevlerle yüzleşirken bulabilir. Psikoloji, bu bireyi 
beklenilenden oldukça farklı olarak anladığı, düşündüğü, hisset­
tiği ve davrandığı durumlarda, şaşırtıcı gerçekleri açıklamaya 
mecbur olacaktır. Bu durumlar, bireyin bir "psikolojik grubun" 
özelliklerini alarak o topluluğa katılmasıdır. Öyleyse "grup" ne 
demektir? Bireylerin zihinsel hayatı üzerindeki kararlı etkiyi ye­
rine getirme gücünü nasıl kazanıyor? Birey üzerindeki zihinsel 
değişikliğin doğası nedir? Bu üç soruya cevap vermek teorik 
grup psikolojisinin görevidir. Bu sorulara cevap vermek için en 
iyi yaklaşım üçüncüsünden başlamaktır. Bireyin hareketlerin­
de meydana gelen değişikliği gözlemlemek grup psikolojisine 
malzeme sağlar; açıklanacak şeyin tanımını yapınak açıklama 
yapma girişiminden önce gelmelidir. Şimdi Le Bon'un kendisi 
için konuşmasına izin verelim. Le Bon: "Bir psikolojik grup tara­
fından sergilenen en çarpıcı şey ardından gelme özelliğidir. Gru­
bu bir araya getiren kişiler kim olursa olsun, hayatlarının tarzı, 
meslekleri, karakterleri, zekaları aynı ya da farklı olabilir. Aslına 
bakarsak grup üyeleri bütün bunları ortak varlığa ekleyerek bir 



grup haline gelirler ve bu bireylerin grup içindeki düşünme, his­
setme ve davranma tarzı her bir bireyin yalnızken nasıl düşün­
düğünden, hissettiğinden ve davrandığından oldukça farklıdır. 
Bireylerin oluşturduğu grup dışındaki hallerde var olmayan ve 
harekete dönüştürülmeyen bazı fikirler ve hisler vardır. Psiko­
lojik grup belirli bir süre için bir araya getirilmiş benzer olma­
yan unsurlardan oluşan duruma bağlı bir yapıdır. Tam anlamıyla, 
bir araya gelerek bir vücudu oluşturan hücreler yeni bir varlığın 
özelliklerini gösterir ve bu özellikler hücrelerin tek başınayken 
gösterdikleri özelliklerden oldukça farklıdır." ( 1 920, 29.) 
Şimdi de biz Le Bon 'un açıklamasına müdahale iznini ala­
rak kendi açıklamamızı yapalım ve buna bağlı olarak bir gözlem 
anlatalım. Eğer bir gruptaki bireyler bir bütünlük oluştuyorsa, 
mutlaka onları bir araya getiren bir şey olmalıdır ve bu bağ ta­
mamen grubun özelliği olabilir. Ancak Le Bon bu soruya cevap 
vermez. Le Bon, bireyin grup içindeki değişiklikleri düşünmeye 
devam eder ve kendi derin psikolojimizin temel varsayımlarının 
grupla uyumunu anlatır. 
"Bir bireyin yalnızken olduğu haliyle grup içindeki halinin 
ne kadar farklı olduğunu kanıtlamak kolaydır ama bunun neden­
lerini keşfetmek çok da kolay değildir." 
"Bireyleri incelemek için ilk olarak, modem psikoloji tara­
fından oluşturulan gerçekleri zihnimize söylemek gereklidir, bu 
gerçekler şudur ki bilinçaltı durumu sadece zeka kullanımında 
değil bedensel yaşamda da tamamıyla ağır basmaktadır. Zihnin 
bilinçli olan kısmı bilinçaltı ile karşılaştırıldığında daha küçük 
bir öneme sahiptir. En usta analizciler, en zeki gözlemciler bile 
bireyin davranışlarını belirleyen az sayıdaki güdülerden daha 
fazlasını bulurken nadiren başarılı oldular. Bizim bilinçli hare­
ketlerimiz, zihnimizde kalıtsal olarak var olan bilinçaltı temeli­
nin bir sonucudur. Bu temel, nesilden nesile miras bırakılan ve 
bir ırkın düşünce yapısını oluşturan çok sayıda ortak özellikten 



oluşmaktadır. Hareketlerimizin belirli olan nedenlerinin arkasın­
da, hiç kuşku yok ki itiraf etmediğimiz gizli nedenler de vardır. 
Bu sebeplerin de arkasında bizim bilmediğimiz daha da gizli bir­
çok neden vardır. Bizim günlük hareketlerimizin büyük bir kıs­
mı gözlemlemekten kaçtığımız gizli dürtülerimizin sonucudur." 
(lbid., 30.) 
Le Ban, bireylerin belirli gereksinimlerinin grup içinde yok 
edildiğini ve bu şekilde ayırt ediciliğin gözden kaybolduğunu 
düşünüyor. Ayrı cinsten olanlar aynı cinsten olanların içine gö­
mülüyor ve ırksal bilinçaltı su yüzüne çıkıyor. Şunu söyleıneliyiz 
ki, zihinsel üstyapı gibi gelişimi bireylerde değişiklik gösteren 
şeyler kaldırılıyor ve bilinçaltı esasları herkeste aynı şekilde olan 
bir görüşe dayandırılıyor. 
Bu şekilde gruptaki bütün bireyler sıradan bir özellik göste­
riyor. Le Ban, grup içinde bireylerin daha önce sahip olmadıkları 
yeni özellikler de göstermeye başladıklarını düşünüyor ve bunun 
nedenini 3 farklı etmende arıyor. 
"Birincisi, bir grubun parçasını oluşturan bireyin, sadece 
sayısal sebeplerden, yenilmez güç düşüncesinden içgüdülerine 
kazanç sağlaması ister istemez bireyi kısıtlıyor olabilir. Bireyin, 
grup içindeki kimliğinin belli olmayacağı ve genellikle bireyi 
kontrol eden ve tamamen yok olmasına neden olabilen sorumlu­
luk duygusunun grup içinde olmadığı düşüncesiyle kendi kendi­
ni kontrol etme eğilimi daha azdır." (lbid., 33.) 
Bizim bakış açımıza göre, yeni özelliklerin görülmesine çok 
da fazla önem vermemek gerekir. Bize göre, grup içinde olmak, 
bireyin bilinçaltında yatan bastırdığı içgüdüsel dürtülerden kur­
tuln1asına olanak vereceğini söylemek yeterli olacaktır. Bireyin 
sergilediği yeni özellikler aslında insan zihninin bilinçaltında kö­
tülüğe olan eğiliminin göstergesidir. Böyle durumlarda bilincin 
ya da sorumluluk duygusunun kaybolmasını anlamak çok da zor 
değildir. Çok uzun zamandır bizim "sosyal kaygı" olarak tanım­
ladığımız şey aslında bilinçtir. 



"İkinci sebep, grup içindeki diğer özelliklerin göstergelerin 
belirlenmesine aracılık eden yayılmadır. Yayılma, varlığını gös­
termesi kolay açıklaması zor bir kavramdır. Kısaca çalışacağımız 
hipnotize edici yöntemler arasında sınıflandırılmalıdır. Bir grup 
içindeki her duygu ve hareket bir yayılmadır ve bireyin kendi 
menfaatlerini ortak menfaatler için feda ettiği bir durumdur. Bi­
reyi grubun bir parçası yapmasından hariç, bireyin nadiren ye­
tenekli olduğu kendi doğasına oldukça zıt olan bir yetenektir." 
(lbid., 33.) 
Daha sonra bu son cümleye bağlı olarak önemli bir varsayı­
mın temelini oluşturacağız. 
"Üçüncü ve en önemlisi, bir gruptaki bireylerin gösterdiği 
belirli özelliklerin yalnızken olduğundan oldukça farklı bir şekil­
de olması nedenini belirler. Demek istediğim şu ki telkine açık­
lık. Yukarıda bahsedilen yayılma sadece bir etkidir. 
"Bu olayları anlamak için son zamanlardaki psikolojik bul­
guları aklımızda tutmak gereklidir. Bugün artık biliyoruz ki deği­
şik süreçlerle, birey kendi bilinçli kişiliğini tamamen kaybedebi­
lir, onu kendi kişiliğinden mahrum bırakarak yönlendiren kişinin 
bütün önerilerine uyabilir ve karakteriyle, kişiliğiyle tamamen zıt 
olan hareketlerde bulunabilir. En dikkatli araştırmaların kanıtla­
maya çalıştığı şey, bir bireyin hareket halindeki bir grubun içinde 
zamanla eriyerek kendisini, grubun çekici etkisinin sonucunda 
ya da bizim bilmediğimiz özel bir durumun içinde bulmasıdır. 
Bu durum hipnotize edilmiş bir bireyin kendisini hipnotize eden 
kişinin ellerinde bulması gibi büyüleyici bir durumdur . . . Bilinçli 
kişilik tamamen yok olmuş, akıl ve irade kaybolmuştur. Bütün 
hisler ve düşünceler hipnotize eden kişinin istediği yöne doğru 
yönelmiştir. 
"Aynı zamanda böyle bir durum tahminen bireyin bir grubun 
parçasını oluşturduğu bir durumdur. Birey artık hareketlerinde 
10 


bilinçli değildir. Bu durumda, hipnotize edilen bireylerde olduğu 
gibi, aynı zamanda bazı yetenekler köreltilirken bazı yetenekler 
yüksek derecelere çıkartılabilir. Bir telkinin etkisi altında, birey 
bazı hareketlerin başarısını karşı konulamaz bir ataklıkla kendi 
üstüne alabilir. Bu ataklık, grup içinde, hipnotize edilmiş bir bi­
reyinkinden daha karşı konulmazdır. Bu gerçeklikle, bir gruptaki 
bütün bireyler için telkin aynıdır ve gücünü karşılıklı davranış­
lardan alır." (lbid., 34.) 
"Göreceğiz ki telkin ve düşüncelerin, fikirlerin aynı doğrul­
tuda yayılması yoluyla bilinçli kişiliğin kaybolması, bilinçaltın­
daki kişiliğin baskın olması ve telkin edilen önerileri hemen dav­
ranışa dönüştürme eğilimi bireyi grubun bir parçası yapan başlı­
ca özelliklerdir. Artık birey kendisi değildir ve kendi isteklerinin 
yönlendirmesiyle hareket etmeyi bırakıp başkalarının kontrolü 
altında olan biri haline gelir." (lbid., 35 .) 
Le Bon bir bireyin grup içindeki durumunu hipnotize edil­
miş bir kişiyle aynı olarak görür ve iki durum arasında sadece bir 
karşılaştırma yapmaz. Bizim bu duruma herhangi bir şekilde kar­
şı çıkmaya niyetimiz yok ama şu gerçekliğe değinmek isteriz ki 
bireyin grup içinde değişmesini sağlayan son iki neden (yayılma 
ve telkine açıklık) açık bir şekilde eşit derecede değildir çünkü 
yayılma, telkine açıklığın göstergesi gibi gözükmektedir. Buna 
ek olarak, bu iki faktörün etkisi Le Bon'un dikkat çektiği gibi 
keskin bir şekilde birbirinden ayrılmamıştır. Yayılma ile grup 
üyelerinin birbirleri üzerindeki etkisini bağlantılı hale getirerek 
ve de aynı zamanda Le Bon'un hipnoz etkisiyle benzer olarak 
gördüğü gruptaki telkinin belirtilerini başka bir kaynak olarak 
göstererek Le Bon'un cümlelerini belki de en iyi şekilde anlat­
mış oluruz. Ama hangi kaynak? Le Bon 'un açıklamasında bah­
setmediği, karşılaştırmadaki temel esaslardan birini, grup içinde 
hipnotize eden kişinin kim olduğu, fark ettiğimiz zaman eksiklik 
hissine saplanıp kalmaktan uzak duramayız. Buna rağmen Le 
1 1 


Bon, derinlerde kalınış bilinmezlik ve bireylerin birbiri üzerinde 
kullandığı, asıl telkinin güçlendirildiği yayılmacı gerçekliğin çe­
kiciliğinin etkisi arasında bir ayrım yapmamıştır. 
Bir gnıp içindeki bireyi anlamaya yardım etmesi için başka 
bir sebep daha var: "Ek olarak, birey örgütlü bir gnıbun parça­
sını oluşturduğu gerçeğinden dolayı, medeniyet basamağından 
birkaç adıın geriler. Birey tek başına belki görgülü birisi olabilir; 
kalabalık içindeyken belki içgüdüleriyle hareket eden kaba bir 
kişi olabilir. Birey, ilk insanların doğaçlama özelliğine, şiddeti­
ne, vahşiliğine ve de coşkunluğuna ve kahramanlığına sahiptir." 
(lbid., 
36.) 
Le Bon özellikle, bir bireyin grup içine karıştığında 
yaşadığı düşünsel becerilerinde olan gerileme üzerinde çok dur­
nıuştur. 
Şimdi bireyi bir kenara bırakalım ve Le Bon tarafından özet­
lenmiş grup zihnine bakalım. Bir psikanalistin, grup zihninin 
kaynağını bulmakta ve bir yere oturtmakta yaşadığı zorluk sade­
ce bir tane değildir. Le Bon, bunun yolunu ilk insanların ve ço­
cukların zihinsel hayatıyla benzeyen yönlerini işaret ederek bize 
yolu kendisi göstermiştir (Ibid., 40.) 
Bir grup fevri, değişken ve asabidir. Buna nedeyse yalnızca 
bilinçaltı neden olmuştur. Bir grubun uyduğu dürtüler, cömertlik 
ya da zalimlik, kahramanlık ya da korkaklık duruınlarında olabi­
lir; ancak, bu dürtüler çok otoriter olduklarından dolayı kişinin 
ilgileri, nefsini koruması bile kendini gösteremez (lbid., 4 1 .). 
Hiçbir şey önceden planlanmışlıkla alakalı değil. Bir grup bazı 
şeyleri tutkuyla istese de tahammül becerisi olmadığı için hiçbir 
zaınan çok uzuıı :ünnez. Grup, istediği şey ve bunu başarmanın 
arasında olan hiçbir gecikmeye tahammül edemez. Grubun gücü­
nün her şeye yettiğine dair bir kanı vardır; bir birey için iınkan­
sızlık kavran1ı grup içinde yok olur. 
Bir grup akıl almaz bir şekilde her şeye kanar ve bütün etki­
leınelere açıktır, eleştirel kabiliyeti yoktur ve onun için olasılık-
12 


sız hiçbir şey yoktur. Grup, bireylerde serbest çağrışımla ortaya 
çıkan, birbirleriyle alakalı şekillerle düşünür ve gerçeklikle uyu­
şup uyuşmadığı makul bir birim tarafından hiçbir zaman kontrol 
edilmez. Bir grup olma hissi genellikle oldukça basittir ve olduk­
ça abartılınıştır. Dolayısıyla bir grup ne şüphe etmeyi bilir ne de 
kararsızlığı. 
Grup direk olarak en uç noktalara gider; eğer bir şüphe 
gösterilirse hemencecik inkar edilemez bir gerçekliğe bürünür; 
beğenmeme gibi bir durumun ortaya çıkması çok öfkeli bir düş­
manlığa dönüşür (lbid., 56.) 
Uç noktalara eğilim 
1ı 
olarak bir grup sadece aşırı uyarıcı tar 
geldiğinde heyecanlanahi 

ır. Grup üzerinde etki kurmaya çalışan 
herhangi birinin görüşlerinde mantıksal bir tutarlılığa gerek yok. 
Bunu gerçekleştirmek için en ikna edici boyalan kullanmalı, 
abartılı olmalı ve aynı şeyleri tekrar tekrar söylemeli. 
Grup doğru ya da yanlışın ne olduğu konusunda hiçbir şüphe 
içinde olınadığından ve bilinçli olduğundan dolayı ve bunlara ek 
olarak da sahip olduğu büyük güçten dolayı otoriteye bağlı oldu­
ğu kadar tahammülsüzdür de. Güce saygı duyar ve zayıflık gös­
tergesi olduğuna inandığı için kibarlıktan sadece çok az bir şekil­
de etkilenir. Kahramanlarından istediği şey güçtür hatta şiddettir. 
Baskı altında olmak, yönetilmek ve ona hakim olan kişilerden 
korkmak ister. Temel olarak, grup tamamen muhafazakardır, bü­
tün yeniliklere ve gelişmelere karşı derin bir isteksizliği vardır ve 
geleneğe sonsuz bir saygısı vardır (Ibid., 62 .). 
Bir grubun manevi değerleri hakkında doğru bir karara var­
mak için, bireylerin grup içinde bir araya geldikleri zaman bütün 
bireysel kısıtlamaları azaldığını ve eski zamanlardan kalan açı­
ğa çıkmamış bütün zalim, merhametsiz ve yok edici içgüdüle­
rin özgürce doyuma ulaşmak için bireyi kışkırttığını göz önünde 
bulundunnak gerekir. Oysa ki, telkinin etkisi altında gruplar fe­
dakarlık, bencil olmama ve kendini bir 1maca adama gibi büyük 
13 


başarılara da gücü yeter. Yalnız olan bireylerde sadece kişisel il­
giler bireyi harekete geçirirken, bir grubun içinde bu çok az öne 
çıkar. Kendi etik değerleri olan bir bireyin bir grup tarafından 
yükseltildiğinden bahsetmek de mümkün ( lbid., 65.). Oysa ki, 
bir grubun zihinsel kapasitesi bir bireyin kapasitesinin oldukça 
altındadır. Grubun ahlaki davranışları bir bireyinki kadar yükse­
lebileceği kadar derinlere de batmış olabilir. 
Le Bon'un tanımındaki diğer özellikler grup zihninin ilkel 
insanlarla özdeşleşmesinin nasıl haklı olduğunu belirgin bir şe­
kilde gösteriyor. Grup içindeki en çelişkili fikirler bile yan yana 
olabilir ve aralarındaki mantıksal zıtlıktan hiçbir sorun çıkmak­
sızın birbirini hoş görebilir. Psikanalistlerin de uzun zamandan 
beri dikkat çektikleri bu durum bireylerin, çocukların ve sinir 
hastalığı olan kişilerin, bilinçaltındaki zihinsel hayatlarında olan 
durumdur. 
Daha da fazlası, bir grup, kelimelerin sihirli gücünün bo­
yunduruğu altına girer. Bu kelimeler grup zihnindeki aşılması 
en zor fırtınaları harekete geçirme ve bu fırtınaları sakinleştir­
me yeteneğine sahiptir (lbid., 1 1 7.). "Gerekçe ve görüşler bazı 
sözcüklerle ve formüllerle mücadele konusunda yeteneksizdirler. 
Bunlar grubun huzurunda büyük bir ciddiyetle anlatılınış ve say­
gı ifade edilirken hemen söylenen desteklendiği belli olan ve bü­
tün başların eğildiği sözcüklerdir. Bunlardan çoğu doğal güçler 
olarak ya da doğaüstü güçler olarak düşünülür (lbid., 1 1 7.). Bu 
bağlantıda akılda tutulması gereken şey ilkel insanlar arasındaki 
tabu ve isimlere ve sözcüklere atfetmeye çalıştıkları güç. 
Son olarak, gerçeklikten sonra gruplar hiçbir zaman arzulan­
ınaz. Gruplar yanılsama isterler ve onlarsız yapamazlar. Gerçek 
olmayan şey gerçekliğe üstün olsun isterler, doğru olan bir şey­
den ne kadar güçlü bir şekilde etkileniyorlarsa doğru olmayan 
bir şeyden de o kadar etkilenirler. Bu ikisinin ayrımına varmama 
gibi bir eğilimleri vardır (Ibid., 77.). 
14 


Bu hayal aleminin üstünlüğünün ve gerçekleşmemiş istek­
lerden doğan yanılsamanın psikolojik bozuklukların belirleyici 
etmeni olduğuna dikkat çektik. Psikolojik bozukluklar, sıradan 
tarafsız bir gerçeklik tarafından değil de psikolojik gerçeklik ta­
rafından yönlendirildiğini bulduk. Histerik bir belirti gerçek bir 
deneyimin tekrarına değil de hayal gücüne bağlıdır ve takıntılı 
bir psikolojik bozukluktaki suçluluk hissi hiçbir zaman gerçek­
leştirilmeyen kötü bir niyete bağlıdır. Hatta rüyalardaki ve hip­
nozdaki gibi, bir grubun gerçek şeyleri test etme gibi zihinsel 
işlemleri, arzulu dürtülerinin gücü ve duygusal yükü ile karşılaş­
tırıldığında arka plana düşüyor. 
Le Bon'un grupların liderleri konusunda söyledikleri daha 
az detaylı ve bizim altında yatan ilkeyi açıkça anlatmamıza ola­
nak vermiyor. Le Bon, belirli bir sayıdaki canlı varlıkların, hay­
van topluluğu ya da insan topluluğu fark etmeksizin, bir araya 
gelir gelmez kendilerini içgüdüsel olarak bir üstün otoritesi altına 
yerleştirdiklerini düşünüyor (Ibid., 1 34.). Grup itaatkar bir top­
luluktur ve birisi tarafından yönetilmezse yaşayamaz. İtaat için 
böylesine bir arzusu vardır ve bu içgüdüsel olarak kendini gru­
bun yönetimine atayan herkese girer. 
Bu şekilde grubun istekleri yarım yamalak lidere taşınsa da 
lider kişisel özelliklerini buna ayarlamaya çalışmalıdır. Grubun 
inancını uyandırmak için lider kendini güçlü bir fikirle çekici 
kılmalıdır. Lider, grupta olmayan ve üyelerin kabul edebilece­
ği güçlü ve etkileyici bir iradeye sahip olmalıdır. Le Bon daha 
sonra farklı tarzlardaki liderlerden ve grup üzerindeki çalışma 
yöntemlerinden bahsetmiştir. Genel olarak Le Bon, liderlerin, 
kendilerinin ve fanatiklerinin inandığı fikirlerle kendi varlıklarını 
hissettirdiklerine inanıyor. 
Ayrıca, Le Bon hem fikirlere hem liderlere "saygınlık" diye 
adlandırdığı gizemli ve karşı konulaınaz bir güç atfeder. Saygın­
lık, üzerimizde bir birey, bir iş ya da bir fikir tarafından gösterilen 
bir çeşit hakimiyettir. Bu bizim eleştirel yeteneğimizi tamamen 
15 


durdurur ve bizi merak ve saygıyla doldurur. Hipnozdaki büyü­
lenmişlik durumu gibi bir duygu canlandırır (lbid., 1 48). Le Bon 
kazanılmış veya yapay saygınlığın kişisel saygınlıkla ayrımını 
yapar. Kazanılmış veya yapay saygınlık, insanların isimlerine, 
geleceğine, ününe ve düşüncelerine geleneğin etkisinde eklen­
miştir. Bu saygınlık türü bütün durumlarda geçmişe kulak verdiği 
için bu karışık etkiyi anlamamıza çok yardım edemiyor. Kişisel 
saygınlık lider olan çok az kişiye liderliği aracılığıyla eklenir ve 
herkesi itaat ettirecek çekici bir büyü gibi bir etkisi vardır. Ancak 
bütün saygınlıklar başarıya bağlıdır ve bir başarısızlık durumun­
da kaybolur (lbid., 1 59). 
Le Bon, liderliğin işleviyle saygınlığın başarıldığı ve say­
gınlığın öneminin grup zihninin ustalıklı bir şekilde uygulanmış 
tasviriyle tamamen bir uyum içinde olduğu izlenimini vermez. 
16 


III 
ORTAK ZİHİNSEL HAYATIN DİGER AÇIKLAMALARI 
Le Bon'un tanımını giriş kısmı aracılığıyla kullanmıştık 
çünkü bilinçaltındaki zihinsel hayata yaptığı vurguyla kendi psi­
kolojimizle oldukça iyi uyuşuyor. Ancak, eklemeliyiz ki gerçekçi 
bir olgu olarak bu yazarların hiçbiri yeni hiçbir şey ileri sürme­
miştir. Grup zihninin belirtilerini zarara uğratmak ve değerini dü­
şürmek için Le Bon'un söylediği her şey, onun gibi eşit derecede 
farklılığı ve karşıtlığı olan herkes tarafından önceden söylenmişti 
ve literatürün ilk zamanlarından beri düşünürler, devlet büyükleri 
ve yazarlar tarafından uyumlu bir şekilde tekrar etn1eye devam 
ediliyor. Le Bon'un en önemli düşüncelerini kapsayan, zihinsel 
işlevin toplu olarak engellenmesine ve gruptaki duygusallığın 
yükseltiln1esine değinen iki önerme kısa bir süre önce Sighele ta­
rafından oluşturulınuştur. Aslında, Le Bon'a özgü olarak artaka­
lan şey bilinçaltı ve zihinsel hayatın ilkel insanlarla karşılaştırıl­
ması kavramlarıdır. Bu kavramlar bile Le Bon'dan önce elbette 
ki üstü kapalı bir şekilde söylenmiştir. 
Ancak, daha fazlası, Le Bon tarafından yapılan grup zihni­
nin tanımı ve tahmini ve diğerleri herhangi bir yolla tartışmasız 
bir şekilde bugüne bırakılmamıştır. Hiçbir şüphe yok ki grup zih­
niyle alakalı az önce bahsedilen bütün olaylar doğru bir şekil­
de gözlemlenmiştir ancak tamaınen zıt bir düşüncede etkin hale 
gelen grup oluşumunun diğer belirtilerini, grup zihninin mutla­
ka takip etmesi gereken daha yüksek fikirlerden ayırt etmek de 
mümkündür. 
Le Bon, bazı özel durun1larda grubun ahlaki değerlerinin, 
grubu oluşturan bireylerin ahlaki değerlerinden daha üstün ola­
bileceğini ve sadece toplulukların yüksek seviyede cömertliğe 
ve fedakarlığa eğimli olduğunu kabul etmek için hazırlanmıştır. 
"Yalnız olan bireylerde kişiyi harekete geçirme gücü sadece ki-
17 


şisel ilgiler iken, grup içindeyken kişisel ilgiler çok nadir öne 
çıkar." (Le Bon, çeviri 1 920, 65.) Diğer yazarlar, bireyler için ah­
laki standartlar koyan tek şeyin, bireyin bu standartların yüksek 
taleplerine ulaşmaya çalışırken bu kuralların birinde ya da öte­
kisinde başarısızlığa uğramasına rağmen, toplum olduğunu ileri 
sürerler. Ya da bu yazarlar, bazı istisnai durumlarda toplumlarda 
en olağanüstü grup başarılarını mümkünleştiren şevk denilen bir 
olgunun ortaya çıkabileceğine dikkat çekerler. 
Düşünsel işe gelince, düşünce alanındaki büyük kararların 
ve problemlerin çözümlerinin sadece kendi başına çalışan bir 
birey için mümkün olduğu bir gerçek olarak kalmaya devam 
ediyor. Ancak grup zihninin de zeka alanındaki yaratıcı düşün­
ce üretme kabiliyeti, halk müziğinde, halk biliminde gösterildiği 
gibi dilin kendisi tarafından da gösterilmektedir. Bu açık bir soru 
olarak kalmaya devam etmektedir ve daha da fazlası bireysel bir 
düşünür ya da yazar, yaşadığı grubun etkisine ne kadar minnettar 
olmalıdır ve diğerlerinin aynı anda paylaştığı zihinsel bir işi on­
lardan daha iyi ne kadar yapabilmektedir. 
Tamamen tutarsız bu açıklamalara rağmen, grup psikolojisi­
nin çabaları başarısız bir sonuç elde etmeye mecbur gibi görünü­
yor. Ancak bu ikilemden kaçmanın daha umut verici bir yolunu 
bulmak kolaydır. 'Grup' adı altında muhtemel olarak toplanan 
çok sayıdaki ve oldukça farklı yapının belki de ayırt edilmesi 
gerekir. Sighele, Le Bon ve diğerleri, grupların aceleyle toplan­
mış, geçici ilgileri olan ve değişik türde insanlardan oluşan kısa 
süreli bir özelliği olduğunu iddia etmişlerdir. Devrimci grupla­
rın en başta da Fransız Devrimi'ni gerçekleştirenlerin özellikle­
ri şüphesiz bir şekilde kendi açıklamalarından etkilenmeleridir. 
Karşıt fikirler kendi kökenlerini insanoğlunun kendi hayatlarını 
aktardığı ve toplumun kurumlarında şekillenen istikrarlı gruplara 
ya da derneklere borçludurlar. İlk soydan olan insanların grupları 
ile ikinci soydan olan insanların ilişkileri yüksek ama dalgalı de­
nizden dip dalgasına kadar aynı türdendir. 
1 8


McDougall, 'Grup Zihni' kitabında, az önce bahsedilen aynı 
zıtlıktan yola çıkmıştır ve örgütlenmenin nedenleri için bir çö­
züm bulmuştur. En basit şekilde, grubun hiçbir örgütlenmeye sa­
hip olmadığını ya da güçlükle bir ismi hak ettiğini söylemektedir 
ve bu şekilde olan bir grubu "kalabalık" olarak tanımlamaktadır. 
Ancak McDougall, bir insan kalabalığının bütün olayları, örgüt­
lenmenin kurallarını aktarmadan bir araya gelebileceğini ve top­
lumsal psikolojinin en gerekli gerçeklerinin kusursuz olarak özel 
bir kolaylıkla gözlemlenebileceğini söylemiştir (McDougall, 
1 920, 22). Rastgele insan kalabalığının bir araya gelerek psiko­
lojik anlamda grup oluşturmadan önce bir koşulun sağlanması 
gerekmektedir: bu bireylerde mutlaka birbirleriyle, bir nesneye 
aynı ilgiyi duymak, bir durumda aynı duygusal önyargıya sahip 
olmak gibi benzer bir şeylerin olması gerekmektedir.("sonuç ola­
rak" bir şeyler katmaktan hoşlanmalıyım) "bir derecede karşılıklı 
etki" (lbid., 23 ). Bu "zihinsel türdeşlik" ne kadar fazla olursa, 
bireyler psikolojik bir grup oluşturmaya o kadar gönüllü olur ve 
grubun belirtileri bir o kadar göze çarpıcı olur. 
Grup oluşumunun en dikkat çekici ve de en önemli sonucu, 
grubun bireylerinde oluşan "duyguların yüceltilmesi ve derinleş­
tirilmesi" dir (lbid., 24). McDougall'ın düşüncesine göre, erkek­
ler başka hiçbir koşul altında erişmediği ya da nadiren eriştiği 
duygulara grubun içine karıştığında bir adım daha yaklaşır ve 
ilgilenenler için bu keyif verici bir deneyimdir. Kendilerini açık­
ça tutkularına bırakırlar ve bu yüzden grubun içine birleşmiş bir 
şekilde ve bireyselliğin sınırlayıcı hissi kaybolur. Bireylerin bu 
şekilde ortak bir dürtüye kapılma davranışı, McDougall'ın "te­
mel anlayışlı tepki ile duyguları direk olarak başlatmanın ilkele­
ri" diye adlandırdığı yolla açıklamaktadır (Ibid., 25). Duygusal 
bir durumun belirtilerinin algılanması, onları algılayan insanda 
aynı etkiyi uyandırması kendiliğinden hesaplanır. Aynı zamanda 
aynı etki gözlenen insan sayısı ne kadar fazla ise bu kendiliğin­
den olan baskının büyümesi de o kadar güçlü olur. Birey eleşti-
19 


ri 
gücünü kaybeder ve kendini aynı etkiye bırakır. Ancak birey 
bunu yaparak onda bu sonucu ortaya çıkaran başka insanların 
heyecanını artırır ve böylelikle karşılıklı etkileşimle, bireylerin 
etkileyici yükümlülüğü yoğunlaşır. Açık olan bir şey var ki baş­
kalarıyla aynı şeyi yapmanın ınecburiyeti birçok kişiyle uyum 
içinde kalmak istemekten geliyor. Kaba ve basit duygusal güdü­
ler grup içinde çabuk yayılmaya meyillidir (lbid., 39). 
Etkilenmenin yoğunlaşması için olan bu mekanizma grubun 
sayesinde ortaya çıkan diğer bazı etkiler tarafından tercih edilir. 
Grup bireyi sınırsız bir güç ve üstesinden gelinemez bir tehlike 
olması için zorlar. Grup, bir an iÇin otoritenin sahibi olan, cezası 
bireyin korkulan olan ve bireyin, uğruna birçok engellenmeye 
maruz kaldığı insan toplun1unun bütünüyle yer değiştirir. Bireyin 
kendisini bunun karşısına koyması açıkça onun için çok tehli­
kelidir. Birey için etrafındaki örnekleri takip etınek hatta belki 
"yığınla aramak" bile onun için daha güvenli olacaktır. Yeni oto­
riteye uyum için önceki "bilincini" kullanım dışı bırakabilir ve 
bu yüzden engellenmelerin kalkmasından elde ettiği artan keyfin 
çekiciliğine boyun eğer. Genel olarak bu yüzden, bu çok göze 
çarpmaz ve böylelikle gnıptaki bir bireyi normal koşullarda uzak 
kaldığı bir şeyler yaparken ya da bir şeyleri onaylarken görn1eli­
yiz. Bu şekilde genellikle gizemli bir kelime olan "telkin etme" 
ile örtülmüş bilinmezliği aydınlatmayı bile ümit edebiliriz. 
McDougall gruptaki zekanın toplu olarak engellenmesi hak­
kındaki tezi çürütmez (Ibid., 41 ). Daha düşük zekanın anlayışı­
nın daha yüksek zekanın değerini kendi seviyesine düşürdüğünü 
söyler. Daha yüksek seviyedeki zeka hareketlerinde engellenir 
çünkü genelde etkileşiınin yoğunlaştırılması zihinsel çalışma­
nın doğruluğu için istenilmeyen duruınlar yaratabilir. Diğer bir 
neden ise bireyler grup tarafından korkutulur ve her bir bireyin 
kendi performansı için duyduğu sonıınluluk hissinde bir azalma 
vardır. 
20 


McDougall'ın basit "örgütlenmemiş bir grubun psikolojik 
davranışını özetlediği görüşü Le Bon 'un görüşlerinden daha faz­
la cana yakın değildir. Böyle bir grup "aşın şekilde duygusal, 
fevri, şiddetli, kararsız, tutarsız, iradesiz ve hareketlerinde abar­
tılıdır. Sadece kaba duyguları gösterir ve duygularından daha az 
arınmıştır; telkine oldukça açıktır, kafa yorma konusunda dik­
katsizdir, karar almada çabuktur, en basit ve mükemmel olma­
yan kararlan bile almaya kabiliyetsizdir; kolaylıkla yönetilebilir, 
kendinin farkında olma konusunda yetersizdir, kendine olan say­
gısı ve sorumluluk duygusu eksiktir, kendi zorlamasıyla bilincin­
den uzaklaşabilir bu yüzden grup, sorumluluk sahibi olmayan ve 
mutlak gücün bütün belirtileri üretmeye meyillidir. Bu durumun 
sonucu olarak, grubun davranışı, ortalama bir bireyin davranışı 
gibi değil de daha çok başa çıkılmaz bir çocuk ya da yabancı bir 
durumdaki cahil ve hırslı bir zalim gibidir. En kötü durumlar­
da normal bir insanın davranışı gibi değil de vahşi bir canavarın 
davranışı gibidir." (lbid., 45.) 
McDougall çok iyi örgütlenmiş bir grubu yukarıda bahsedi­
len grupla karşılaştırdığı için özel bu örgütlenmenin ne içerdiğini 
öğrenmeye ve hangi etmenler tarafından oluşturulduğuna özel 
bir ilgi duyuyoruz. Yazar toplum zihnini daha yüksek bir seviye­
ye çıkartmak için beş tane "temel koşul" saymıştır. 
Birinci ve en temel olan koşul, grubun varlığında belirli bir 
derecede süreklilik olmalıdır. Bu fiziksel de olabilir resmi de ola­
bilir. Eğer aynı bireyler belirli bir zaman grup içinde kalmaya 
devam ederse bu fizik�el olur. Bireylerin başarılarıyla bağlanan 
sabit pozisyonlar bir gr..ıp sistemi oluşturuyorsa bu da resıni olur. 
İkinci koşul, gruba üye bireyde grubun yapısıyla, birleşmey­
le, işlevleriyle ve becerileriyle ilgili bazı fikirlerin oluşması ge­
rekmektedir ve bu şekilde birey grupla bir bütün olarak duygusal 
bir ilişki kurabilir. 
2 1


Üçüncü koşul, grup ona benzeyen ama birçok konuda farklı 
olan diğer gruplarla etkileşim halinde (belki de rekabet durumun­
da) olmalıdır. 
Dördüncü koşul, grup özellikle bireylerin birbirleriyle olan 
ilişkisini belirleyen geleneklere, göreneklere ve alışkanlıklara sa­
hip olmalıdır. 
Beşinci koşul, grup, özelleşme ve onu meydana getiren iş­
levlerinin ayırt edilmesi şeklinde ifade edilen belirli bir yapıya 
sahip olmalıdır. 
McDougall'a göre eğer bu koşullar sağlanırsa grup oluşu­
munun psikolojik dezavantajları ortadan kaldırılır. Zihinsel ye­
teneğin toplu bir şekilde aşağı seviyeye çekilmesini, zihinsel 
görevlerin performansını gruptan uzaklaştırıp bu performansları 
grubun bireyleri için ayırırsak engelleyebiliriz. 
McDougall 'ın, grubun "örgütlenmesi" olarak adlandır­
dığı durum daha haklı sebeplerle başka bir yolla açıklanabilir. 
Problem, bireye ait olan ve grup oluşumu tarafından söndürülen 
özelliklerin nasıl oluşturulduğuna bağlıdır. Birey için, grubun 
dışarısı, kendi devamlılığına, kendi öz-bilincine, geleneklere ve 
göreneklere, kendine özgü işlevlere ve pozisyonuna sahip olduğu 
yerdir ve birey burada kendini rakiplerinden ayrı tutar. Bireyin 
"örgütlenmemiş" grubun içine girmesi yüzünden, birey bu ayırt 
edici özelliklerini bir süreliğine kaybeder. Eğer amacın, grubu bi­
reyin özellikleriyle donatmak olduğunu fark edersek, Trotter'in 
kıymetli bir düşüncesini hatırlayabiliriz. Grupları oluşturmaya 
olan eğilim, daha ileri bir organizma oluşturmak için çok hücreli 
canlıların biyolojik bir devamlılığın etkisidir. 
22 


iV 
TELKİN VE LİBİDO 
Grup içindeki bir bireyin, grubun etkisi altına girdiğinde zi­
hinsel faaliyetinde büyük bir değişiklik meydana geldiğini söy­
leyerek başlamıştık. Bireyin etkileme yatkınlığı olağanüstü bir 
şekilde yoğunlaşırken zihinsel yeteneği önemli derecede azal­
mıştır. Her iki süreç de bireyin gruptaki diğer insanlara yakınlaş­
ma yönüne kanıt olmaktadır ve bu sonuç sadece, her bireye özgü 
olan dürtülerin engellenmişliğinin kaldırılmasıyla ve bireyin ger­
çekten kendisine ait olan isteklerini ifade etmekten vazgeçmesiy­
le elde edilebilir. Bütün bu istenmeyen sonuçların daha büyük bir 
grup "örgütlenmesi" ile en azından önlenebileceğini duymuştuk 
ancak bu grup psikolojisinin temel gerçekleriyle (etkilerin yo­
ğunlaşması ve gruptaki zihin gücünün engellenmesi) zıtlık içinde 
değildir. Şu anda ilgiıniz grup içindeki bir bireyde meydana ge­
len bu zihinsel değişikliğin psikolojik açıklamasını bulmak. 
Daha önce de bahsedildiği gibi bireyin gözünü korkutmak, 
başka bir deyişle, kendini koruma güdüsü gibi mantıksal neden­
lerin görünürdeki olayı kapsamadığı çok açık. Bunun ötesinde, 
sosyoloji ve grup psikolojisi otoriteleri tarafından açıklama ola­
rak ileri sürülen şey çeşitli isimler verilmesine rağmen genel­
likle aynıdır. Bu şey sihirli söz "telkin"dir. Tarde ( 1 890) bunu 
"taklit" olarak adlandırmaktadır ancak telkin kavramı altında 
taklit olduğunu ileri süren bu yazarın fikrine katılamayacağız 
ve taklit gerçekte telkinin bir sonucudur (Brugeilles, 1 9 1 3 ). Le 
Bon bu sosyal olayın kafa karıştırıcı bütün noktalarının kayna­
ğını iki noktada bulmuştur: bireylerin karşılıklı olarak birbirini 
telkin etmesi ve liderlerin saygınlığı. Ancak saygınlık ne kadar 
telkin etkisi uyandırma kapasitesiyle kabul edilebilir. McDou­
gall bir anlığına "duyguları basitçe harekete geçirme" ilkesiyle 
telkinin varsayımı olmadan bunu başarabileceğimiz izlenimini 
23 


veriyor. Ancak daha fazla düşündüğümüzde bu ilkenin, duygu­
sal etmenlerin yarattığı stres dışında bizim bildiğimiz "taklit" 
ve "yayılma" açıklamalarından daha fazla bir şey söylemediğini 
fark etmeye zorlanıyoruz. Hiç şüphesiz ki başkasının duygula­
rının belirtilerinin farkında olduğumuz zaman, kendimizi aynı 
duygu durumuna sokmaya meyilliyiz. Ancak ne kadar sıklıkla 
biz bu duygunun karşısında durmayı başaramıyoruz, ona dire­
nemiyoruz ve bu duyguya en zıt şekilde tepki veremiyoruz? Ne­
den bir grup içindeyken bu yayılma etkisine sürekli olarak izin 
veriyoruz? Bir kere daha söylemeliyiz ki bizi uymaya zorlayan 
bu yatkınlık taklittir ve bizde bu duyguyu yaratan şey ise grubun 
yönlendirici etkisidir. Bundan oldukça farklı bir şekilde, McDo­
ugall telkinden kurtulmamıza olanak vermez; grupların kendile­
r;nc 
özel telkine açıklıkla ayırt edilebileceğini başka yazarlardan 
•iuyduğumuz kadar ondan da duymuştuk. 
Bunun sonucunda, telkin (ya da daha doğru şekliyle telki­
ne açıklık) aslında azaltılamayan temel bir olaydır ve bireyin 
zihinsel hayatının esas gerçeğidir. Bernheim'in düşünceleri gibi 
hayret verici sanatına l 889 yılında şahit oldum. Telkinin gad­
darlığına olan örtülü kin duygusunu bile hatırlıyorum. Kendini 
sorumsuz gibi gösteren bir hasta çığlıklarla karşılandı: "Ne yapı­
yorsun?" 
Vous vous contre-suggestionnez!, 
bu adaletsizliğin ve 
şiddet eyleminin göstergesi dedim kendi kendime. Eğer insan­
lar telkinle onu boyundurukları altına almaya çalışıyorlarsa aksi 
yönde telkin yapmak onun kesinlikle hakkıdır. Daha sonra benim 
bu direnişim, telkine karşı çıkan, her şeyi açıklayan, açıklamadan 
muaf olan bir yön aldı. Bunu düşünerek eski bir bilmeceyi tekrar 
ettim: 
Christopher, Christ 'i usandırdı; Christ bütün dünyayı usan­
dırdı; öyleyse Christopher adımını nereye attı? 
Otuz yıl ondan ayrı bir kenarda durduktan sonra telkinin sır­
rının çözmeye şimdi bir kere daha yaklaştım ama durumda hiçbir 
24 


değişiklik göremedim (bu cümleye bir istisna elbette ki psikana­
listin etkisine tanıklık etmek olabilir). Telkin kavramını doğru 
bir şekilde oluşturmak için gösterilen özel çabaların, bu ismin 
alışılagelmiş kullanımına uymak için yapıldığını fark ettim (örn. 
McDougall, 1 920). Bu daha genişletilmiş bir kullanım kazanan 
ve gitgide anlamını daha da yitiren kelime için kesinlikle gerek­
siz değildir. Ancak yeterli mantıksal temeli olmayan koşullarda 
insanı etkileyen telkinin doğasını anlamak için hiçbir açıklama 
yoktur. Eğer detaylı bir araştırmanın üstlenileceğinin an meselesi 
olduğunun farkında olmasaydım, son otuz yılın literatürünü ince­
leyerek bu cüınleyi destekleme işinden kaçınmamalıydım. 
Bunun yerine, grup psikolojisi üzerine ışık tutmak amacıyla 
"libido" kavramını kullanma girişiminde bulunacağım. Libido, 
psikonevrozların çalışılmasında iyi hizmet veren bir kavramdır. 
Libido duyguların teorisinden alınan bir ifadedir. Libido­
ya gerçekten ölçülememesine rağmen sayısal büyüklük olarak 
düşünülen enerji isınini veriyoruz. Libidoyu, güdüleri her şeyi 
yapmak zorunda olan "aşk" kelimesinin bünyesine alabiliriz. 
Aşk derken ne demek istediğimizin esası cinsel aşka ve amacı 
olan cinsel birlikteliğe dayanmaktadır. Ancak, bunu kendini ve 
başkalarını sevmek, aileyi ve çocuklarını sevmek, arkadaşlık ve 
insan sevgisi, kendini bazı somut nesnelere ve somut fikirlere 
adamak gibi içinde sevgi kelimesini bulunduran durumlardan 
ayırmıyoruz. Bizim sunduğumuz gerekçeler psikanalitik araştır­
maların, bu yatkınlıkların aynı içgüdüsel uyarıların ifadesi oldu­
ğunu öğrettiği gerçeğine dayanıyor. Her iki cinsin birbirleriyle 
olan ilişkilerinde içgüdüleri cinsel birleşmeye doğru götürüyor 
ama diğer durumlarda kendi kimliklerinin (yakınlığa duyuları 
özlem ve fedakarlık gibi özelliklerin) fark edilmesini sağlamak 
için asıl doğalarını yeteri kadar koruınalarına rağmen bu amaçtan 
sapıyorlar ya da bu anıaca ulaşmaları engelleniyor. 
Dilin, birleşmenin taınaınen savunulabilir kısmının, "aşk" 
keliınesinin çok sayıdaki kullanımıyla oluşınasına olanak vere-
25 


ceği düşüncesindeyiz ve aşk kelimesini bilimsel tartışmalarımıza 
ve açıklamalarımıza ten1el almaktan daha iyi bir şey yapamayız. 
Bu kararı oluştururken, aşırı yenilikçi bir hareketin suçlusuymuş 
gibi psikanaliz hafif bir öfke fırtınasının oluşmasına izin verir. 
Aşkı bu geniş anlamda kabul ederken yeni hiçbir şey yapılma­
mış. Kendi kökeninde, işlevinde ve cinsel aşkla olan ilişkisinde, 
filozof Plato'nun "Eros" kavramı aşk gücü psikanalizin libidosu 
kavramıyla kesişmektedir. Nachmansohn'un 
( 1915) ve Pfister'ın 
( 1 921) da gösterdiği gibi ve bir hareketin öncüsü olan Paul
Corinthians'a yazdığı ünlü mektubunda, aşkı her şeyin üstünden 
tutar ve o da aşkı kesinlikle geniş anlan11nda anlamıştır. Bu sade­
ce gösterir ki erkekler en fazla heğendıklerini söyledikleri zaman 
bile her zaman büyük düşünürleri ciddiye almazlar. 
Psikanaliz, bu aşk güdülerine kökeninden dolayı cinsel iç­
güdüler adını vermiştir. "Eğitimli" olan insanların büyük bir kıs­
mı bu terminolojiyi bir hakaret olarak düşünmektedir ve bunun 
rövanşını "çarpıtılmış cinsellik" serzenişi ile psikanalize cevap 
vererek almıştır. Cinselliği insan doğasını incitici ya da aşağıla­
yıcı olarak düşünen herhangi biri, daha kibar ifadesi olan "Eros" 
ve "erotik" kavramlarını kullanma özgürlüğüne sahiptir. İlkin­
de böyle bir şey yapmış olabilirim ve bu yüzden kendimi birçok 
zıtlıktan ayrı tutuyorum. Ancak bunu, cesaretsizlikten ödün ver­
meyi önlemek istediğim için yapmıyorum. Hiç kiınse bu yolun 
birini nereye yönlendirebileceğini söyleyemez; birisi keliınelerle 
ilk yolu verir ve sonra azar azar kuvveti de verir. 
Aşk ilişkilerinin ya da daha tarafsız bir ifadeyle duygusal 
bağların da grup zihninin varlığını oluşturduğu varsayımıyla şan­
sımızı deneyeceğiz. Otoritelerin bu ilişkilerden hiç bahsetmedi­
ğini hatırlayalım. Onlara neyin karşılık geldiği telkinin parava­
nında, sığınağında saklıdır. Hipotezimiz geçici iki tane düşünce­
lerden ilk aşamada destek buluyor. Birincisi, bir grup açık olarak 
bir tür güç tarafından bir arada tutulur: güç dünyadaki her şeyi 
26 


bir arada tutan Eros 'tan daha başarı ile verilebilir. İkincisi, eğer 
grup içindeki bir birey kendi ayırt ediciliğinden vazgeçerse ve 
diğer üyelerin telkinle kendisini etkilemesine izin verirse bu baş­
kalarına, karşılarında olmaktan ziyade onlarla uyum içinde olma 
gereksinimi duyduğu için yaptığı izlenimini verir. 
27 



YAPAY İKİ GRUP: KİLİSE VE ORDU 
Grubun yapısı hakkında bildiklerimizden hatırlayabiliriz 
ki çok farklı grupları ve gelişimlerindeki zıt alanları birbirinden 
ayırt etmek mümkündür. Çok çabuk dağılan ve çok uzun süre 
varlığını sürdüren gruplar: aynı türden bireylerden oluşan homo­
jen gruplar, homojen olmayan gruplar, doğal gruplar, bir arada 
bulunmak için dışarıdan bir güce ihtiyaç duyan yapay gnıplar, 
ilkel gruplar ve belirli bir yapıya sahip son derece örgütlenmiş 
gruplar. Yazarların daha 
az 
ilgi gösterıneye yüreklendirildiği ko­
nuyla ilgili aynına değinmeliyiz. Lideri olmayan ve olan grupla­
rın ayrımından bahsediyorum. Sıradan yöntemlerin tam tersine, 
bizim hareket noktamıza benzeyen basit bir grup oluşumu seç­
mek yerine oldukça düzenli, uzun süre varlığını devam ettiren 
ve yapay grupları seçelim. Bu tarz yapıların en ilginç örnekleri 
kiliseler ve ordulardır. 
Kilise ve ordu yapay gruplardır. Başka bir deyişle, bu gnıp­
ların dağılmasını önleyen belirli dışsal bir güç işlemektedir. Bir 
kural olarak böyle bir gruba dahil olup olmamayı istemesi konu­
sunda bir insana danışılmaz ya da ona hiçbir seçenek verilmez. 
Bu gruptan ayrılmaya yönelik herhangi bir girişim zulümle veya 
ağır ceza ile karşılaşır ya da bu girişim belirli koşullara bağlıdır. 
Bu kuruluşların böylesine özel bir korunn1aya neden ihtiyaçları 
olduğunu araştırmak şu anki ilgimizin oldukça dışındadır. Bizim 
ilgimizi çeken sadece gerçeklik olarak adlandırılan bir durumdur. 
Diğer durumlarda daha çok gizlenmiş, oldukça iyi bir şekilde ör­
gütlenmiş, daha önce bahsedildiği şekilde dağılmaktan korunan 
gruplarda gözlenebilir. 
Bir kilisede (Katolik Kilisesinin avantajı ile), bir orduda da 
olduğu gibi, ancak ikisi arasındaki farklılık belki başka yönler­
dedir, başlarında gruptaki her bireyi eşit bir şekilde seven birisi-
28 


nin olduğu yanılsaması ikisi için de geçerlidir (Katolik Kilise­
sinde Mesih, orduda ise Başkomutan). Her şey bu yanılsamaya 
bağlıdır; eğer bu düşünce yıkılsaydı dışsal güçlerin izin verdiği 
kadarıyla hem Kilise 
heın 
de ordu dağılırdı. Bu eşit sevgi Me­
sih 
tarafında açık bir şekilde ifade edilmiştir: "Mademki benim 
kardeşlerin1e bir :;;eyler yaptınız, aynı şeyi bana da yapın." O, 
gruptaki bireylerin birbirleriyle kardeş ilişkisi içerisinde olduk­
larını ve kendisinin onların yedek babalan olduğunu düşünür. 
Birey üzerine yapılan bütün istekler Mesih 'in bu sevgisinden 
kaynaklanmaktadır. Kilisenin içinde olan demokratik özellik, 
birçok nedenden dolayı Mesih'in karşısında herkes eşittir ve 
onun sevgisini herkes eşit olarak paylaşır. Hıristiyan toplumu 
ve bir aile arasındaki benzerlik dua etmektir ve inananlar ken­
dilerini Mesih'in kardeşleri olarak adlandırır. Hiç kuşkusuz ki, 
her bireyin Mesih'e olan bağı aynı zamanda her birini birbirine 
bağlar. Aynı şey ordu için de geçerlidir. Başkomutan ordudaki 
her askeri eşit şekilde seven bir babadır ve bu nedenden dolayı 
kendi aralarında arkadaşlardır. Ordu yapısal olarak bu şekildeki 
birçok gruptan oluşması yönüyle Kiliseden farklılık gösterir. Her 
komutan kendi bölüğünün başkomutanı ve babasıdır ve de kendi 
birliğinin resmi görevli olmayan çalışanıdır. Aynı yapısal düze­
nin Kilisede de olduğu doğrudur ancak ekonomik açıdan aynı 
rolü oynamamaktadır. Bireyler hakkında daha fazla bilgi sahibi 
olmak ve onlarla ilgilenmek bir başkomutandan çok Mesih'e at­
fedilebilir. 
Bir orduyu birlikte tutına önemine sahip olan, birinin ülke­
si, milli şerefi, gibi hiçbir fikrin içinde yer bulaınadığı ordunun 
şehvetli yapısına haklı olarak bir itiraz gelebilir. Bu grup bağının 
farklı bir durumudur ve hiçbir zaman bu kadar basit olınaınış­
tır; örneğin, Sezar, Wallenstein, Napolyon gibi büyük general­
ler göstermektedir ki bu fikirler bir ordunun varlığı için olmazsa 
olmaz değildir. Ordudaki bu şehvetli etkeni, etkili olmadığı du­
ruınlarda bile yok saymak sadece teorik anlamda bir ilıınal değil 
29 


hem de pratik anlamda bir tehlikedir. Alman bilimi kadar ruhsal 
olmayan Prusyalı askerlik ruhu, 
1. 
Dünya Savaşı'nda bunun so­
nuçlarından zarar görmüştür. Biliyoruz ki Alman ordusunu tahrip 
etmiş savaş bozuklukları bireyin orduda oynamayı beklediği role 
karşı çıkması ile tanınıyor. Simmel' e göre, bir bireyin üstlerinden 
acımasız muamele görmesi hastalığı harekete geçiren en önemli 
kuvvettir. Eğer libidonun isteklerinin önemi daha iyi değerlen­
dirilseydi, Amerikan Başkanı 'nın gerçek dışı vaatlerinin Ondör­
düncü maddesine bu kadar kolay inanılmazdı ve muhteşem alet­
ler Alman liderlerinin ellerinde bozulmazdı. 
Farkına varılmalıdır ki bu iki yapay gruptaki her birey 
Mesih'e ve Başkomutana ve gruptaki diğer bireylere bu şehvetli 
bağ ile bağlıdır. Bu iki bağ nasıl birbirleriyle alakalı, birbirleri­
ye aynı türden mi ve aynı değerleri mi taşıyorlar ve psikolojik 
olarak nasıl tanımlanıyor gibi sorular sonra ortaya çıkabilecek 
merak için ayrı bir kenara koyulmalı. Grup psikolojisinde lider­
lerin önemini yeteri kadar değerlendiremeyen önceki yazarlara 
karşı hafif bir serzenişte bulunmak gerekir. Gnıp psikolojisinin 
en önemli olayına (birey grup içinde özgürlükten yoksundur) bir 
tanım getirmeye karşı doğru yoldayız. Eğer her birey yoğun bir 
duygusal bağ ile iki yöne bağlıysa bu durumu bireylerin kişilik­
lerinde meydana gelen değişikliklere ve kısıtlamaya atfetmekte 
hiç zorluk çekmeyiz. 
Grubun özünde yer alan şehvetli bağlar ve aynı zamanda 
askeri gruplarda en iyi çalışılabilecek panik durumu bu etkiye 
bir ipucu olabilir. Bu şekildeki gruplar eğer ayrılırsa panik du­
rumu ortaya çıkabilir. Üstler tarafından verilen emirlerin hiçbiri 
dinlenmediği zaman ve her bireyin kendi hesabına çalışıp diğer­
lerini dikkate almadığı zaman panik oluşabilir. Karşılıklı bağlar 
son bulur, büyük ve anlamsız bir korku bağımsızlığına ulaşır. Bu 
korku bütün bağları ve diğerlerini düşünme duygusunu hiçe sa­
yacak kadar büyür. McDougall paniği yayılma yoluyla duygula­
rın derinleştirilmesinin tipik bir örneği olarak kullanmıştır. Bütün 
30 


bunlara rağmen, tanımlamanın bu mantıksal yöntemi yetersiz ka­
lır. Bu korkunun neden büyüdüğü ile ilgili birçok soru cevap bek­
lemektedir. Tehlikenin büyüklüğü bundan sorumlu olamaz. Ordu 
için de aynısı geçerlidir; paniğe kapılan birisi belki de daha önce 
başarıyla büyük ya da daha büyük bir tehlikeyle karşılaşmıştır. 
Bu kişi tehdit edici tehlikeyle hiçbir ilişkisi olmasına dayanamaz 
ve genelde en öneınsiz durumlardan bile kaçar. Eğer panik kor­
kusu içindeki bir birey sadece kendi hesabına çalışmaya başlarsa 
şimdiye kadar tanıklık ettiği, tehlikelerin ona küçük görünmesini 
sağlayan duygusal bağlar varlığına son verir. Artık kendi başına 
tehlikeyle karşı karşıyadır ve şüphesiz ki tehlikeyi daha büyük 
olarak düşünür. Bu nedenle, panik korkusu grubun şehvetli yapı­
sının bir rahatlama olduğunu varsayar ve bu rahatlamaya savunu­
labilir bir şekilde tepki verir. Bu düşüncenin aksi olan, gruptaki 
şehvetli bağlar tehlikeyle karşı karşıya kalma korkusuyla zarar 
görebilir düşüncesi çürütülebilir. 
Gruptaki korkunun yayılma yoluyla oldukça artacağı görü­
şü bu sözlerle en az karşı çıkılan şey değildir. Mc Dougall'ın 
görüşü, tehlikenin gerçekten büyük olduğu ve grubun güçlü bir 
duygusal bağı olmadığı zaman durumla tamamen uyuşmaktadır. 
Ancak, gerçekten yol gösterici durum ve amaçlarımız için en 
iyi kullanılan yukarıda bahsedilen şeydir. Normalden daha fazla 
olmayan ve daha önce yaşanılan bir tehlike ile karşılaşılmasına 
rağınen bir bölüğün birlikleri artan bir paniğe kapılabilir. "Panik" 
kelimesinin kullanımının açık bir şekilde ve belirsizliklerden 
uzak olması beklenmemelidir. Bazen panik kelimesi herhangi bir 
toplu korkuyu ifade ederken, bazen bir bireyin bütün bağların 
sınırını aştığı zamanlarda ve sıklıkla korkunun ortaya çıkınasının 
herhangi bir olay tarafından desteklenmediği durumlarda kul­
lanılabilir. Eğer "panik" kelimesini herhangi bir toplu korkuyu 
ifade ederkenki anlamında ele alırsak etki alanı oldukça geniş 
bir örnekleme yapınış oluruz. Bir bireydeki korku ya tehlikenin 
büyüklüğü ile ya da duygusal bağların koparılmasıyla meydana 
31 


gelebilir İkinci bahsedilen durum nevrotik korku ya da kaygı du­
rumlarıdır. Korkunun ortaya çıktığı gibi ortak tehlikenin arthğı 
ya da grubu bir arada tutan duygusal bağın azaldığı duruınlarda 
panik de ortaya çıkar. İkinci bahsedilen durum nevrotik kaygıya 
benzetilebilir. 
Mc Dougall gibi paniği, grup zihninin en sade işlevi ola­
rak tanımlayan herhangi bir kişi, grup zihninin en göze çarpan 
özelliklerinden birini kendi kendine yok ettiği gibi çelişkili bir 
duruma ulaşacaktır. Paniğin bir grubun yok olması anlamına gel­
diğinden şüphe duymak imkansızdır. Panik, başkalarını düşünme 
duygularının yok olmasını içerir. 
Paniğin ortaya çıkmasının tipik bir duruınu Nestroy'un Ju­
dith ve Holofemes hakkında Hebbel'in oyunu adlı parodisinde 
ömeklenmiştir. Bir asker haykırmaktadır: "Komutan başını kay­
betti!" ve bunun üzerine bütün Asurlular kaçmışlardır. Bir an­
lamda liderin kaybolması onun hakkında endişe duyulmaya baş­
lanmasıdır, paniği ortaya çıkarır. Tehlikenin aynı olmasına rağ­
men gruptaki üyelerin birbirlerine ve liderlerine olan bağlan bir 
kural gibi yok olur. Prens Rupert'in kuyruğu kırılınca düşmesi 
gibi grup tozun içinde ortadan kaybolur. 
Dini bir grubun yok olmasını gözlemlemek çok kolay değil­
dir. Kısa bir süre önce Katolik kökeninin 
Hava Karanlıkken 
adlı 
İngilizce bir romanı geçti elime. Bu roman ,böyle bir ihtimalin 
ve sonuçlarının, bana göre, mantıklı ve ikna edici bir betimle­
mesini yapıyor. Roman, Hıristiyan insanın düşmanları tarafından 
yapılan gizli bir planın Cennette bir mezar oluştururken başarıya 
ulaşmasının nasıl keşfedildiğini anlatıyor. 
Dini grubun başına gelen dağılmaya neden olan olayın kor­
ku olmadığı farz ediliyor. Bunun yerine, Mesih'in eşit sevgisin­
den dolayı, daha önceden yapamadıkları. diğer insanlara karşı 
olan acımasız ve düşmanca güdüler onları var ediyor. Ancak, 
Mesih 'in saltanatı zamanında bile inananlar topluluğuna ait ol-
32 


mayan, onu sevmeyen ve onun tarafından sevilmeyen insanlar bu 
bağın dışında kalıyorlar. Bu yüzden bir din, kendilerine sevginin 
dini deseler bile, ona ait olmayanlara karşı katı ve sevgisiz ol­
malıdır. Her din sahiplendiği sevginin dini ile aynı yoldadır. Ona 
ait olmayanlara karşı acımazsız ve hoşgörüsüz olmak her din 
için doğaldır. Kişisel olarak inananlara, şüpheci ve umursamaz 
insanların psikolojik anlamda daha iyi olduklarından dolayı çok 
sert bir biçimde yaklaşmamalıyız. Eğer bu hoşgörüsüzlük ken­
disini şiddetçi ve acımasız olarak göstermezse, nadiren de olsa 
insan davranışlarında bir yumuşama olduğundan bahsedebiliriz. 
Bunun sebebi, dini inançların ve onlara olan şehvetli bağların 
inkar edilemez bir şekilde zayıflamasıdır. Eğer dini bir inançta 
başka bir bağ yer alırsa Din Savaşları zamanında olduğu gibi dı­
şarıda kalanlara karşı aynı hoşgörüsüzlük olacaktır. Eğer bilimsel 
düşünceler arasındaki farklılıklar grup· için de aynı önemi elde 
etseydi aynı sonuçlar bu yeni güdüyle tekrarlanabilirdi. 
33 


VI 
BAŞKA SORUNLAR VE İŞ HATLARI 
Şimdiye kadar iki yapay gruptan bahsettik ve her ikisinin de 
iki türlü duygusal bağ tarafından hükmedildiğini bulduk. Bun­
lardan bir tanesi lider ile olan bağdır ve grup üyelerini bir arada 
tutan daha kuralcı bir bağ gibi görünür. 
Geriye grubun yapısında açıklanmak ve tanımlanmak üze­
re çok fazla şey kalıyor. Şu doğrulanmış gerçekle başlamalıyız 
ki içinde bu bağları oluşturmadıkça insanların sadece bir araya 
gelmesiyle grup oluşmaz. Ancak herhangi bir insan topluluğun­
da, kolaylıkla bir psikolojik grup oluşturma yatkınlığı olduğunu 
söylememiz gerekir. Dikkatimizi daha az ya da daha çok kalıcı, 
kendiliğinden oluşan farklı türdeki gruplara vermemiz gerekir. 
Kökenlerini ve dağılmalarını çalışmaya özen göstermek gerekir. 
Her şeyin üstünde lideri olan ve olmayan grupların farklılıkların­
dan bahsetmemiz gerekir. Lideri olan grupların temel ve bütün 
olmayabileceklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Başka 
gruplarda bir fikrin ve soyutluğun liderde olamayabileceğini (ör­
neğin liderinin gözle görülemediği dini grupların geçiş dönemin­
de olma durumu), birçok insanın paylaştığı bir isteğe olan ortak 
yatkınlığın bir yedek gibi işlev görmeyeceğini düşünmemiz ge­
rekir. Bu soyutluk ikinci lider diye adlandırdığımız kişide daha 
az ya da daha çok şekillendirilmiş olabilir ve ilginç çeşitlilikler 
fikir ve lider arasındaki ilişkiden doğmuş olabilir. Lider ya da yol 
gösterici fikir olumsuz da olabilir. Belirli bir kişiye ya da kuru­
ma karşı olan düşmanlık belki birleştirici bir şekilde işleyebilir 
ve aynı türdeki duygusal bağlar olumlu olabilir. Duruın böyle 
olunca akıllara liderin grubun varlığı için zorunlu olup olmadığı 
sorusu gelebilir. 
Ancak bütün bu sorular şimdiye kadar grup psikolojisinin 
literatürünün bir parçasıyla ilgilendi ve grubun yapısında karşı-
34 


laştığımız temel psikolojik problemlere olan ilgimizi başka yöne 
çevirmeyi başaramayacak. Dikkatimizi ilk olarak bir grubun 
ayırt edici özelliği olan şehvetli bağlara en direk kanıtı getirme 
sözü veren bir düşünceye vereceğiz. 
Genel olarak erkeklerin arasında olan duygusal ilişkileri 
gözümüzün önünde tutalım. Schopenhauer 'in ünlü donan kirpi 
temsiline göre hiçbiri komşusuyla çok yakın bir ilişkiyi idare 
edemez. 
Psikanalizin kanıtı gösteriyor ki neredeyse iki insan arasın­
daki belirli bir süre devam eden her duygusal ilişki (evlilik, arka­
daşlık, aile ve çocuklar arasındaki ilişki) sadece bastırmanın so­
nucunda kurtulan hoşnutsuzluk ve düşmanlık tortusu bırakır. Bu, 
iş ortaklarının ya da bir astın üstü hakkında yakınmasında daha 
az gizlenmiştir. Aynı şey erkeklerin daha geniş bir şekilde bir ara­
ya geldikleri zaman da olmaktadır. İki ailenin evlilikle birbirine 
bağlandığı her zaman ikisi de kendini daha iyi ya da daha üstte 
olduğunu düşünmektedir. Her iki komşu kasabadan biri diğerinin 
en kıskanç rakibidir. Her küçük eyalet diğerine kibirle yukarıdan 
bakar. Yakın akraba olan iki ırkın kol uzunluğu birbirlerini tutar; 
Kuzey Almanya Güney Almanya 'ya tahammül edemez, İngiliz­
ler İskoçyalılara her türlü karalamayı yapar, İspanyalılar Porte­
kizlileri küçümserler. Artık şaşırmıyoruz ki büyük farklılıklar 
neredeyse aşılması güç bir tiksinmeye yol açar. 
Eğer bu düşmanlık başka durumlarda sevilebilecek insanla­
ra yöneltilirse biz bunu duyguların tezatlığı olarak adlandırıyo­
ruz. İnsanların yabancılara karşı hissettikleri gizlenmeyen nefret 
ve hoşnutsuzluğu biz insanın kendini sevmesi yani narsizm ola­
rak adlandırıyoruz. İnsanın kendini sevmesi bireyi korumak için 
çalışır ve gelişiminin belirli çizgilerinden herhangi bir ayrılma 
olacakmış gibi davranır. Neden sadece farklılaşmanın detayla­
rına böyle bir hassasiyet gösterildiğini bilmiyoruz ama çok açık 
ki bütün bağlarda erkekler kaynağının ne olduğunun bilinmediği 
nefret ve saldırganlığa bir yatkınlık göstermektedir. 
35 


Ancak, hoşgörüsüzlüğün kısa bir süreliğine ya da uzun bir 
süreliğine ortadan kalktığı zaman bir grup oluşturulur. Grup olu­
şumu devam ettiği sürece, grup içindeki bireyler birbirleriyle aynı 
gibi davranır, diğer üyelerinin tuhaflıklarına hoşgörü gösterirler, 
kendilerini onlarla eşitlerler ve onlara karşı hiçbir hoşnutsuzluk 
hissetmezler. Teorik bakış açılarımıza göre narsizmin böyle bir 
kısıtlılığı sadece bir sebepten dolayı oluşabilir bu da diğer in­
sanlarla olan şehvetli bağlardır. Kendine olan sevgi sadece bir 
engel tanır o da başka insanlara ve nesnelere olan sevgidir. Kendi 
içindeki dayanışma grubu libidonun hiçbir etkisi olmadan baş­
ka insanlara hoşgörü göstermeye ve onları düşünmeye yönlen­
dirmeli midir gibi bir soru yükseliyor. Bu itiraz belki narsizmin 
var olan hiçbir kısıtlamasının bu şekilde etkilenmeyeceği çünkü 
bu hoşgörü diğer insanların birlikteliğinden doğrudan kazanılan 
avantajlarından daha uzun süre devam etmeyeceği gibi bir yanıt­
la karşılaşabilir. Bu tartışmanın pratik anlamdaki önemi varsa­
yılandan daha azdır. Birliktelik durumlarında görüldüğü gibi iş 
arkadaşları arasında düzenli olarak aralarındaki ilişkiyi sadece 
faydanın ötesinde sürdüren ve kuvvetlendiren şehvetli bağlar 
oluşturulur. Aynı şey erkeklerin sosyal ilişkilerinde, psikanalitik 
araştırmaların aşina olduğu bireysel libidonun gelişimi yönünde 
de geçerlidir. Libido kendisini büyük hayati ihtiyaçların gide­
rilınesine bağlar ve ilk nesnesini bu süreci yaşayan insanlardan 
seçer. Genel olarak insanoğlunun gelişiıninde, sevgi tek başına 
bencilliği fedakarlığa taşıyan uygarlaştırıcı etken olarak hareket 
eder. Aynı şey hem kadınlar için değerli olan hiçbir şeye zarar 
vermeyen bütün yasaklarla kadınların cinsel aşkı için hem de eş­
cinsel erkekler için geçerlidir. 
Eğer grup içinde kendine olan narsistik sevgi kısıtlamalara 
ınaruz kalırsa grup oluşun1unun temelinin grubun üyeleri arasın­
da yeni türdeki şehvetli bağları içerdiğinin güçlü bir göstergesi­
dir. 
36 


İlgiınizi şu anda gruplarda var olan bu bağların doğasının 
ne olduğunu anlamaya yöneltebiliriz. Nevrozların şimdiye kadar 
ilgilendiğiıniz psikanalitik çalışmalarında neredeyse nesnelerle 
olan bağların yalnızca ci nsel bir amacın p.:::;;inde koşan aşk gü­
düleri tarafından yapılır. Gruplarda bu şekilde bir cinsel amaçla 
ilgili hiçbir sorunun kanıtı yoktur. Burara, asıl amacından çev­
rilmiş olmasına rağmen bu hesapta daha az enerji ile çalışmayan 
sevgi güdüleriyle ilgileniyoruz. Sıradan bir nesne yükünün sınır­
ları içerisinde cinsel amaçtan çevrilmiş güdünün sapma olayını 
daha önceden gözlemlemiştik. Onları sevmenin dereceleri olarak 
tanımlıyoruz ve onları egonun haklarına saldırıda yer almasından 
tanıyonız. Şimdi dikkatiınizi daha yakından sevme durumunun 
gruplarda var olan bağlara aktarılmasına yöneltiyoruz. Buna ek 
olarak, bu şekildeki nesne yükünün, cinsel hayattan bildiğimiz 
gibi, sadece diğer insanlarla olan duygusal bağları mı temsil et­
tiğini yoksa başka işleyişlerin de var olup olmadığını bilmek is­
tiyoruz. 
Psikanalizden öğrendiğimiz gibi duygusal bağlar için başka 
işleyişler de vardır ve bu yeteri kadar bilinmeyen ve tanımlaması 
zor olan zaman zaman bizi grup psikolojisinin konusundan uzak 
tutan 
özdeşleşme 
olarak adlandırılır. 
37 


VII 
ÖZDEŞLEŞME 
Özdeşleşme, psikanaliz tarafından başka insanlarla olan 
duygusal bağların en eski tanımlanması olarak bilinir. Özdeşleş­
me Oidipus kompleksinin tarihinde önemli bir rol oynamaktadır. 
Küçük bir erkek çocuğu babasına özel bir ilgi gösterir; babası 
gibi büyümek ve onun gibi olmak ister ve onun yerine geçmek is­
ter. En basit şekliyle diyebiliriz ki babasını kendine örnek alır. Bu 
davranış, çocuğun babasına veya genel olarak erkeklere pasif ya 
da feminen yaklaşımla başarılmaz; tam tersine tipik olarak mas­
külendir ve Oidipus kompleksinin tanımına çok iyi uymaktadır. 
Çocuğun babasıyla özdeşleşmesiyle birlikte ya da biraz daha 
sonra bağlılık tarzına (anaklitik) göre annesine gerçek bir nes­
ne yükü geliştirmeye başlar. Çocuk daha sonra psikolojik olarak 
ayrı iki tür bağ gösterir: annesine karşı doğrudan cinsel bir nesne 
yükü ve model olarak aldığı babasıyla bir özdeşleşme. Her iki 
bağ da belirli bir süre karşılıklı bir etki ya da müdahale olmadan 
yan yana geçinip giderler. Zihinsel hayatın birleşmesine doğru 
karşı konulamaz ilerlemenin sonucunda, en sonunda bu iki bağ 
bir araya gelir ve Oidipus kompleksi bu ikisinin birleşmesinden 
doğar. Küçük çocuk annesine ulaşan yolda babasının durduğu­
nun farkına varır. Çocuğun babasıyla olan özdeşleşmesi sonra 
düşmanca bir görünüşe bürünür ve annesini düşünerek babasıyla 
yer değiştirmek ister. Aslında özdeşleşme ilk başta çelişkilidir, 
başkasının ortadan kalma isteği gibi kolaylıkla duyarlılık ifadesi 
olarak değişebilir. Libido organizasyonu arzu ettiğimiz nesnenin 
ve ödülün yeme ile asimile edildiği ve bu şekilde yok olduğu 
oral evrenin türevi gibi hareket eder. Bildiğimiz gibi yamyam bu 
noktada durur; düşmanlarına yiyip bitirici bir düşkünlüğü vardır 
ve sadece ona düşkün olan insanları yiyip bitirir. 
38 


Baba ile olan özdeşleşmenin sonraki gelişimi kolaylıkla or­
tadan kalkabilir. Oidipus kompleksi tersine çevrilebilir ve baba 
cinsel isteklerin tatmin olmayı istediği nesne olarak düşünülebi­
lir. Bu özdeşleşme olayında baba, onunla olan bir nesne bağının 
öncüsü olur. Aynı şey gerekli olan yerine geçıne ile kız çocuğu 
için de geçerlidir. 
Baba ile özdeşleşme ve babayı bir nesne olarak seçmek ara­
sındaki ayrımı bir formülle yapmak kolaydır. İlk durumda kişinin 
babası kişinin ne olmak istediğidir. İkinci durumda ise baba kişi­
nin sahip olmak istediğidir. Bu aynın, bağlılığın egonun öznesi 
mi yoksa nesnesi mi olduğuna bağlıdır. İlk türdeki gibi bir bağ 
herhangi bir cinsel nesne seçimi yapmadan önce zaten mümkün­
dür. Ayrımın metapsikolojik bir açıklamasını yapmak oldukça 
zordur. Sadece görebiliriz ki özdeşleşme bir kişi model alındık­
tan sonra insanın egosunu şekillendirmek için çaba harcar. 
Özdeşleşmenin karışık bağlantılarından ziyade nevrotik be­
lirtilerin yapısında olduğu zamanı çözelim. Farz edelim ki kü­
çük bir kız çocuğu annesi gibi aynı can sıkıcı (örneğin ıstıraplı 
öksürük) belirtileri geliştirmiş. Bu çok çeşitli şekillerde olabilir. 
Bu özdeşleşme Oidipus kompleksten geliyor olabilir. Böyle bir 
durumda özdeşleşme kızda annenin yerine geçmek için beslediği 
düşmanca isteğin ve kızın babasına karşı beslediği nesne sev­
gisinin açıklanmasının önemini artırıyor. Özdeşleşme, annesinin 
yerinde olmak istemesinin suçluluk duygusuna bir gerçeklik ka­
zandırıyor: "Annen olmak istedin ve şimdi sen sensin." Bu his­
terik bir belirti yapısının bütün işleyişidir. Ya da, diğer taraftan, 
sevilen insandaki belirtilerle aynı olabilir. Örneğin, Dora, baba­
sının öksürüğünü taklit etti. Bu durumda gelinen noktayı 
bu öz­
deşleşme nesne seçİlninin yerine ortaya çıktı ve bu nesne seçimi 
özdeşleşmeye geri döndü 
diyerek tanımlayabiliriz. Öğrendik ki 
özdeşleşme duygusal bağın en eski ve asıl biçimidir. Bastırma ve 
bilinçaltı mekanizması baskınken belirtilerin oluştuğu durumlar-
39 


da nesne seçimi özdeşleşmeye geri dönüyor (ego nesnenin özel­
liklerini üzerine alıyor). Bu özdeşleşmelerde ego bazen sevilme­
yen bazen de sevilen bir insanı taklit ediyor. Her iki durumda 
da özdeşleşme kısmi ve oldukça kısıtlıdır, nesnesi olan insandan 
sadece bir özellik alır. 
Belirti oluşumunda sık sık ve önemli olan, taklit edilen in­
sanla olan her türlü nesnesel özdeşleşmenin bırakıldığı üçüncü 
bir durum vardır. Farz edelim ki yatılı okuldaki kızlardan bir ta­
nesi gizli bir aşk içinde olduğu birisinden kıskançlığını artıran bir 
mektup aldı ve bu mektuba histerik bir kişiye uyan şekilde tepki 
verdi. Daha sonra duruınu bilen arkadaşlarından bir tanesi zihin­
sel olarak aynı uyumu yakaladı. Bu özdeşleşme mekanizması, ih­
timale veya kendini aynı duruma koyma isteğine bağlıdır. Diğer 
kızlar da gizli bir aşk ilişkisi olsun isterlerdi ve suçluluk duygu­
sunun etkisi altında bu durumda yer almayı kabul ederler. On­
ların sempati duygusundan uzak olduklarını kabul etmek yanlış 
olur. Buna karşılık, sempati sadece özdeşleşmenin dışında ortaya 
çıkar ve bu şekildeki bulaşma ya da taklit etmenin, önceden var 
olan sempati duygusunun bir kızın okulundaki arkadaşlar arasın­
dakinden daha az olduğu durumlarda yer aldığı kanıtlanmıştır. 
Bir ego diğeriyle olan önemli benzerliği bir noktaya bağlıdır, bi­
zim örneğimizde aynı duygulara açıklığa bağlıdır; özdeşleşme 
bu noktanın üzerine kurulur ve bulaştırıcı durumun etkisi altında 
egonun ürettiği belirtilerle yer değiştirir. Belirtiler aracılığıyla 
özdeşleşme bu yüzden, bastırılmak zorunda kalınan iki ego ara­
sındaki rastlantı noktasını işaret eder. 
Bu üç kaynaktan ne öğrendiğimiz belki şu şekilde özetlene­
bilir. Birincisi, özdeşleşme bir nesne ile olan duygusal bir bağın 
asıl biçimidir. İkincisi, özdeşleşme gerileyici bir yolda şehvetli 
bir nesne bağı için nesneyi egoda içselleştirme yoluyla bir yedek 
olur. Üçüncüsü, özdeşleşme cinsel isteğin nesnesi olmayan bir 
insan ile paylaşılan ortak bir özelliğin herhangi bir yeni algısıyla 
ortaya çıkabilir. Bu ortak özellik ne kadar yaygınlaşırsa özdeşleş-
40 


me o kadar başarılı olur ve böylelikle, yeni bir bağın başlangıcını 
temsil eder. 
Bir grup içindeki üyelerin birbirlerine olan karşılıklı bağ, 
ortak önemli bir duygusal özelliğe bağlı olan özdeşleşmenin do­
ğasıdır ve tahmin edebiliriz ki bu ortak özellik lidere olan do­
ğal bağdan kaynaklanmaktadır. Diğer bir tahmin özdeşleşmenin 
problemlerinden yorulmaktan uzak olduğumuzu söyleyebilir ve 
psikolojinin "empati" olarak adlandırdığı süreçle karşı karşıya 
gelebiliriz. Empati, diğer insanlarda egomuza doğal olarak neyin 
yabancı olduğunu anlamamızda önemli bir rol oynamaktadır. Biz 
özdeşleşmenin anlık duygusal etkilerini kısıtlayalım ve bizim zi­
hinsel hayatımızda olan önemini bir kenara bırakalım. 
Ruh hastalıklarının en zor konularını araştıran psikanalitik 
araştırmalar, özdeşleşmenin kolaylıkla anlaşılamayan durumla­
rını gösterebiliyor. Daha iyi inceleyebilmek için bu durumlardan 
iki tanesini ele alalıın . 
Erkeklerde eşcinselliğinin oluşumu genellikle şöyledir. 
Genç bir adam sıra dışı bir şekilde uzun ve aşın derecede annesi­
ne Oidipus kompleks ile sabitlenmiştir. Ancak, ergenliğin sonun­
da annesine olan ilgisini diğer cinsel nesnelere çevirme zamanı 
gelmiştir. İşler ani bir gidişata sapmıştır: genç adam annesinden 
vazgeçememektedir ama kendini annesiyle özdeşleştirmektedir. 
Kendisini annesi haline dönüştürmüştür ve egosunu onun için 
değiştirebilecek ve annesinden gördüğü ilgi ve sevgi gibi onun 
da sevebileceği nesneler aramaktadır. Bu, oldukça sık yaşanan 
ve herhangi bir hipotezden oldukça bağımsız olan doğal bir itici 
gücün ve ani dönüşümlerin olduğu bir süreçtir. Bu özdeşleşme 
ile ilgili en göze çarpıcı şey onun geniş ölçeğidir; şimdiye kadar 
nesne olarak söylenen modelin cinsel karakterinde egoyu yeni­
den biçimlendirir. Bu süreçte nesnenin kendisinden vazgeçilir. 
Vazgeçilen ya da kaybedilen bir nesne ile özdeşleşme ve bu nes­
nenin yedeği olarak onu egoda içselleştirme artık bize yeni bir 
4 1


durum değildir. Bu şekildeki bir süreç bazen küçük çocuklarda 
da gözlenebilir. Kısa bir süre önce böyle bir gözlem 
Internatio­
nale Zeitschrift far Psychoanalyse 
'de yayımlandı. Yavru kedisi­
ni kaybettiği için mutsuz olan küçük bir çocuk hiç çekinmeden 
açıkça şimdi kendisinin bir kedi yavrusu olduğunu ve masada 
yemek yiyemeyeceğini söyledi. 
Nesne ile olan özdeşleşmeye başka bir örnek ise melankolik­
lerin analizinden geliyor. Bir duygusal yakınlığın en göze çarpan 
özelliği, sevilen nesnenin gerçek ya da duygusal kaybına neden 
olan heyecandan gelmektedir. Bu durumların en önemli özelli­
ği, egonun durmadan kendisini eleştirerek ve kınayarak zalimce 
kendi değerini düşürmesidir. Bu kötüleme ve kınamalar nesneyi 
en dibe koyar ve egonun intikamını alır. Nesnenin gölgesi ego­
nun üzerine düşer ve buradaki içselleştirme şüphesiz bir şekilde 
açıklığa kavuşur. 
Ancak, bu melankoliler bize başka bir şeyi de göster­
mektedir: ego bölünmüştür ve iki parçaya ayrılmıştır ve bir par­
çası diğerine karşı hırslıdır. İkinci parça içselleştirme tarafından 
çoktan değiştirilmiştir ve kaybedilen nesneleri içerir. Ancak za­
limce davranan parça bizim tarafımızdan tanınmamaktadır. Bu 
parça ego içindeki önemli birim olan ve normal zamanlarda ego­
ya önemli bir tutum içinde olan bilinci de içerir. Bundan önceki 
durumlarda şöyle bir hipotez oluşturmuştuk: böyle bir birim ego­
da gelişir ve onunla anlaşmazlığa düşer. Biz bunu "ego ideali" 
olarak adlandırıyoruz ve görevleri aracılığıyla öz-gözlem, ahlaki 
vicdan, rüyaların sansürü ve psikolojik baskının başlıca etkisi 
gibi şeyleri ona atfediyoruz. Ego ideali narsizmin çocuksu ego­
sunun kendi kendine yetebilmekten hoşlanan mirasçısıdır. Her 
geçen gün çevrenin ego üzerindeki etkilerini bir araya getirir. Bu 
yüzden egosuyla kendini tatmin edemeyen bir adam yine de ego­
dan farklılaşmış ego ideali ile tatmin bulabilir. Gözlemin yanıl­
gılannda, bu birimin dağılması aşikar olur ve bu yüzden ken-
42 


dinden daha güçlü olanların, her şeyden önce ailesinin etkisinde 
kendi kökenini gösterir. Ancak söylemeyi unutmamalıyız ki ego 
ideali ve gerçek ego arasındaki uzaklığın miktarı bir bireyden 
diğerine oldukça değişiklik gösterir. Birçok insanda egodaki bu 
farklılaşma çocuklarda olduğundan daha fazla olmaz. 
Bu malzemeyi grupların şehvetle örgütlenmesini anlamak 
için kullanmalıyız ve nesne ile ego arasındaki karşılıklı ilişkinin 
örneklerini hesaba katmalıyız. 
43 


VIII 
AŞK YAŞAMAK 
ve 
H İPNOZ 
Değişkenliğine rağmen dilin kullanımı bir çeşit gerçeklikle 
doğru kalıyor. Bu yüzden pek çok türdeki duygusal ilişkilere 
"aşk" adını veriyor ancak yine de bu aşkın gerçek, doğru ve asıl 
olup olınadığından kuşku duyuyor. Kendi gözlemleriınizden ya­
rarlanarak aynı bulguya ulaşmakta zorluk çekmeyiz. 
Durumların bir sınıfında, aşk cinsel güdülerin bir parçası 
olan nesne yükünden daha fazla bir şey değildir. Direk olarak 
cinsel tatınin ve ortadan kalkan yük düşüncesiyle amacına ulaştı­
ğında bu duygusal aşk olarak adlandırılır. Ancak bildiğiıniz gibi 
bu şehvetli durum nadiren basit olarak kalır. Ortadan kalkan yü­
kün yeniden meydana çıkmasını kesin olarak hesaplamak ınüm­
kündür ve bunun cinsel nesneye olan uzun süre devam eden yükü 
idare eden ve onu tutkusuzca seven ilk güdü olduğundan şüphe 
edilmen1elidir. 
Erkeklerin erotik hayatı tarafından takip edilen oldukça dik­
kat çekici gelişim seyrinden kaynaklanan başka bir neden bu­
raya eklenmelidir. Genellikle çocuk beş yaşına geldiğinde sona 
eren gelişimin ilk aşamasında, aşkı için ilk nesneyi ailesindeki 
biriden ya da diğerinden bulur ve bütün bu cinsel güdüler ve tat­
min olma istekleri bu nesnede birleşir. Bu çok sayıdaki çocuk­
ça cinsel amaçları reddetmeye zorlayan bastırma, ailesiyle olan 
ilişkilerinde derince bir değişikliği gerisinde bırakır. Çocuk hala 
ailesine bağlı kalır ama amaçlarından engellenmiş olarak tarif 
edilen içgüdüleı ıyle bağlı kalır. Bu nesnelere olan aşkıyla karşı 
bundan sonra hissettiği duygular "sevecen" olarak nitelendirilir. 
iyi bilinir ki önceki duygusal yönelimler daha az ya da daha çok 
korunn1uş olarak kalır ve bu yüzden asıl akımın hepsi var olmaya 
devam ediyor. 
44 


Ergenlikte oldukça direk olarak cinsel amaca ulaşmak için 
güçlü ve yeni dürtüler oluşur. Uygun olmayan durumlarda bu 
dürtüler, duygusal bir akım olarak devam eden sevecenlik duy­
gusundan ayrı kalır. Bir adam derin saygı duyduğu bir kadına 
duygusal istek gösterecektir ama kadın adama cinsel olarak hiç 
ilgi duymamaktadır. Bu adam sadece sevmediği hatta küçümse­
diği başka kadınlar için cinsel güç sahibi olacaktır. Ancak daha 
sıklıkla ergen, belirli bir derecede duygusal olmayan ilahi aşkı ve 
duygusal dünyevi aşkı başarıyla birleştirir ve cinsel nesnesiyle 
olan ilişkisi, yasaklanmayan güdüleri ve amacından engellenmiş 
güdülerinin etkileşmesiylc nitelendirilir. Aşk yaşayan bir kişinin 
derinliği, sadece duygu!'al olan istekleriyle karşılaştırıldığı gibi, 
amacından engellenmiş 
sc 
ıecenlik güdüleriyle paylaştığı şeyle­
rin büyüklüğüyle ölçülebilır. 
Aşk yaşamanın sorusu ile ilgili olarak, cinselliğe verilen faz­
la önem konusunda takılıp kalmışızdır. Sevilen nesne belirli bir 
derecede eleştiri özgürlüğünden hoşlanır. Sevilmeyen insanlara 
ya da kendisinin sevilmediği bir zamana göre sevilen nesnenin 
özelliklerine daha çok değer verilir. Eğer duygusal dürtüler daha 
az ya da daha çok etkin bir şekilde bastırılırsa ya da bir kenara 
bırakılırsa, nesnenin nıanevi değer boyutunda duygusal olarak 
sevilmeye başladığının yanılsaması üretilir. Oysaki taın tersine 
bu değerler sadece duygusal çekicilikte ödünç olarak verilebilir. 
Bu görüşü yanlışlayan eğilim 
idealleştirmedir. 
Ancak şu 
anda bizim için duruşumuzu bulmak kolaydır. Görüyoruz ki 
nesneye egomuzla aynı şekilde davranılmaktadır bu yüzden aşk 
yaşarken ciddi bir boyutta olan narsistik libido nesneden taşar. 
Aşk seçeneklerinin birçok türünde gönnek mümkündür ki nesne 
ulaşamadığımız ego idealine yedek olarak görev yapar. Egoınuz­
da ulaşmak için çabaladığımız ve narsizmimizi tatınin etmek için 
ulaşnıak istediğiıniz bu dolambaçlı yoldaki mükemmellikler adı-


na o nesncyı scverız. 
45 


Eğer cinselliğe verilen fazla önem ve aşk yaşamak daha faz­
la artarsa bu durumun değerlendirmesi daha da açık olur. Cinsel 
tatmine yönelik olan dürtüler şimdi belki de tamamen arka plana 
itilebilir. Örneğin, her zaman olduğu gibi genç bir adamın duy­
gusal tutkularıyla ego gitgide daha sessiz sakin ve makul olur. 
Nesne, egonun kendine olan sevgisini tamamen alana kadar git­
gide daha görkemli ve değerli olur. Böylelikle egonun kendini 
feda etmesi doğal bir sonuç olur. Nesne adeta egoyu tüketmiş 
olur. Alçakgönüllülüğün, narsizmin kısıtlanmasının ve kendini 
yaralamanın özellikleri aşk yaşamanın her durumunda olur. Uç 
noktalarda bu özellikler yoğunlaşır ve sonuç olarak duygulardan 
vazgeçme bu özelliklerin tek başına üstün olmasını ister. 
Bu özellikle mutsuz olan ve tatmin olmayan aşklarda kolay­
lıkla olur. Her şeye rağmen her cinsel tatmin genellikle cinselliğe 
verilen fazla önemin düşürülmesine yol açar. Soyut bir fikre olan 
adamadan artık bir farkı kalmayan egonun kendisini nesneye 
"adaması" ile eş zamanlı olarak ego idealinin tamamen çalışmayı 
durdurmasında pay sahibidir. Bu temsi lci tarafından yapılan eleş­
tiri sessizdir; nesnenin yaptığı ve istediği her şey doğru ve kusur­
suzdur. Nesnenin uğruna yapılan hiçbir şeyde vicdanın hükmü 
yoktur, aşkın acımasızlığının körlüğünde suça adım atar. Bütün 
durum tamamıyla tek bir formülle açıklanabilir: 
Nesne ego idea­
linin yerine konmuştur. 
Artık özdeşleşme ile aşk yaşamanın uç noktaları arasında­
ki farkı "çekicilik" ya da "esaret" olarak tanımlamak kolaydır. 
Ferenczi'nin dediği gibi çekicilik durumunda ego kendini nes­
nenin özellikleri ile zenginleştirmiştir, kendini nesnede "içselleş­
tirmiştir". Esaret durumunda ise ego yoksullaşmıştır, kendisini 
nesneye teslim etmiştir, kendi en önemli bileşeni için nesneyi 
yedek yapmıştır. Daha yakın değerlendirme egoyu yalın yapar 
ancak bu şekildeki bir açıklama gerçekten var olmayan bir zıtlık 
yanılsaması yaratır. Ekonomik açıdan zenginleşme ya da fakir­
leşme ile ilgili hiçbir soru yoktur. Aşk yaşamanın en uç noktasını 
46 


egonun kendisini nesnede içselleştirdiği bir durum olarak bile 
tanımlayabiliriz. Başka bir farklılık konunun temelinin uygunlu­
ğuyla hesaplanabilir. Özdeşleşme durumunda, nesne ya kaybolur 
ya da ondan vazgeçilir, daha sonra egonun içinde arka plana atı­
lır. Ego model aldığı nesne kaybolduktan sonra kendisinde kısmi 
bir değişiklik yapar. Diğer durumda ise nesne korunur ve egonun 
aleyhinde ego tarafından taşınan fazlaca bir nesne yükü vardır. 
Ancak gene de kendini belli eden bir zorluk vardır. Özdeşleş­
menin nesne yükünün bırakıldığını varsayması bu kadar kesin 
midir? Nesne korunduğu sırada özdeşleşme de olamaz mı? Bu 
hassas soru üzerinde tartışmaya kalkmadan önce konunun asıl 
varlığını içeren başka bir alternatif olduğunu fark etmeye başla­
mamız gerekmektedir: 
acaba nesne egonun yerine mi yoksa ego 
idealinin yerine mi konulmuştur? 
Aşk yaşamaktan hipnoza geçiş sadece küçük bir adımdır. 
İkisinin de uyuştuğu konu bellidir. Hipnotize edici olan kişiye 
karşı da sevilen kişiye karşı da aynı acizce boyun eğiş, aynı itaat, 
aynı eleştiri eksikliği vardır. Kişilerin kendi önceliklerinde hep 
aynı üzücü şey vardır; hiç kimse, hipnotize eden kişinin ego ide­
alinin yerine adım adım ilerlediğinden şüphe etmez. Her şey hip­
nozla daha açık ve daha yoğun olur. Hipnotize eden kişi yegane 
nesnedir ve başka kimseye dikkat verilmez ama ona verilir. Ego 
rüya gibi bir şey yaşamaktadır; her ne isterse ya da söylerse bize 
ego idealinin işlevlerinden bahsetmeyi ihmal ettiğimiz gerçekle­
ri test etme işini hatırlatıyor. Elbette ki, eğer egonun gerçekliği 
olayların gerçekliğini test etme işini bırakan zihinsel faaliyet için 
kefil olursa, ego gerçekliği algılar. Cinsel amaçlarından engelle­
nen dürtülerin tamamen yok olması, durumun aşın saflığına kat­
kıda bulunuyor. Cinsel tatmin dışarıda bırakıldığında, hipnotize 
edici ilişki aşk yaşayan birisinin sınırsızca kendini adamasıdır. 
Oysaki aşk yasamanın asıl durumunda bu şekildeki tatmin sade­
ce geçici bir süre durdurulabilir ve daha sonraki olası bir amaç 
için arka planda kalmaya devam eder. 
47 


Hipnotize edici ilişki iki üye ile bir grup oluşturmak oldu­
ğunu söyleyebiliriz. Hipnoz bir grup oluşumuyla kıyaslama yap­
mak için iyi bir nesne değildir çünkü hipnoz kendisiyle aynıdır. 
Grubun karmaşık yapısının dışında bizim için bir etkeni ayrı tu­
tar: bireyin lidere olan davranışı. Hipnoz, direk cinsel amaçları 
olmayan bir aşk yaşamaktan ayırt edildiği gibi grup oluşumun­
dan da sayı kısıtlılığıyla ayırt edilebilir. Bu açıdan bakıldığında 
hipnoz bu iki durum arasında ortada yer almaktadır. 
İlginçtir ki insanlar arasındaki uzun süreli bağı sağlayan şey 
amaçlarından engellenmiş cinsel dürtülerdir. Bu durum cinsel 
dürtülerin tamamen tatmin yaşatmaya gücü yetmediği gerçeğin­
den kolaylıkla anlaşılabilir. Amaçlarından engellenmemiş cinsel 
dürtüler, cinsel amaca her ulaşıldığında sıra dışı bir şekilde ener­
jisinin azalmasının sıkıntısını çekiyor. Duygusal aşkın tatmine 
ulaştığında sönmesi onun kaderidir. Var olmaya devam edebil­
mesi için en baştan itibaren tamamen sevecen öğeleri bir araya 
getirmesi gerekmektedir. 
Hipnoz, şimdiye kadar aşk yaşamakla direk olarak cinsel 
amaçların dışarıda bırakılacağına dair yaptığımız mantıklı açık­
lamalarla kendisini belli etmeseydi grupların şehvetli birleşimi­
nin gizemini hemen çözerdi. Fark etmemiz gereken açıklanma­
mış ve gizemli olan hala çok şey var. Üstün olan birisinin güçsüz 
ve zayıf birisiyle olan ilişkidt:n kaynaklanan paralizi fazladan bir 
unsur içermektedir. Üretildiği yöntem ve uyumakla olan ilişkisi 
çok belirli değildir. Bunun yanı sıra başkaları hipnoza tamamıyla 
dirençlidir. Başka konularda tamamen yönlendirici bir uyma ol­
duğu durumlarda bile hipnotize edilen kişinin ahlaki vicdanı bel­
ki dirençlilik gösterebilir. Ancak bu belki de hipnoz durumunda 
her zaman yapıldığı gibi yapılan şeyin sadece bir oyun olduğu, 
başka bir durumun doğru olmayan üretiminin hayatın öneminden 
uzak olduğu gibi bazı bilgilerin korunmasından kaynaklanabilir. 
48 


Önceki tartışmalarımızdan sonra, grupların şehvetli birleşi­
mine bir formül verme durumundayız ya da en azından şimdiye 
kadar bahsettiğimiz grupların lideri vardır ve bir bireyin özel­
liklerini ikincil olarak kazanmak için çok fazla örgütlenmeyi 
başaramamışlardır. 
Bu şekildeki gruplarda birkaç birey bir tane 
nesneyi ego ideallerinde aynı yere koyar ve sonuç olarak birbir­
leriyle egolarında özdeşleşirler. 
Bu durumun grafik gösterimi aşağıdaki gibidir: 
Ego İdeali 


, , 


_ _ 
-
��x 




Dışarıdaki 



Nesne 
49 


IX 
SÜRÜ İÇGÜDÜSÜ 
Bu formülle grubun gizemini çözdüğümüz yanılgısından 
oldu olası hoşlanmıyoruz. Gerçekten yaptığımız anlık ve rahatsız 
edici hatıralar hipnozun gizemiyle ilgili olan sorularla yer değiş­
tirdi. 
Gruplarda gözlemlediğimiz kuvvetli duygusal bağlar özel­
liklerinden bir tanesini açıklamak için oldukça yeterli. Bu özellik 
üyelerindeki bağın1sızlık ve girişkenlik eksikliği, tepkilerindeki 
benzerlik, grup bireylerinin seviyelerine inmeleridir. Eğer bütü­
nüyle bakacak olursak, bir grup bize bundan çok daha fazlasını 
gösterir. Grubun özelliklerinden bazıları, zihinsel becerinin za­
yıflığı, duyguları dizginleme eksikliği, ölçülü olma ve geciktir­
me kabiliyetsizliği, duyguları ifade ederken her sınırı aşma isteği 
ve buna benzer özellikler zihinsel hareketliliğin çocuklarda ve 
zalimlerde bulmaktan şaşırmayacağımız daha önceki seviyelere 
gerilemesinin doğru bir resmini çıkartmaktadır. Bu şekildeki bir 
gerileme ortak grupların olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bunun 
yanı sıra örgütlenmiş ve yapay gruplarda daha geniş kapsamlı bir 
araştırma yapılmalıdır. 
Bireyin özel duygusal dürtüleri ve zihinsel hareketlerinin 
kendi başlarına çok zayıf olması ve tamamen bağımlı olması du­
rumu grubun diğer üyeleri tarafından da tekrar edilip pekiştirili­
yor. Bu bağımlılık duruınunun kaç tanesinin insan toplumunun 
normal birleşiminin bir parçası olduğu, ne kadar az özgünlüğün 
ve kişisel yüreğin içinde bulunduğu ve her bireyin grup zihnin­
den ne kadar etkilendiği sorularını hatırlatıyor. Telkinin etkisi
sadece lider tarafından uygulanmadığını ve bireyler tarafından 
grubun diğer üyelerine de uygulandığını iddia ettiğimiz zaman 
bizim için daha gizemli bir hale geliyor. 
50 


Tevazu için teşvikten sonra, daha basit bir düzeyde açıkla­
ma yapma sözü veren diğer bir ifadeye yönelelim. Bunlardan 
bir tanesi Trotter'in 1916 yılındaki sürü psikolojisiyle ilgili olan 
kitabında benim tek üzüldüğüm nokta şudur ki sürü psikolojisi 
en son olan büyük savaş tarafından serbest bırakılan nefretten 
tamamen kurtulamaz. 
Trotter, gruplarda sürü içgüdüsü (toplu halde yaşama) olarak 
kendini gösteren zihinsel durumun, diğer türlerde olduğu gibi in­
sanlarda da doğuştan geldiğini söylemektedir. Biyolojik olarak, 
toplu halde yaşama durumu çok hücreliliğe bir benzeyiştir ve 
onun bir birleşimidir. (Libido teorisi açısından, libido tarafından 
devam ettirilen ve bütün canlılarda aynı şekilde hissedilen daha 
da kapsamlı bir birimde toplama eğiliminin daha fazla bir göster­
gesidir.) Eğer bir birey yalnızsa kendisini eksik hisseder. Küçük 
çocuklar tarafından gösterilen korku sürü içgüdüsünün bir ifa­
desi gibi gözüküyor. Sürüye karşı koyma ondan ayrılmak kadar 
iyidir ve bu yüzden bu durumdan endişeyle uzaklaşılır. Ancak 
sürü yeni veya alışılmamış her şeye yüz çevirir. Sürü içgüdüsü 
bölünemeyecek en önemli bir şey gibi görünür. 
Trotter, en önemli olarak düşündüğü içgüdülerin listesini ve­
riyor: kendini koruma, beslenme, cinsellik ve sürü. Sonuncusu 
genellikle diğerleriyle zıt hale gelir. Suçluluk ve görev duygusu 
toplu halde yaşayan hayvanlara özgü mülkiyettir. Trotter, psika­
nalizin egoda var olduğunu gösterdiği baskıcı güçlerin sürü iç­
güdüsünden kaynaklandığını söylemektedir. Konuşma, önemini 
sürüdeki karşılıklı anlayış kabiliyetine borçludur ve geriye kalan 
büyük çoğunluktaki bireylerin özdeşleşmesine bağlıdır. 
Le Bon grup oluşumunun gelip geçiciliğiyle ve Mc Dougall 
değişmez ortaklıklarla ilgilenirken, Trotter ilgisinin odağı olarak 
birleşmenin daha genellenmiş bir biçimini seçmiştir. Ancak Trot­
ter sürü içgüdüsünün kaynağını bulma gerekliliğinde değildir. 
Trotter onu en önemli şey olarak nitelendirmiştir ve daha fazla in-
5 1


dirgenemeyeceğini söylemiştir. Boris Sidis'in sürü içgüdüsünün 
kökenini telkinde bulmak için yaptığı girişimler neyse ki onun il­
gilendiği kadar gereksiz. Bu, benzer ve tatmin edici olmayan bir 
açıklamadır. Karşıt öneri ise telkinin sürü içgüdüsünün kaynağı 
olduğu görüşüdür ve bizi konudan daha da uzaklaştırmaktadır. 
Ancak Trotter'in liderin grubun bir parçası olmasına çok 
al'. 
önem verdiği ifadesi karşıtlığa açıktır ve diğerlerine göre daha 
fazla haklılığı vardır. Bunun yanı sıra, eğer lider göz ardı edilirse 
grubun yapısını kavramanın iınkansız olduğu düşüncesindeyiz. 
Sürü içgüdüsü lider için hiçbir yer ayırmamaktadır; lider sadece 
sürüsüyle birlikte atılır ve sürü çobansızdır. Trotter 'in fikri psi­
kolojik olarak zayıflatılabilir. Söylemek istediğinı şu ki sürü iç­
güdüsü indirgenemez değildir, kendini koruma içgüdüsünde 
ve 
cinsellik içgüdüsünde olduğu gibi birincil değildir. 
Sürü içgüdüsünün birey oluşu izlemek doğal olarak kolay 
değildir. Yalnız kaldıkları zaman çocuklar tarafından gösterilen 
ve Trutter'in içgüdünün göstergesi olarak iddia ettiği korku başka 
bir yoruma açıktır. Bu korku çocuğun annesiyle ve daha sonra ta­
nıdık diğer insanlarla, kaygıya çevirmekten başka bir yol bilıne­
diği yerine getirilmeyen isteklerin ifadesini ilişkilendirir. Yalnız 
kaldığı zaman çocuğun korkusu herhangi bir sürünün üyesi olına­
sı durumunda da hafifleınez. ı\ncak tam tersi duruın bu türdeki 
bir yabancının varlığında meydana gelebilir. Sürü içgüdüsünün 
doğasındaki ya da grup duygusundaki hiçbir şey uzun zanıandır 
çocuklarda gözlenmez. Böyle bir şey öncelikle çocuğun ailesiyle 
olan ilişkileri dışında meydana gelir ve büyük çocuğun küçük 
çocuğu kıskandığı için verdiği tepki gibi hareket eder. Büyük ço­
cuk kendisini takip eden kıskançlığı ailesinden uzak tutmak ve 
bütün özelliklerinden yoksun bırakmak için bir tarafa koymaktan 
kesinlikle hoşlanır. Ancak, küçük çocuğun ailesi tarafından ken­
disi kadar sevildiği gerçeği karşısında ve kendine zarar vermeden 
bu düşmanlığı devam ettinnenin imkansızlığı sonucund3, büyük 
çocuk kendisini diğer çocuklarla özdeşleştirmeye zorlanır. Böy -
52 


lelikle çocukta okula başladığında daha da gelişecek olan grup 
duygusu gelişir. Bu tepki oluşumu tarafından istenilen ilk şey 
adalettir. Eğer bir kişi kendisini beğenmezse hiçbir olayda baş­
kalarını beğenemez. Bu dönüşüm (kıskançlığı grup duygusuna 
çevirmek), eğer başka durumlarda da gözlenemezse muhtemel 
olarak düşünülmeyebilir. Düşünmemiz gereken tek grup olarak 
kızlar ve kadınlar vardır. Bütün hepsi şevkli ve duygulu şekil­
de aşk yaşamaktadırlar. Her biri için diğer insanları kıskanmak 
kolaydır. Ancak, sayılarını ve aşklarının amaçlarına ulaşmadaki 
imkansızlığın sonucunu dikkate alırsak kıskançlıktan vazgeçer­
ler. Birbirlerinin saçını çekmek yerine birleşmiş bir grup olarak 
hareket ederler. Ortak hareketlerindeki durumun kahramanına 
saygı gösterirler. İlk başta rakipleri kendilerini birbirleriyle aynı 
nesneye olan aşkları sayesinde özdeşleştirmeyi başardılar. Her 
zaman olduğu gibi içgüdüsel bir durum çeşitli sonuç üretme ko­
nusunda başarılıdır. Gerçek sonuç belirli bir miktardaki tatmin 
ihtimalini getirir oysaki diğer sonuçlar kendi içinde daha belir­
lidir ve geçip gider çünkü hayat duruınları herhangi bir tatmine 
yönelimi engeller. 
Toplumda daha sonra grup ruhunu şeklinde beliren şey as­
lında kıskançlık yaratan türeviyle çelişmemektedir. Hiç kimse 
kendisini ileriye koymak istememelidir. Herkes eşit olmalıdır ve 
eşit şeylere sahip olınalıdır. Sosyal adalet şu demek oluyor ki 
kendimizdeki birçok şeyi inkar ediyoruz ve bu yüzden başka­
larında da bu inkar ettiğimiz şeyler olmamalı ya da bu şeyleri 
araınaya becerileri olmamalı. Eşitlik için olan bu istek sosyal 
vicdanın ve görev duygusunun kökenidir. Kendisini, psikanali­
zin anlamak için bize i'ğrettiği gibi, hiç beklenmedik bir şekilde 
frenginin diğer insanlara bulaşma korkusunda gösterir. Perişan 
insanlar tarafından gösterilen bu korku, hastalıklarını diğer in­
sanlara bulaştırmaya çalışan bilinçaltındaki bir isteğe karşı olan 
vahşi mücadeleye benzemektedir. Neden sadece kendileri hasta­
lanmalıdır ve diğer insanlardan bu kadar ayrılmalıdır? Neden di-
53 


ğer insanlar da onunla aynı duruma düşmesinler? Aynı şey Solo­
monların görüşlerinin zekice hikayesinde de bulunmuştur. Eğer 
bir kadının çocuğu ölürse başka bir kadın da yaşayan bir çocuğa 
sahip olmamalıdır. Sevdiğini yitirmiş bir kadın bu dilekle tanınır. 
Sosyal duygu, önceden düşmanca olan bir duygunun özdeş­
leşmenin doğasıyla olumlu bir bağa dönüşümüdür. Bu tersine dö­
nüş, grup dışı bir kişiyle olan ortak sevecen bağın etkisi altında 
olur gibi gözüküyor. Biz özdeşleşmenin ayrıntılı analizini göz 
önünde bulundurmuyoruz ama eşitliğin sürekli gerçekleştirilme­
si isteğini eski haline getirme amacımız bize yetiyor. İki yapay 
grup (Kilise ve ordu) hakkındaki konuyu daha önceden duymuş­
tuk. İkisinin de gerekli ön koşulu şudur ki bütün üyeleri bir kişi 
yani lider tarafından eşit şekilde sevilmelidir. Bir grup içindeki 
eşitlik isteği sadece kendi üyelerine uygulanır lidere değil. Bü­
tün üyeler birbirlerine eşit olmalıdır ama hepsi bir kişi tarafından 
yönetilmek istenmektedir. Birbirleriyle özdeşleşebilenlerin çoğu 
eşittir ve tek bir kişi onlardan üstündür. 
5 4



GRUP VE İLKEL TOPLULUK 
1912 yılında Darwin'in, insan toplumunun ilkel biçimi güçlü 
bir erkek tarafından zorbaca yönetilen bir kabiledir varsayımıyla 
ilgileniyordum. Bu sürünün şansının insan soyunun yıkılmayan 
tarihçesine bağlı olduğunu göstermeye çalıştım. İçerisinde dinin, 
ahlakın ve sosyal örgütleşmenin başlangıcını bulunduran totem­
ciliğin gelişimi şiddetle liderin öldürülmesine ve baba soyundan 
olan sürünün kardeş birliğine dönüşümüne bağlıdır. Bu sadece bir 
hipotezdir ve arkeologların tarih öncesi zamanları aydınlatmaya 
çalışması gibidir. Nazik bir İngiliz eleştirisi tarafından eğlenceli 
bir biçimde adlandırılması gibidir. Eğer hipotez yeni çevrelere 
daha fazla ahenk ve anlayış getirirse bence güvenilirdir. 
İnsan grupları, eşit şartlara sahip olan bir grup arasında üs­
tün bir gücü olan bireyin tanıdık bir resmini sergiler. Bu resim 
bizim ilkel kabile fikrimizde de bulunmaktadır. Böyle bir grubun 
psikolojisini sürekli bahsettiğimiz (bilinçli bireyin kişiliğinin kü­
çülmesi, duyguların ve düşüncelerin aynı yöne odaklanması, zih­
nin duygusal yanının ve bilinçdışı ruhsal hayatın ağır basması, 
ortaya çıkan niyetleri hemen uygulama eğilimi) tanımlardan bi­
liyoruz. Bütün bu tanımlar ilkel zihinsel hareketliliğe gerilemeye 
karşılık gelmektedir. 
Bu yüzden grup bize ilkel topluluğun dirilişi gibi görünüyor. 
İlkel bir birey potansiyel olarak herkesin içinde yaşamaya devam 
eder. Böylelikle ilkel topluluk sıradan bir topluluktan ziyade or­
taya çıkabilir. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki grupların psi­
kolojisi en eski insan psikolojisidir. Grupların bütün belirtilerini 
yok sayarak bireysel psikoloji diye ayırdığımız şey eski grup psi­
kolojisine aşamalı belki de hala tamamlanmamış bir süreç olarak 
baskın gelmeye başladı. 
55 


Bireysel psikoloji, aksine, grup psikolojisi kadar eski olma­
lıdır. Öncelikle iki çeşit psikoloji vardı: grubun bireysel üyeleri­
nin psikolojisi ve babanın, şefin ya da liderin psikolojisi. Grup 
üyeleri bugün gördüğümüz bağlara bağlıydı. Ancak ilkel toplulu­
ğun babası özgürdü. Onun zihinsel hareketleri yalnız kaldığında 
bile güçlü ve bağımsızdı. İstekleri başkalarından gelecek hiçbir 
pekiştirece bağlı değildi. Tutarlılık bizi liderin egosunun biraz da 
olsa şehvetli bağları olduğunu varsaymaya yönlendiriyor. O kim­
seyi sevmedi ama kendisini sevdi. Diğer insanlar sadece onun ih­
tiyaçlarını karşılamak için ordaydı. Onun egosuna karşı çıkmak 
sadece gerekli olan şeyleri vermek dışında hiçbir şey getirmedi. 
İnsanoğlunun tarihinin en başında, lider bir "Süpermen"di. 
Bugün 
bile 
bir grubun üyeleri, eşit oldukları ve liderleri tarafın­
,i;ııı 
sevildikleri yanılgısına ihtiyaç duyuyorlar. Ancak liderin 
kendisi sevgiye ihtiyaç duyar başkaları değil. Liderin belki de 
buyurucu bir doğası vardır, oldukça narsistiktir, kendine güven­
lidir ve bağımsızdır. Biliyoruz ki sevgi narsizme katkıda bulunur 
ve bu şekilde işleyerek uygarlık için bir unsur olabileceğini gös­
termektedir. 
Sürünün ilkel babası ölümsüz değildi. Daha sonradan ta­
pınmayla ölümsüzleştirildi. Eğer ölseydi yerine birinin geçınesi 
gerekecekti. Yeri muhtemelen grubun bir parçası olan en küçük 
oğlu tarafından doldurulacaktı. Bu yüzden grup psikolojisini bi­
reysel psikolojiye dönüştürmenin ihtimali olmalı. İhtiyaç duru­
munda bir larvayı işçi yerine kraliçeye dönüştürmenin anlar için 
mümkün olması gibi, böyle bir dönüşümün kolaylıkla başarıla­
bileceği bir durum keşfedilmeli. Sadece bir ihtimal hayal edile­
bilir: ilkel baba oğullarının cinsel dürtülerini tatmin etmesini en­
gellemiştir, onlardan kaçınması için zorlamıştır ve sonuç olarak 
babasıyla ve birbirleriyle olan duygusal bağlar cinsel amaçların­
dan engellenen dürtülerinin dışında ortaya çıknuştır. Yani diğer 
bir ifadeyle onları grup psikolojisine zorlamıştır. Babanın cinsel 
56 


kıskançlığı ve hoşgörüsüzlüğü grup psikolojisine neden olan son 
çare olmuştur. 
Babanın yerine geçen kim olursa olsun cinsel tatmin ola­
nağı bulmuştur ve ona grup psikolojisinin dışında bir seçenek 
sunulmuştur. Libidonun kadınlara sabitlenmesi ve herhangi bir 
geciktirme veya biriktirme gereği duymaksızın tatmin olasılığı 
onun amaçlarından engellenmiş cinsel isteklerinin önemine bir 
son veriyor ve narsizminin artmasına neden oluyor. 
Yapay bir grubu bir arada tutan mekanizma ve ilkel bir top­
luluğun birleşimi arasındaki ilişkiden daha fazla bahsetmemiz 
gerekebilir. Kilisede ve orduda bu mekanizma, liderin herkesi 
eşit ve doğru bir şekilde sevdiği biçimindeki bir yanılsamadır. 
Ancak bu, her oğlun ilkel baba tarafından eşit şekilde zulme 
uğradığını ve korkutulduğunu bildiği ilkel topluluklardaki işin 
durumunu ideal bir şekilde yeniden yapılandırmaktır. Başka bir 
şekilde ifade edilecek olursa, şimdiye kadar oluşturulan bütün 
sosyal görevler, insan toplumunun sonraki biçimi tarafından var­
sayılmıştır. Doğal bir grup olarak ailenin yok edilemez gücü, ba­
banın eşit sevgisi aile içinde gerçek bir uygulama alanı bulmak­
tadır şeklindeki gerekli varsayımlara dayanmaktadır. 
Gruptan türeyenden daha fazlasını ilkel topluluklardan bek­
liyoruz. İlkel topluluk, grup oluşumunun "hipnoz" ve "telkin" 
kelimelerinin arkasında yatan anlaşılmaz ve gizemli yanlarını 
çözmemize yardım etmelidir. Ben bunu başarabileceğini düşü­
nüyorum. Onunla ilgili olumlu ve esrarengiz bir hipotezi hatır­
latmak istiyorum aına esrarengizliğin özelliği bastırılmış eski ve 
tanıdık bir şey öneriyor. Hipnotize edici kişi gizemli bir gücü 
olduğunu ileri sürmektedir ve hipnoz altındaki kişi ona inanmak­
tadır. Bu gizemli güç (sıklıkla cinsel cazibe olarak tanımlanır), 
ilkel insanlar tarafından tabunun kaynağı olarak görülen, krallar 
ve reisler tarafından oluşturulan ve onlara yaklaşmayı tehlikeli 
kılan şeyle aynı güçte olmalıdır. Daha sonra hipnotize eden kişi 
57 


bu gücün sahibi olarak düşünülür. Peki, bu gücü nasıl göstermiş­
tir? En yaygın kullandığı yöntem olan, kişiye gözlerinin içine 
bakmasını söyleyerek. Ölümlü insanlarda Tanrının olduğu gibi, 
ilkel insanlar için de tehlikeli ve katlanılması zor olan şey sadece 
reisin 
görme yeteneğidir. 
Musa Peygamber bile insanları ve Tan­
rı 
arasında arabulucu olarak davranmak zorunda kalmıştır çünkü 
insanlar Tanrı 'nın gördüğünü kanıtlayamamışlardı. 
Hipnozun başka şekillerde de harekete geçebileceği doğ­
rudur. Örneğin, gözleri parlayan bir nesneye sabitleyerek ya da 
tekdüze bir sesi dinleyerek de hipnoz olunabilir. Bu yanıltıcıdır 
ve yetersiz fiziksel teorilere fırsat verir. Bu yöntemler bilinç­
li dikkati dağıtmaya ve bir noktada sabit olarak tutmaya yarar. 
Eğer hipnotize eden bir kişi söz konusu olan kişiye şunu söy­
lerse durum aynıdır: "Şimdi kendini sadece benim kişiliğimle 
düşün; dünyanın geri kalanı oldukça sıkıcı." Böyle bir konuşma 
hipnotize eden kişi için teknik olarak tabi ki uygunsuz olurdu. 
Bireyi bilinçaltındaki tutumundan koparırdı ve bilinçli bir şekil­
de muhalefet olması için kışkırtırdı. Hipnotize eden kişi, bireyin 
bilinçli düşüncelerini kendi amacına yönlendirmekten kaçınır. 
Ancak, aynı zanıanda kişi bilinçsiz bir şekilde hipnotize eden 
kişiye odaklanan bir gerçekliğin içindedir ve uygunluk tutumu 
içine girer. Bu yüzden hipnozun dolaylı yöntemleri, bilinçaltın­
daki olayların gidişatına müdahale eden zihinsel enerjinin dağılı­
mını kontrol eden bir etkiye sahiptir. Dolaylı yöntemler, çarpıcı 
ve göz alıcı bir şekilde etkilemenin direk olan yönteınleriyle aynı 
sonuca ulaşır. 
l 909 yılında Ferenczi gerçek bir keşif yapmıştır. Hipnotize 
eden bir kişi uyuma komutu verdiği zaman kendisini uyuttuğu 
kişinin ailesinin yerine koyar. Ferenczi iki türdeki hipnozun ayırt 
edilmesi gerektiğini düşünür. Bunlardan bir tanesi annesini mo­
del alarak gönül yapan ve sakinleştirendir. Diğeri ise babasını 
model alarak korkutucu olandır. Artık hipnozdaki uyuma komutu 
58 


dünyayla olan ilgiyi koparmaktan başka bir şey değildir. Uyutu­
lan kişi tarafından anlaşılır ki dış dünyayla olan ilginin koparıl­
ınası uyumanın psikolojik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Uyu­
mak ve hipnoz durumu arasındaki akrabalık bu duruma bağlıdır. 
Aldığı önlemlerle hipnotize eden kişi, hipnoz ettiği kişide 
onu ailesine itaatkar yapan ve babasıyla olan ilişkisinde ayılma 
yaşatan geçmişe ait izler uyandırır. Uyandırılan şey sadece uysal 
ve mazoşistik bir tutumun mümkün olduğu en üstün ve tehlikeli 
bir kişilik fikridir. Yüzüne bakmak bile tehlikeli bir girişim gibi 
gözükmektedir. İlkel topluluğun üyesi olan bir birey ile ilkel ba­
banın ilişkisini ancak bu şekilde tanımlayabiliriz. Diğer tepkiler­
den bildiğimiz gibi, bireyler eski durumlardı canlandırmak için 
değişken derecelerde kişisel özelliklerini koruyorlar. Her şeye 
rağmen hipnoz bir oyundur. Eski fikirlerin aldatıcı bir yenilen­
mesidir ancak belki geride kalabilir ve hipnozda isteğin ertelen­
mesinin çok ciddi sonuçlarına karşı bir direnç oluşabilir. 
Telkin durumunda gösterilen grup oluşumunun esrarengiz 
ve zorlayıcı özellikleri adaletle kendi aslının ilkel toplum olduğu 
gerçeğine geri dönebilir. Grubun lideri hala heybetli olan ilkel 
babadır. Grup hala sınırlanmamış bir güçle yönetilmek istemek­
tedir. Otorite için büyük bir tutkusu vardır. Le Bon'a göre grup 
ise boyun eğmeye susamıştır. İlkel baba, ego idealinin yerinde 
egoyu yöneten grup idealidir. Hipnozun iki grup gibi tanımlandı­
ğı yönünde bir iddiası vardır. Geriye telkinin tanımı kalmaktadır: 
kavrayışa ve mantığa bağlı olmayan ama tutkuya bağlı olan bir 
iknadır. 
59 


XI 
EGO'DA FARKLILAŞAN AŞAMA 
Bugün yaşayan bir bireyin hayatını incelersek, grup psikolo­
jisinin birbirini tamamlayıcılığını dikkate alarak, gösterilen güç­
lükler karşısında kapsamlı bir şekilde anlatma cesaretimizi kay­
bedebiliriz. Her bir birey pek çok grubun tamamlayıcı bir parça­
sıdır, gruba birçok yönden özdeşleşerek bağlanır ve ego idealini 
en çeşitli modellere bağlı olarak oluşturmuştur. Bu yüzden her 
birey ırk, sınıf, inanç ve milliyet gibi çok sayıdaki grup ruhunu 
paylaşır. Bağımsızlık ve özgünlük için dövüşerek kendisini di­
ğerlerinden daha üst bir seviyeye yükseltebilir. Le Bon 'un dahi­
ce oluşturduğu grup ruhunun psikolojik karakterinin taslağından 
hızlı bir şekilde oluşmuş ve gelip geçici gruplara göre sürekli 
devam eden etkisiyle ve aynılıklarıyla değişmeyen ve uzun süre 
devam eden grup oluşumları bir gözlemci için daha az dikkat 
çekicidir. Diğerleri üzerinde birleştirilmiş, bütünlüğün mucizesi 
sayesinde tanıştığımız, sadece geçici olsa da bireysel gereklilik 
olarak bildiğimiz şeylerin kayboluşu sadece gelip geçici gruplar­
da görülür. 
Biz bu mucizeyi birey ego idealinden vazgeçer ve liderin 
bünyesinde barındırılan grup idealinin yerini tutar şeklinde yo­
rumluyonız. Bir düzeltnıe yapmalıyız ki mucize her durumda 
büyük değildir. Birçok bireyde ego ve ego idealinin ayrılması 
çok gelişmemiştir, ikisi de kesişmeye hazırdır. Ego genellikle 
kendinden hoşnut olma narsizmini korur. Liderin seçiıni bu du­
rumla oldukça kolaylaştırılmıştır. Sadece bireylerin sıradan özel­
liklerine, daha büyük gücü ifade etmeye ve libidonun daha özgür 
olmasına ihtiyaç duyar. Bu durumda güçlü bir lidere olan ihtiyaç 
yarım yamalak bir şekilde karşılayacaktır ve başka hiçbir şekilde 
sahip olamayacağı üstünlükle kuşatır. Ego idealleri aynlmaınış 
olan grubun diğer üyeleri hiçbir düzeltme olmaksızın bu kişinin 
60 


bünyesinde toplanır. Daha sonra geri kalanı "telkin" ile özdeşleş­
ıne yoluyla alıp götürülür. 
Grupların şehvetli yapılarının ego ve ego ideali arasında­
ki 
farklılığa ve özdeşleşmenin olanak sağladığı iki türlü bağa 
ve nesneyi ego idealinin yerine koyn1aya yeniden yönlendirdi­
ği açıklamalarına katkıda bulunabildiğimizin farkındayız. Ego 
analizindeki 
ilk aşama olan, egoda farklılaşan aşama varsayımı 
psikolojinin farkh alanlarında doğruluğunu aşamalı olarak oluş­
turulrnahdır. 1 9 1 4 yılında yazdığım narsizm ile ilgili bildiride, 
bu farklılaşma için kanıt olarak kullanılabilecek bütün patolojik 
bulguları bir araya getirdim. Psikozların psikolojisinin derinli­
ğini iyice anladığımız zaman öneminin daha büyük olduğu fark 
edilmesi beklenebilir. Şimdi ego, kendinden bağımsız gelişen 
ego ideali ve nesne arasındaki ilişkinin içine giriyor. Nevrozlar 
hakkında yaptığımız çalışmalar sayesinde haberdar olduğumuz, 
dıştaki bir nesne ile ego arasındaki etkileşim bütünüyle ego için­
de yeni hareketlere bağlı olarak tekrarlanabilir. 
Bu bakış açısından ortaya çıkabilecek, bir yerlerde çözülme­
ıniş olarak bırakmaya mecbur olduğum problemin tartışmasına 
kaldığım yerden devam ederek muhtemel sonuçlardan yalnızca 
bir tanesini takip edeceğim. Zihinsel işlevlerin zorluklarının ye­
niden şiddetlenmesiyle haberdar olduğumuz zihinsel farklılıkla­
nn her biri değişkenliğini artırıyor ve bir hastalığın başlaması için 
bir başlangıç noktası oluyor. Bu yüzden, doğarak, kendine yeten 
bir narsizmden değişen bir dış dünya algısına ve nesneleri keş­
fetme başlangıcına bir adım atıyoruz. Bu durum, olayların yeni 
durumlanna uzun süre tahan1mül edemediğimiz ve uykumuzda 
sürekli olarak onları eski hali olan uyan eksikliği ve nesneler­
den kaçınma durumuna geri çevirdiğimiz gerçeğiyle ilişkilen­
dirilebilir. Ancak, bu durumda, bizi etkileyen uyarıcının büyük 
bir çoğunluğundan geçici olarak uzaklaşarak gece ve gündüzün 
sürek! 

olarak değişmesi aracılığıyla dış dünyadan bir izi takip 
6 1


ediyoruz. Böyle bir adımın patolojik olarak daha önemli olan 
ikinci örneği ise böyle bir özelliğe bağlı değildir. Gelişimimizin 
seyri, zihinsel varlığımızın tutarlı bir egoya ve bilinçaltında ve 
bastırılmış bir kısma ayrılmasından etkilenir. Biliyoruz ki yeni 
kazanılan bu şeyin tutarlılığı sürekli olan sarsıntılara bağlıdır. 
Dışlanan rüyalarda ve sinir bozukluğu durumlarında giriş izni 
için bastırma yoluyla korunan kapıda bekler. Uyanık durumu­
muzda, aldığımız keyfi artırmak amacıyla, bastırdığımız durum­
dan kurtulmalarına izin vermek için ve egomuza geçici olarak 
kabul etmek için özel beceriler kullanıyoruz. Şakalar, espriler ve 
bir şekilde komik olan şeyler bu açıdan düşünülebilir. Nevrozla­
rın psikolojisinden haberdar olan herkes daha az önemin benzer 
örneklerini düşünecektir ama ben düşündüğüm şeyleri uygula­
maya geçirmeyi hızlandırıyorum. 
Ego idealin egodan ayrılması uzun süredir taşınıyor olamaz 
ve geçici bir süreliğine tamamlanmamış olmak zorunda. Egodan 
faydalanılmış bütün vazgeçişlerde ve kısıtlamalarda, yasaklan­
manın sürekli olarak ihlal edilmesi bir kuraldır. Bu kural, aslında 
kurallar tarafından sağlanan ilavelerden ne az ne de daha fazla ol­
mayan ve keyif verici özelliğini getirdiği serbestliğe borçlu olan 
eğlence kurumları tarafından gösterilir. Romanların cümbüşü ve 
modem kamavallarımız ve genellikle ahlaksızlığın her türlüsü 
ile ve diğer zamanlarda en kutsal olan emirlerin çiğnenmesi ile 
biten ilkel insanların eğlenceleri de bunu göstermektedir. Ancak, 
ego ideali, egonun kabullenmek zorunda olduğu bütün kısıtla­
maların toplamını içermektedir. Bu sebepten dolayı, idealin orta­
dan kaldırılması kendini daha sonra bir kez daha tatmin edecek 
ego için ister istemez muhteşem bir eğlence olurdu. 
Egodaki bir şey ego ideali ile kesiştiği zaman genellikle bir 
galibiyet hissi oluşur. Suçluluk duygusu (aşağılık duygusu gibi) 
ego ve ego ideali arasındaki gerginliğin bir ifadesi olarak anla­
şılabilir. 
62 


İyi bilinir ki, ruhsal durumları sürekli olarak aşın depresyon­
dan mutluluk duygusuna doğru salınan insanlar vardır. Bu salın­
tılar, melankoli ve çılgınlık biçiminde çeşitli ve büyük derecede 
ortaya çıkar. İlgili kişinin hayatına en ıstıraplı ve rahatsız edici 
baskınları yapar. Bu döngüsel depresyonun en tipik durumların­
da, tetikleyici dışsal etkenler karar mekanizmasında rol alıyor 
gibi gözükmüyor. İçsel güdülere gelince, diğer insanlara göre bu 
hastalarda daha fazla ya da hiçbir şey bulunmuyor. Sonuç olarak, 
bu duruınların ruhsal kökenli olmadığını düşünmek alışkanlık 
olmuştur. Kolaylıkla zihinsel travmalara dönüşebilecek döngüsel 
depresyonun benzer durumlarından bahsedelim. 
Ruhsal durumun kendiliğinden olan salıntılarının nedeni 
belli değildir çünkü melankolinin çılgınlıkla yer değiştirme me­
kanizmasını kavrayamıyoruz. Bu hastaların, kendilerine özgü 
olan bir katılıkla yönetildikten sonra, ego ideallerinin geçici bir 
süre için de olsa egoları içinde çözülmüş olabileceği tahminimi­
zin gerçek uygulamasını bulabileceğimiz insanlar olduğunu var­
saymakta özgürüz. 
Ego analizimizin temeline göre, çılgınlık durun1larında ego 
ve ego idealinin kaynaştığından şüphe edilemez. Bu yüzden kişi 
galibiyet ve tatmin olmuş ruh halindedir, hiçbir özeleştiriden ra­
hatsız olmaz, engellenmişliklerinin, başkalarını düşünme duygu­
sunun ve kendini suçlamalarının kaldırılmasından memnuniyet 
duyar. Bu çok belirgin değildir ama buna rağmen oldukça muh­
temeldir. Melankoliklerin ızdırapları, hassalıkta aşırıya kaçma 
konusunda egosuyla ve ideali arasında olan şiddetli çelişkinin bir 
ifadesidir. Kendini değersiz hissetme ve aşağılık kuruntusunda 
hiç durmadan egoyu suçlu çıkarmaya çalışır. Sorulabilecek tek 
soru, biz yeni bir kuruma karşı sürekli olarak başkaldıran ego 
ve ego ideali arasındaki değişken ilişkinin nedenlerine mi bakı­
yoruz yoksa başka durumları bu olaylardan sorumlu tutmaya mı 
çalışıyoruz. 
63 


Çılgınlığa dönüşüm melankolik depresyon belirtilerinin en 
gerekli özelliği değildir. Bu gelişimi göstermeyen, bazısında tek 
bazısında ise yineleyen nöbet geçiren melankolikler vardır. 
Bunun tam tersine, bazı ınelankolikler vardır ki tetikleyici 
sebep etiyolojik kısımda bir rol oynamaktadır. Bu durum genelde 
sevdikleri bir nesneyi ölüm yoluyla ya da nesneden libidonun 
vazgeçmesi gerektiği durumların sonucu olarak kaybettikten son­
ra ortaya çıkar. Bu şekildeki ruhsal kökenli melankoli çılgınlıkla 
sonuçlanabilir ve bu dönüşüm kendiliğinden olan bir durum gibi 
kolaylıkla birçok kez tekrarlanabilir. Gidişatın durumu özellikle 
melankolinin çok az biçiminde ve durumunda psikanalitik araş­
tırmaya gönderilenlerde biraz belirsizdir. Sadece, aşkın alçaklı­
ğını kendi kendine gösterdiği için nesnenin bırakıldığı durumları 
anlayabiliyoruz. Daha sonra egosunda özdeşleşme yoluyla yeni­
den kuruluyor ve ego ideal tarafından ağır bir şekilde kınanıyor. 
Nesneye yönelik saldırılar ve kınamalar daha sonra melankolik 
bir şekilde kendini suçlama biçimini alıyor. 
Bu şekildeki bir melankoli de çılgınlığa dönüşebilir. Bu yüz­
den, bu olayın ihtimali klinik boyutun özelliklerinden bağımsız 
olan bir özelliği temsil etmektedir. 
Bütün bunlara rağmen, egonun ego idealine karşı sürekli 
olan isyanına melankolinin kendiliğinden olduğu gibi ruhsal kö­
kenli de olabilen her iki türünü paylaştıklarını söylemekte hiçbir 
zorluk görmüyorum. Kendiliğinden olan türünde ego idealinin 
daha sonra kendiliğinden ve geçici olarak ertelenmesiyle sonuç­
lanacak özel bir katılık göstermeye eğilimi olduğu varsayılabilir. 
Ruhsal kökenli olan türünde ise ego belki de ideal kısmındaki, 
reddedilen nesneyle özdeşleşme durumunda karşılaşılan kötü 
muameleyle isyana teşvik edilmiştir. 
64 


Xll 
DİPNOT 
Geçici bir sonuca ulaştırılan araştırma sırasında, ilk aşama­
larda takip etmekten kaçındığımız ama içgörünün gösterdiği çok 
sayıdaki yan yollarla karşılaşıyoruz. Bu şekilde bir kenarda kal­
mış noktaları şimdi ele almak istiyoruz. 
A. Egonun bir nesne ile özdeşleşmesi ve ego idealin bir nes­
ne ile yer değiştirmesi arasındaki farklılık, iki büyük yapay grup 
olan ordu ve Hıristiyan Kiliselerinde ilginç bir örnek buluyor. 
Çok açık ki, bir asker kendisini ona eşit olanlarla özdeşleş­
tirirken ideal olarak ordunun lideri olan üstünü örnek alır. Bu as­
ker, egolarının topluluğundan ve dostluk sayesinde sahip olunan 
şeylerin paylaşımı ve karşılıklı yardımlaşma zorunluluğundan 
türemiştir. Ancak, eğer asker kendisini başkomutanla özdeşleşti­
rirse gülünç duruma düşer. Wallensteins Lager'deki asker çavu­
şuna bu yüzden gülmüştür: 
Seni bağışlıyorum, taklidin mükemmel bir şekilde 
onun avlandığı ve tükürdüğü şekle uyuyor.2 
Bu Katolik Kilisesindeki farklı bir durumdur. Her Hıristi­
yan Mesih'i kendi ideali olarak sever ve kendisini özdeşleşme 
bağı diğer Hıristiyanlarla ile birleşmiş olarak görür. Ancak Kilise 
ondan daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Her birey kendisini 
Mesih ile ve Mesih 'in onu sevdiği gibi onun da diğer insanlara 
olan sevgisiyle özdeşleştirir. Her iki durumda da, Kilise, grup 
oluşumu tarafından sağlanan libidonun tamamlanması gereken 
bir durumda oluyor. Nesne seçiminin olduğu yere özdeşleşme, 
özdeşleşmenin olduğu yere de nesne sevgisi eklenmeli. Bu ek­
leme çok açık bir şekilde grup oluşumunun ötesine geçiyor. Bir 

Schiller 'in oyunundaki 
6. 
sahne 
65 


kişi iyi bir Hıristiyan olabilir ama yine de kendisini Mesih' in ye­
rine koyma ve onun gibi bütün insanları kapsayan bir sevgiye 
sahip olma fikrinden uzak olabilir. Zayıf ve ölümlü bir kişinin 
kendisini, ruhun yüceliğini ve aşkın gücünü kurtarabileceğini dü­
şünmesine gerek yoktur. Ancak, libidonun gruptaki dağılımı ko­
nusundaki daha büyük ölçüdeki gelişim, Hıristiyanlığın daha etik 
bir seviyeye ulaştığı iddialarının temelinin dayandığı etkendir. 
B. İnsanoğlunun, grup psikolojisinden bireysel psikolojiye 
genişleyen ve grup içindeki bir birey tarafından da başarılabilen, 
zihinsel gelişimindeki noktaları özelleştirmenin mümkün olabi­
leceğini söylemiştik. 
Bu amaçla kısa bir süreliğine ilkel toplumların babasıyla il­
gili olan bilimsel efsaneye geri dönmeliyiz. O, daha sonra dün­
yanın yaratıcılığı seviyesine yükselmiştir ve doğrulukla ilk grubu 
oluşturan oğullarını meydana getirmiştir. O, çocuklarından her 
birinin korktukları ve gurur duydukları idealiydi. Bu gerçek daha 
sonra tabu fikrine yol açtı. Çok sayıdaki bu bireyler sonuç ola­
rak kendilerini birlikte bağlamışlardır ve onu öldürerek parçalara 
ayırmışlardır. Galip gruplardan hiçbiri onun yerini alamamıştır 
ya da bir tanesi almıştır ve savaş yeniden başlamıştır. Babala­
rının mirasından vazgeçmeleri gerektiğini anlayana kadar savaş 
devam etmiştir. Daha sonra, erkek kardeşlerin totemik topluluğu­
nu oluşturmuşlardır. Hepsi eşit haklara sahiptir ve cinayetin ha­
fızasını korumak ve cezasını çekmek için totem yasaklamalarıy­
la birleşmişlerdir. Ancak, gerçekleştirdikleri şeyden duydukları 
memnuniyetsizlik hala devam etmektedir ve bu yeni gelişimlerin 
kaynağı olmuştur. Erkek kardeşlerin oluşturduğu grupla birleşen 
insanlar zamanla eski durumdaki şeyleri yeni seviyeye taşımış­
lardır. Bir erkek ailenin bir kere daha başı olmuştur ve babasız 
dönemde kurulan kadınların egemen olduğu yönetimi biçiminin 
ayrıcalıklarını sona erdirmiştir. Bunu telafi etmek için de, ilkel 
toplumun babası tarafından verilen örnekten sonra, anneleri ko-
66 


rumak için rahipleri kısırlaştırılan anne tanrıçaları kabullenmiştir. 
Ancak gene de yeni aile sadece eskisinin bir gölgesidir. Çok sa­
yıda baba vardır ve her biri diğerlerinin haklarıyla kısıtlanmıştır. 
Belki de daha sonra bazı insanlar, arzularının ihtiyacıyla 
kendisini gruptan bağımsızlaştırmıştır ve babanın yerini üst­
lenmiştir. İlk destansı şairdir ve yenilikler onun hayal gücünde 
başarıya ulaşmıştır. Bu şair arzuları doğrultusunda yalanlar söy­
leyerek gerçeği gizleıniştir. Kahramanlık efsanesini yaratmıştır. 
Kahraman, efsanede hala totemik bir canavar olarak yer alan ba­
bayı kendi başına katleden bir adamdır. Nasıl ki baba erkek ço­
cuğun ilk ideali olduysa, babanın yerine göz diken kahraman şair 
de ilk ego idealini yaratmıştır. Kahramanlığa geçiş muhtemelen 
annesinin gözdesi olan, babayla ilgili kıskançlıktan koruduğu, il­
kel toplum çağındaki ve babasının mirasçısı olan en küçük erkek 
çocuk tarafından başarılmıştır. Çok sevilen şiirlerin bulunduğu 
tarih öncesi zamanlarda, savaşların ödülü olan ve cinayet için 
ayartıcı kadınlar muhtemelen suçların aktif olarak baştan çıkarı­
cısı ve azmettiricisi haline gelmiştir. 
Kahraman, sadece toplumun hepsinin gücünün yeteceği ba­
şarısını yalnız gerçekleştirdiğini ileri sürer. Ancak, Rank'ın göz­
lemlediği kadarıyla, peri masalları reddedilen gerçeklerin belirli 
ipuçlarını muhafaza eder. Genellikle bu masallarda, kahramanın 
bazı zor görevleri yapmak zorunda olduğunu, genellikle en kü­
çük erkek çocuk olduğunu ve kendisini babasının yerini temsil 
eden aptal yani zararsız olarak tanıttığını görüyoruz. Buna ek 
olarak, görüyoruz ki bu kahraman görevini sadece arı veya ka­
rınca gibi küçük bir hayvan topluluğunun yardımıyla gerçekleş­
tirebiliyor. Rüyalardaki böceklerin ve haşaratların kız kardeş ve 
erkek kardeş anlamına gelmesi gibi bunlar da ilkel toplumlarda­
ki erkek kardeşler olabilir. Efsanelerdeki ve peri masallarındaki 
görevlerden her biri, kahramanın başarısının bir yedeği olarak 
kolaylıkla algılanabilir. 
67 


Efsane, bireyin grup psikolojisinden var olmasının bir adı­
mıdır. İlk efsane kesinlikle psikolojik olan kahramanlık efsanesi­
dir: efsanenin açıklayıcı niteliği daha sonra takip edilınelidir. Bu 
adımı atan ve bu şekilde hayallerinde gruptan kendini bağımsız 
kılan şair yine de gerçeklikte kendi yolunu geri bulabilir. Kendi 
yarattığı kahramanın yaptıklarını grupla ilişkilendirir. Aslında bu 
kahraman kimse değildir, kendisidir. Bundan dolayı, kendisini 
gerçekliğin seviyesine düşürür ve dinleyicisini hayal seviyesine 
yükseltir. Ancak, dinleyicileri şairi anlar ve ilkel babaya karşı 
aynı arzu ilişkisine sahip olduklarından dolayı kendilerini kahra­
manla özdeşleştirebilirler. 
Kahramanlık efsanesinin yalanı, kahramanın yüceltilmesiyle 
en son noktaya ulaşır. Yüceltilmiş kahraman belki de Baba 
Tanrı' dan daha önce vardır ve ilkel babanın ilah olarak dönme­
sinin bir işaretidir. Daha sonra tanrı serileri tarih sırasına göre 
çalışmış olacaktı: Anne Tanrıça - Kahraman - Baba Tanrı. Ancak 
bu sadece tanrılık özelliği kazanan hafızalara kazınmış ilkel ba­
banın yüceltilmesiyle bugün hala onu hatırlıyoruz. 
C. Doğrudan cinsel güdüler ve amaçlarından engellenmiş 
olanlarla alakalı birçok şeyi söyledik. Bu ayrımın çok fazla di­
renişle karşılaşmayacağı umut edilebilir. Ancak, sorunun detaylı 
tartışması, sadece daha önce söylenen şeyleri tekrar etse bile yer­
siz olmayacaktır. 
Çocuklarda libidonun gelişimi, amaçlarından engellenen 
cinsel güdülerin ilk ama en iyi örneğiyle bizi haberdar etti. Bir 
çocuğun ailesine karşı beslediği ve sahip çıktığı bütün duygu­
lar, çocuğun cinsel dürtülerinin ifadesi olan isteklere kolay bir 
dönüşümle geçer. Çocuk, sevdiği nesnelere sevecenliğin bildiği 
bütün işaretlerini yapmak ister; öpmeyi istemek, onlara dokun­
mak ve onlara bakmak. Boşaltım işlevlerini yerine getirirken ge­
nitallerini görmeye ve onlarla olmaya meraklıdır. Evlilikten her 
ne anlıyorsa, annesiyle veya hemşiresiyle evleneceğine söz verir. 
68 


Kendi kendine bir çocuk olarak babasına nasıl dayanacağını ta­
sarlar. Çocukluğun kalıntılarının sonraki analizi gibi direk olarak 
gözlem de şefkatin, kıskançlığın ve cinsel amaçların tamamen 
birleşmesiyle alakalı hiçbir şüphe bırakmaz. Bunun yanı sıra, ço­
cuğun henüz tam gelişn1emiş cinsel eğilimleriyle sevdiği kişiyi 
nasıl bir yolla nesneye dönüştürdüğünü gösterir. 
Genellikle tipik durumlarda Oidipus kompleksi şeklini alan, 
çocuğun sevgisinin ilk şekillenmesi gizlilik evresinin başlangı­
cından bildiğimiz kadarıyla bastırma dalgasına karşı koyamaz. 
Böyle bir durum artakaldığı gibi kendisini aynı insanları ilişki­
lendiren taınamen sevecen duygusal bir bağda gösterir ama ar­
tık "cinsel" olarak tanımlanmaz. Zihinsel hayatın derinliklerini 
aydınlatan psikanaliz, çocukluğun ilk yıllarındaki cinsel bağın 
bastırılsa da bilinçaltında olsa da hala devam ettiğini göstermede 
zorluk çekmez. Psikanaliz, nereye gidersek gidelim söz konusu 
insanla ya da bu insanın asıl örneğiyle duygusal bir nesne bağı­
nın mirasçısı olan sevecen bir bağla karşılaşacağımızı iddia et­
ınemiz için cesaret verir. Belirli bir durumda tamamlanmış cinsel 
eğilimin baskı altında hala var mı yoksa çoktan bitti mi gibi özel 
bir araştırma yapmadan bize bir şey açıklayamaz. Daha açık ko­
nuşmak gerekirse, bu eğilim bir şekilde ve ihtimalde hala vardır 
ve her zaman duygusal enerji saklanabilir ve geri dönme yoluyla 
tekrar harekete geçebilir. Tek olan ve cevaplanamayan soru ise 
bu eğilim, enerji yükünün ve etkili olan gücün hangi derecesinde 
şu anda vardır. Eşit derecede özen iki türlü hatadan uzak durmak 
için gösterilmelidir: bastırılmış bilinçaltının önemini küçümse­
ınenin Scylla 'sı3 ve patolojiklerin standartlarıyla normalleri de­
ğerlendirmenin Charybdis' i4• 
Bastırılan şeylerin derinliklerini iyice anlayamayan ya da 
anlamayacak olan psikoloji sevecen duygusal bağları, cinsel 

Yunan mitolojisinde bir canavan temsil etmektedir. 
' Yunan mitoloj isinde bir girdabı temsil etmektedir 
69 


amacı olan dürtülerden türeseler de hiçbir cinsel amacı olmayan 
dürtülerin değişmeyen bir ifadesi olarak görür. 
Her ne kadar, metapsikolojinin gerekliliklerine boyun eğen 
amaçtan sapmanın tanımını vermek zor olsa da bu duygusal bağ­
ların, cinsel amaçlardan saptırıldığını söyleyerek haklı çıkabi­
liriz. Daha da fazlası, amaçlarından engellenen güdüler genel­
likle asıl amaçlarından bir kaçını muhafaza ederler. Sevecen bir 
hayran bile, bir arkadaş ya da aşık bile fiziksel bir yakınlığı ve 
sevdiği insanın bakışını arzular. Eğer seçecek olursak, amacın 
saptırılmasını, cinsel isteklerin 
yüceltilmeye 
başlamasından fark 
edebiliriz ya da diğer bir açıdan, başka noktalarda yüceltmeye 
sınır oluşturabiliriz. Amaçlarından engellenen cinsel güdüle­
rin, engellenmeyenlere göre büyük bir işlevsel avantajı vardır. 
Gerçekten tamamen tatmine güçleri yetmediği için kalıcı bağlar 
oluşturmaya uyarlanmışlardır. Direk olarak cinsel olan güdüler 
tatmin edildiği her zaman enerji kaybına sebep olur ve cinsel li­
bidonun tekrardan birikmesi yoluyla yenilenmek için beklemek 
zorundadır. Bu yüzden, bütün bunlar olup biterken, nesne belki 
değiştirilebilir. Engellenmiş güdüler, engellenmemiş olanlarla 
herhangi bir seviyede harmanlanmaya meyillidir. Engellenme­
mişlerden bağımsız oluştuğu gibi tekrardan onlara dönüştürüle­
bilir. Öğrenci ve öğretmen arasında, sanatçı ve dinleyicisi ara­
sında ve özellikle kadınların durumunda, arkadaş canlısı bir ka­
rakterin duygusal ilişkilerinden bağımsız olarak, zevk almaya ve 
hayranlığa bağlı olarak erotik arzuların ne kadar kolay geliştiği 
iyi bilinir. Bu şekildeki amaçsız başlayan duygusal bağların ge­
lişimi sıkça kullanılan bir nesne seçimi yolu sağlar. Pfister 19 1 O 
yılındaki 
Frömmigkeit des Grafen von Zi
n
zendorf
kitabında, çok 
derin dinsel bir bağın bile ateşli cinsel bir heyecana nasıl kolay­
lıkla dönüşebileceğinin oldukça açık ve kesinlikle tek olmayan 
bir örneğini vermiştir. Diğer bir yandan, direk olan kısa süreli 
cinsel dürtüleri, uzun süren ve tamamen sevecen bir bağa dönüş-
70 


türmek oldukça sıradan bir durumdur. Tutkulu bir aşkı sağlam­
laştırmak büyük bir ölçüde bu sürece dayanmaktadır. 
Duyduğumuza doğal olarak şaşırmıyoruz ki, içsel ya da dış­
sal engeller amacı ulaşılmaz yaptığı zaman amaçlarından engel­
lenen cinsel dürtüler, direk cinsel olan dürtülerin dışında ortaya 
çıkıyor. Gizlilik evresi süresince yapılan bastırmalar bu şekildeki 
içsel ya da daha sonra içsel olan bir engeldir. İlkel toplumun ba­
basının cinsel hoşgörüsüzlüğü yüzünden oğullarını nefsini kır­
maya zorladığını varsaymıştık. Bu yüzden, kendi cinsel hazzını 
yaşamanın özgürlüğünü yaşarken ve bu şekilde bir bağı yokken 
oğullarını amaçlarından engellenmiş bağlar kurmaya zorlamıştır. 
Grubun kurduğu bütün bağlar, amaçlarından engellenmiş güdü­
lerin özellikleridir. Ancak, şimdi direk cinsel dürtüler ve grup 
oluşumu arasındaki ilişkiyi ele alan yeni bir konunun tartışma­
sına yaklaştık. 
D. Son iki görüş bizi, direk cinsel dürtülerin grup oluşumuna 
uygun olmadığını bulgusuna hazırlayacak. Aile gelişiminin tari­
hinde cinsel aşkın grup ilişkileri (grup evlilikleri) vardır. Ancak, 
genital amacın doğası gereği belirlenen daha önemli cinsel aşk 
ego için vardır, aşk yaşamanın özellikleri daha çok gelişmiştir 
ve daha şiddetle iki insana özel olmayı gerektirir. Çok eşlilik 
eğilimi, değişen nesnelerde art arda tatmin bulmanın hoşnutluğu 
olmalıdır. 
İki insan yalnızlık arayışlarından dolayı cinsel tatmin ama­
cıyla bir araya gelmektedir ve sürü güdüsüne, grup duygusuna 
karşı bir gösteri yapmaktadırlar. Ne kadar aşk yaşarlarsa birbirle­
rine o kadar fazla yeterler. Grubun etkilerini reddetmeleri, utan­
gaçlık duygusu biçiminde ifade edilir. En uç noktalardaki şidde­
tin kıskançlık duyguları cinsel bir nesnenin seçiminin grup bağı 
tarafından gasp edilmesinden korumak için davet edilir. Başkala­
rının varlığında ya da bir grupta aynı zamanda başka cinsel hare­
ketler de olduğunda, iki insan için cinsel birleşme sadece bir aşk 
7 1


ilişkisinin nedeninin yerini tamamen duygusallığa bıraktığı se­
vecenliğin olduğu zaman mümkündür. Ancak bu noktada, cinsel 
ilişkilerdeki aşk yaşamanın henüz yer almadığı ve bütün cinsel 
nesnelerin eşit değerde olarak düşünüldüğü ilk evrelere doğru bir 
gerileme olur. Bemard Shaw'ın, aşk yaşamak bir kadınla diğeri 
arasındaki farkı abartmaktır dediği kötü sözü bu duruma bir şe­
kilde uymaktadır. 
Aşk yaşamanın sadece kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel 
ilişkilerde kendisini sonradan gösterdiğini ve bu yüzden cinsel 
aşk ve grup bağları arasındaki zıtlığın da geç bir gelişimi oldu­
ğunu belirten çok fazla bulgu vardır. Bu varsayım bizim ilkel 
aile efsanemizle bağdaşmıyor gibi gözüküyor. Erkek kardeşlerin 
annelerine ve kız kardeşlerine olan bütün sevgileri babalarını öl­
dürmeye sürüklemiştir. Bu aşkı hiçbir şey ama bütün ve sevecen 
ve duygusallığın yakınlığı gibi olan ilkel olarak düşünmek ol­
dukça zordur. Ancak, daha fazla değerlendirme teorimize olan 
bu karşıtlığı onaylama yoluyla çözer. Baba_ cinayetine olan tep­
kilerden biri, çocukluktan beri kibar bir şekilde sevilen ailenin 
kızlarıyla herhangi bir cinsel ilişkinin yasaklanması anlaınına 
gelen dış evliliğin totemik kurumlarından sonra ortaya çıkmıştır. 
Bu şekilde, bir erkeğin sevecen ve hassas duygularının arasına 
bir şey koyulmuştur ve o kişi bugün hala onu erotik hayatına sıkı 
sıkıya yerleştirınektedir. Dış evliliğin sonucu olarak, erkeklerin 
duygusal ihtiyaçları yabancı ve seviln1eyen kadınlar tarafından 
tatmin edilmek zorunda kalmıştır. 
Kilise ve ordu gibi büyük yapay gruplarda, kadına cinsel bir 
nesne olarak yer yoktur. Erkeklerin ve kadınların arasındaki aşk 
ilişkisi bu yapıların dışında kalmaktadır. Kadın ve erkeğin yer 
aldığı grupların oluşturulduğu yerde bile, cinsiyetler arasındaki 
farklılığın hiçbir rolü yoktur. Çok nadiren sorulan bir soru vardır. 
Libido, homoseksüel bir grubu mu yoksa heteroseksüel bir grubu 
mu bir arada tutar. Libido cinsiyetlere göre farklılaştınlınaz ve 
özellikle genital yapısının amaçlarını tamaınen hiçe sayar. 
72 


Bir grup tarafından başka açılardan grubun içine çekilen bir 
insanda bile direk cinsel dürtüleri kendi bireysel hareketlerinin 
bazılannı devam ettirir. Eğer bunlar çok güçlü olurlarsa, her grup 
oluşumunun bütünlüğünü bozarlar. Katolik Kilisesi, takipçile­
rine evlenmeyin önerisinde bulunmak ve rahiplerine bekarlığı 
dayatmak için isteklerin en iyisine sahiptir. Ancak, aşık olmak 
sıklıkla rahiplerin Kiliseden ayrılmalarına yol açmaktadır. Aynı 
şekilde kadınların aşkı ırkın, milli ayrımların ve sosyal sınıf 
sistemlerinin grup bağlarını koparır. Bu nedenle, uygarlaşmada 
bir etken olarak önemli etkiler oluşturmaktadır. Engellenmemiş 
cinsel dürtüler şeklini aldığı zamanlarda bile homoseksüel aşkın 
grup bağlanyla daha uyumlu olduğu kesin gibi görünüyor. 
Psikonevrozların psikanalitik incelemesi bize öğretiyor ki, 
hastalıklarının belirtileri, bastırılan ama hala etkin olan direk 
cinsel dürtülerde köken bulabiliyor. Bu formülü şunu ekleyerek 
tamamlayabiliriz: "engellenınesi taınamıyla başarılı olmamış ya 
da bastırılan cinsel amaca geri dönüş yapabilınek için yer yapan 
amaçlarından engellenmiş güdüler." Bu, bir nevroz kurbanlarını 
asosyal yapınalıdır ve sıradan bir grup oluşumundan onu çıkar­
malıdır düşüncesi ile uyum içindedir. Bir nevrozun, grup oluşu­
mu üzerinde, aşk yaşamakla aynı parçalayıcı etkiye sahip olduğu 
söylenebilir. Diğer bir yandan, grup oluşumu için güçlü bir ener­
jinin verildiği yerde nevroz belki azalabilir ve olaylar kısa bir 
süreliğine ortadan kalkabilir. Grup oluşumu ve nevroz arasındaki 
düşmanlığı terapisel anlamda bitirmek için doğru girişimlerde 
bulunuluyor. Bugün uygarlaşan dünyadan dinsel yanılsamaların 
kaybolmasından pişmanlık duymayan insanlar bile, nevrozun en 
güçlü tehlikelerine karşı baskı altında kaldıkça bu duruına olanak 
tanırlar. İnsanları gizemli-dinsel ya da felsefik-dinsel mezhebe 
ve toplumlara bağlayan bütün bağların, bütün türdeki nevrozla­
rın sahte tedavisinin ifadeleri olduğunu fark etmek zor değildir. 
Bütün bunlar direk cinsel dürtüler ve amaçlarından engellen dür­
tüler arasındaki zıtlıkla ilişkilidir. 
7 3


Eğer kişi kendisini terk ederse, bir nevrotik kendi belirti olu­
şumlarını, dışlandığı büyük grup oluşumuyla yer değiştirmeye 
mecburdur. Kendisiyle ile ilgili olan hayalleriyle kendi dünya­
sını, kendi dinini, kendi aldanmalarını oluşturur ve bu yüzden 
insanlığın kurumlarının önemli noktalarını saptırılmış bir şekilde 
yineler. Bu da, direk cinsel güdüler tarafından gösterilen baskın 
kısmın bir kanıtıdır. 
E. Sonuç olarak, libido teorisinin bakış açısından, ilgilendi­
ğimiz şeylerin durumlarından, aşk yaşamaktan, hipnozdan, grup 
oluşumundan ve nevrozdan karşılaştırmalı bir tahmin ekleyece­
ğiz. 
Aşk yaşamak, 
direk cinsel güdülerin ve amaçlarından en­
gellenmiş cinsel amaçların aynı zamanda var olmasına bağlıdır. 
Bunun yanı sıra, nesne, öznenin narsistik egosunu ve libidosunu 
kendisine çeker. Bu, sadece ego ve nesne için bir yer bulunduran 
bir durumdur. 
Hipnoz, 
iki kişiyle kısıtlı olması nedeniyle aşk yaşamaya 
benzer. Ancak, hipnoz tamamen amaçlarından engellenen cinsel 
dürtülere bağlıdır ve nesneyi ego idealinin yerine koyar. 
Grup, 
bu süreci çoğaltır; grubu bir arada tutan güdülerin do­
ğası ve ego idealinin nesne ile yer değiştirmesi konusunda hip­
nozla uyuşmaktadır. Bunu yapmak için, nesneyle aynı ilişkiye 
sahip olmayı mümkün kılan, diğer bireylerle olan özdeşleşmeyi 
ekler. 
Her iki durum, hipnoz ve grup oluşumu, insan libidosunun 
soy biliminden kalan birikimlerdir. Hipnoz bir yatkınlık şeklin­
dedir ve grup ise direk hayatta kalan bir biçimdedir. Direk cinsel 
güdülerin amaçlarından engellenmiş güdülerle yer değiştirmesi 
her iki durumda da, ego ve ego ideali arasındaki aşk yaşamakla 
başlayan ayrımı kolaylaştırır. 
Nevroz, 
bu dizilerin dışında kalır. İnsan libidosunun gelişi­
minin alışılmamışlığına bağlıdır. İkinci kez tekrarlayan başlangıç 
74 


direk olarak cinsel işlev tarafından gecikme evresinin müdaha­
leciliğiyle yapılmaktadır. Aşk yaşarken eksik olan bir gerileme 
özelliğine sahip olması açısından hipnoza ve grup oluşumuna 
benzer. Direk cinsel güdülerin amaçlarından tamamen başarıya 
ulaşamayan engellenmiş cinsel güdülere ilerlediği her yerde ken­
disini gösterir. Gelişime doğru yol aldıktan sonra ego tarafından 
alınan güdüler ile bastırılmış bilinçaltından sıçrayan güdüler ara­
sındaki 
anlaşmazlığı 
temsil eder. Nevrozların kapsamı sıra dışı 
bir biçimde zengindir. Ego ve nesne arasındaki, nesnenin korun­
duğu ve terk edildiği ya da egonun içinde oluştuğu, ego ve ego 
ideali arasındaki çelişkili bütün ilişkileri kapsar. 
75 


XIII 
KAYNAKÇA 
Abraham, K. ( l 9 1 2). "Notes on the Psycho-Analytic 
lnvestigation and Treatment of Manic-Depressive Insanity and 
Allied Conditions," 
Selected Paper on Psychoanalysis, 
London, 
l 927, Chap VI. 
Bleuler, E. ( l 9 

2). "Das autistische Denken," 
Jb. psychoanal. 
psychopath. 
Forsch., 4, l .
Brugeilles, R. ( 1 9 1 3). "L'essence du phenomene social: la 
suggestion," 
Rev. phi/. , 
75, 593. 
Federn, P. 


9 1 9). 
Die vaterlose Gesellschaft, 
Vienna. 
Felszeghy, Bela Yon. ( l 920). "Pan und Pankomplex," 
Imago, 6, 1 .
Ferenczi, S. ( l 909). "Introjection and Tranference," 
First 
Contibutions ta Psychoanalysis, 
London, 

952, Chap. II. 
Freud, S. ( 1 888-l 889). Preface to Bernheim 's 
Die Suggestion 
und ihre Heilwirkung, 
C. P. 5, 

l ; Standard Ed., l .
( 1 895) with Breuer, J., 
Studies on Hysteria, 
Standard Ed., 2. 
(lncluding Breuer 's contributions.) 
(l 900) 
The /nterpretation of Dreams, 
Landon and New 
York, l 955; Standard Ed., 4-5. 
(l 905) "Physical or Mental Tratınent," Standard Ed., 7, 283. 


905) Jokes and their Relation to the Unconscious, Standard 
Ed., 
8. 
( l 905) Three Essays on the Thcory of Sexuality, Landon, 
1 949; Standard Ed., 7, 1 25 .
( 1 905) "Fragment of an Analysis of a case of Hysteria," C. 
P., 
Standard Ed., 7, 3 .
76 


( 1 909) "Analysis of a Phobia in a Five-Year-Old Boy," C. P., 
3 , 149; Standard Ed., 1 0, 3. 
( l 9 1 O) Leonardo Da Vinci and a Memory of His Childhood, 
Standard Ed., l l .
( 1 9 1 O) The Future Prospects of Psychoanalytic Therapy," C. 
P., 2, 285, Standard Ed., 1 1 . 
( 1 9 1 2) "On The üniversal Tendency to Debasement in the 
sphere of Love," C. P., 4, 203; Standard Ed., 1 1 .
( 1 9 1 2- 1 3) Totem and Taboo, London, 1 950; New York, 
1 952; Standard Ed., 1 3, 1 .
( 1 9 1 4) "On Narcissism: an lntroduction," C. P., 4, 30; 
Standard Ed., 1 4. 
( 1 9 1 7) "A Metapsychological Supplement to the Theory of 
Dreams," C. P., 4, 1 37; Standard Ed., 14. 
( l 9 l 7) "Mouming and Melancholia," C. P. 4, 1 52; Standard 
Ed., 14. 
( 1 9 l 8) "The Taboo of Virginity," C. P. 4, 2 l 7; Standard Ed., 1 1 .
( 1 9

9) "The Uncanny, " C. P., 4, 368; Standard Ed., 1 7. 
( 1 920) 
Beyond the Pleasure Princip/e, 
London, 1 950; 
Standard Ed., l 8, 7; Bantam Classics Ed., FC49 
( 1 923) 
The Ego and the Jd, 
London, 1 927; Standard Ed., 1 9. 
( 1 923) "Remarks on the Theory and Practice of Dream 
Interpretation," C. P., 5, 1 36; Standard Ed., 1 9. 
( 1 926) 
Jnhibitions, Symptoms and Anxienty, 
London, 1 936 
(The Problem of Anxiety, New York, 1 936); Standard Ed., 20. 
( 1 930) 
Civi/ization and lts Discontents, 
London and New 
York, 1 930; Standard Ed., 2 l .
( l 950) 
The Origins of Psychoanalysis, 
London and New 
York, 1 954. (Partly, including "A Project for a Scientific 
Psychology," in Standard Ed., 1 .
77 


Le Bon, G. ( 1 895). 
Psychologie des foules, 
Paris. (Trans.: 
The Crowd: A Study of The Popular Mind, London, 1 920.) 
McDougall, 
W. 
( 1 920) The Group Mind, Cambridge. 
( 1 920) 
"A Note on Suggestion,'' 
J. Neurol. Psychopaıh., 
1 , 1 .
Marcuszewicz, R. ( 1 920) "Beitrag zum autistischen Denken 
bei Kindern,'' 
ini. Z. Psychoanal. , 
6, 249. 
Moede, 
W. 
( 1 9 1 5) "Die Massen- und Sozialpsychologie im 
kritischen Überblick,'' 
Z. Pödag. Psychol. 
1 6, 3 8 5 .
Nachmanson, M. ( 1 9 1 5) "Freuds Libidotheorie verglichen 
mit der Eroslehre Platos,'' 
ini. Z. Psychoanal., 
3, 75 . 
Pfister, O. ( 1 9 1 O) 
Die Frömmigkeit des Grafen Ludwig 
von Zinzendorf, 
Vienna. ( 1 92 1 ) "Plato als Vorlaufer der 
Psychoanalyse,'' 
ini. Z. Psychoanal., 
7, 264. 
Rank, O. ( 1 922) "Die Don Juan-Gestalt," 
lmago, 
8, 142. 
Rickman, J. (ed.) ( 1 937) 
A General Seleclionfrom ıhe Works 
of Sigmund Freud, 
London. 
Sachs , H. ( 1 920) "Gemeinsame Tagtraume," 
ini. Z. 
Psychoanal., 
6, 395. 
Simmel, E. ( 1 9 1 8) 
Kriegsneurosen und "Psychisches 
Trauma, 

Munich. 
Smith, 
W. 
Robertson ( 1 885) 
Kinship and Marriage, 
London. 
Tarde, G. ( 1 890) 
Les lois de l 'imitalion, 
Paris. 
Trotter, 
W. 
( 1 9 1 6) 
lnslincıs of ıhe Herd in Peace and War, 
London. 
78 



Document Outline

  • Boş Sayfa
  • Boş Sayfa
  • Boş Sayfa

Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin