Çizgili Pijamalı Çocuk



Yüklə 0,52 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/23
tarix31.07.2022
ölçüsü0,52 Mb.
#62950
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23
John Boyne - Çizgili Pijamalı Çocuk

“Heil Hitler!”
dedi, ki ona göre şimdilik bunun anlamı ‘hoşça kal’ veya ‘iyi günler dilerim’
demenin başka bir şekliydi.


Bölüm 6
Hak Ettiğinden Fazla Para Alan Hizmetçi
 
Birkaç gün sonra Bruno, odasında yatağına uzanmış, tavana bakıyordu. Beyaz boya çatlamıştı ve
Berlin’deki evin boyasının tersine çok tatsız bir şekilde soyuluyordu. Evlerinin boyası hiç çatlamazdı
ve her yaz annesi dekoratörleri getirtir, ev yeniden boyanırdı. O özel öğle-üzeri, orada uzanıp
örümcek ağı gibi çatlaklara bakıyor, gözlerini kısıp arkasında neler olabileceğini merak ediyordu.
Tavanla boya arasında böceklerin yaşadığını hayal etti: Boyayı itiyor, çatlakları genişletiyor; bir
geçit, dışarı çıkacak bir yol arıyor, oradan bir pencereye ulaşıp kaçmayı düşünüyorlar. Hiçbir şey,
diye düşündü Bruno, böcekler bile, Out-With’de kalmayı seçmezdi.
“Burada her şey berbat!” dedi yüksek sesle, onu duyacak kimse olmadığını biliyordu, ama o
sözcükleri duymak kendini daha iyi hissetmesini sağladı. “Bu evden nefret ediyorum. Odamdan nefret
ediyorum. Boyadan bile nefret ediyorum. Hepsinden nefret ediyorum. Kesinlikle her şeyden!..”
Tam sözlerini bitirirken Maria kapıdan içeri girdi. Kucağında Bruno’nun yıkanmış, kurumuş ve
ütülenmiş giysileri vardı. Onu orada yatarken görünce bir an tereddüt etti, sonra başı ile hafif bir
selam verip sessizce gardıroba doğru yürüdü.
“Merhaba,” dedi Bruno, bir hizmetçiyle konuşmak arkadaşlarıyla konuşmanın yerini tutmasa da.
Etrafta başka hiç kimse yoktu ve kendi kendine konuşmaktan çok daha mantıklıydı. Gretel ortalıkta
yoktu, sıkıntıdan çıldırmaktan korkuyordu.
“Bay Bruno,” dedi Maria usulca; onun yeleklerini, pantolonlarım ve iç çamaşırlarım farklı
çekmecelere ve raflara yerleştirirken.
“Sanırım bu yeni düzenlemeden sen de en az benim kadar mutsuzsun,” dedi Bruno. Maria,
yüzünde söylenenleri anlamayan bir ifadeyle dönüp baktı. “Bu,” diye açıkladı çocuk, kalkıp etrafa
bakarak. “Buradaki her şey. Çok kötü, değil mi? Sen de nefret etmiyor musun?”
Maria, bir şey söylemek için ağzını açtı, sonra aynı hızla kapadı. Cevabını dikkatle düşünüyor,
doğru sözcükleri seçmeye çalışıyor gibiydi. Onları söylemeye hazırlanıyor, sonra hepsinden tamamen
vazgeçip bir kenara atıyordu. Bruno onu neredeyse hayatı boyunca tanıyordu; Maria, o üç
yaşındayken yanlarında çalışmaya başlamıştı. Genelde hep iyi geçinmişlerdi, ama daha önce hiç hayat
belirtisi göstermemişti. Sadece işini yapardı; mobilyaları cilalar, çamaşırları yıkar, alışverişe ve
yemeğe yardım eder, bazen onu okula bırakır, sonra tekrar gelip alırdı. Bu, daha çok Bruno sekiz
yaşındayken oluyordu. Dokuz yaşına geldiğinde evden okula, okuldan eve tek başına gidebileceğine
karar vermişti.
“Yani buradan hoşlanmıyor musun?” dedi sonunda. “Hoşlanmak mı?” diye karşılık verdi Bruno
gülerek. “Hoşlanmak mı?” diye tekrarladı, ama bu defa daha yüksek sesle. “Elbette hoşlanmıyorum.


Berbat bir yer. Yapacak hiçbir şey yok, konuşacak kimse yok, beraber oynayacak kimse yok. Buraya
taşındığımız için mutlu olduğunu söylemeyeceksin herhalde.”
“Berlin’deki evin bahçesinden her zaman hoşlandım,” dedi Maria, tamamen farklı bir soruya
cevap vererek. “Bazen öğleden sonra, hava ılık olduğunda yemeğimi havuzun yanındaki sarmaşığın
altında, güneşte oturup yemeyi severdim. Oradaki çiçekler çok güzel kokardı. Arıların onların
etrafında dönüşü ve dokunmazsan rahatsız etmemeleri...”
“Öyleyse buradan hoşlanmıyorsun, değil mi?” diye sordu Bruno. “Sen de benim kadar berbat mı
buluyorsun?”
Maria kaşlarını çattı. “Önemli değil,” dedi.
“Ne önemli değil?”
“Benim ne düşündüğüm.”
“Hayır, elbette önemli!” dedi Bruno sinirlenerek, sanki kadın bilerek zorluk çıkartıyordu. “Sen de
ailenin bir parçasısın, öyle değil mi?”
“Babanın buna katılacağını pek sanmam,” dedi Maria gülümseyerek, çünkü Bruno’nun söylediği
şey onu duygulandırmıştı.
“Buraya isteğin dışında getirildin, tıpkı benim gibi. Eğer bana sorarsan hepimiz aynı gemideyiz ve
gemi su alıyor.”
Bir an için Bruno, Maria’nın gerçekten ne düşündüğünü söyleyeceğini sandı. Kadın, kalan
giysileri yatağın üstüne bıraktı ve sanki bir şey onu çok kızdırmış gibi yumruklarını sıktı. Ağzı açıldı,
başlamasına izin verse çıkacak şeylerden korkarmış gibi bir süre dondu kaldı.
“Lütfen söyle bana Maria,” dedi Bruno. “Çünkü hepimiz aynı hisleri paylaşıyorsak belki babamı
eve dönmeye ikna edebiliriz.”
Bir an gözleri daldı ve üzgünce başını salladı, sonra dönüp onun yüzüne baktı. “Baban neyin
doğru olduğunu biliyor,” dedi, “ona güvenmelisin.”
“Ama güvendiğimden tam emin değilim,” dedi Bruno. “Bence korkunç bir hata yaptı.”
“O zaman hepimizin kabullenmesi gereken bir hata bu.”
“Ben hata yaptığımda cezalandırılıyorum.” diye ısrar etti Bruno. Çocuklar için geçerli olan
kuralların, kuralları koyan onlar olduğu halde, büyüklere uygulanmadığı gerçeği onu fena
sinirlendirmişti. “Aptal baba,” diye ekledi sessizce.
Maria’nın gözleri fal taşı gibi açıldı, ona doğru bir adım attı. Dehşete düşmüş bir şekilde elleriyle
ağzını kapattı. Etrafa bakıp kimsenin onları dinlemediğinden ve Bruno’nun söylediğini duymadığından
emin oldu. “Bunu söylememelisin,” dedi. “Baban hakkında asla böyle bir şey söylememelisin.”
“Neden söyleyemeyeceğimi anlamıyorum,” dedi Bruno. Bunu söylediği için kendinden biraz
utanıyordu, ama kimse onun fikrine aldırmazken istediği en son şey oturup fırça yemeyi beklemekti.


“Çünkü baban iyi bir adam,” dedi Maria. “Çok iyi bir adam. Hepimize bakıyor.”
“Bizi buraya, hiçliğin ortasına getiriyor demek istiyorsun herhalde? Bu, bize bakmak mı?”
“Babanın yaptığı birçok şey var,” dedi kadın. “Gurur duyman gereken birçok şey. Eğer baban
olmasaydı ben şu anda nerede olurdum?”
“Berlin’de sanırım,” dedi Bruno, “güzel bir evde çalışırdın, yemeğini sarmaşığın altında yerdin
ve arılan rahat bırakırdın.”
“Size çalışmaya geldiğim zamanı hatırlamıyorsun, değil mi?” diye usulca sordu Maria, bir an
yatağın kenarına oturarak; bu daha önce hiç yapmadığı bir şeydi. “Nasıl hatırlayacaksın ki? Sadece üç
yaşındaydın. İhtiyacım olduğunda baban yardımcı oldu, beni eve aldı. Bana bir iş, ev ve yemek verdi.
Yemeğe ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu bilemezsin. Hiç aç kalmadın, değil mi?”
Bruno kaşlarını çattı. Şu anda midesinin biraz kazındığını söylemek istiyordu; ama bunun yerine
Maria’ya baktı ve onu daha önce kendi hayatı, kendi hikâyesi olan bir insan olarak hiç düşünmediğini
fark etti. Ne de olsa bildiği kadarıyla, ailenin hizmetçisi olmak dışında bir iş yapmamıştı. Onun
hizmetçi elbisesinden başka bir şey giydiğini gördüğünden bile emin değildi. Ama şu anda onun,
hayatında ona ve ailesine hizmetçilik yapmaktan başka şeylerin olması gerektiğini düşündü.
Tıpkı Bruno gibi düşünceleri olmalı. Özlediği şeyler, tıpkı onun gibi tekrar görmek istediği
arkadaşları olmalı. Buraya geldiğinden beri, ondan daha küçük ve daha korkak çocuklar gibi, her
gece uyuyana kadar ağlamış olmalı. Kadının güzel de sayılabileceğini fark etli ve bunu düşünürken
içi bir garip oldu.
“Annem, baban senin yaşlarında bir çocukken tanımıştı onu,” dedi Maria, birkaç saniye sonra.
“Büyükannen için çalışıyordu. Daha genç bir kadınken büyükannenin, Almanya’da çıktığı turnelerde,
giysilerinden sorumluydu. Konserleri için bütün kıyafetlerini düzenlerdi. Onları yıkar, ütüler,
onarırdı. Hepsi de muhteşem elbiselerdi. Her model, sanat eseri gibiydi. Bugünlerde bu tür giysiler
diken terziler kalmadı.”
Bruno sabırla dinlerken başını sallayıp anılara gülümsedi. “Büyükannen bir gösteriden önce
soyunma odasına geldiğinde her şeyin hazır olmasını sağlardı. Büyükannen emekli olduktan sonra,
annem onunla dostluğunu sürdürdü ve küçük bir maaş aldı, ama zor zamanlardı, sonra baban bana bir
iş teklif etti; ilk işimi. Birkaç ay sonra annem çok hastalandı ve hastane bakımına ihtiyaç duydu.
Baban zorunlu olmadığı halde her şeyi ayarladı.
Annesinin arkadaşı olduğu için bütün giderleri cebinden ödedi ve aynı nedenle beni evine aldı.
Annem öldüğünde, baban bütün cenaze masraflarını karşıladı. Bu yüzden asla babana aptal deme,
Bruno. Benim yanımda söyleme. Buna izin vermem.”
Bruno dudağını ısırdı. Out-With’den gitme kampanyasında Maria’nın yanında yer almasını
umuyordu; ama onun sadakatinin kime olduğunu görebiliyordu. Ve itiraf etmeliydi ki bu hikâyeyi
dinlerken babasıyla gurur duymuştu.
“Şey,” dedi söyleyecek mantıklı bir şey düşünemediğinden, “sanırım iyi bir şey yapmış.”
“Evet,” dedi Maria, kalkıp Bruno’nun uzaktaki barakaları ve insanları gördüğü pencereye doğru


ilerleyerek. “O zamanlar bana karşı çok nazikti,” diye devam etti yumuşak bir sesle, uzakta insanların
ve askerlerin işlerini yapmalarını izlerken. “Ruhunda çok büyük iyilik var, gerçekten var, bu yüzden
merak ediyorum...” Onları izlerken devam edemedi, sesi aniden çatladı ve sanki ağlayacak gibi oldu.
“Neyi merak ediyorsun?” diye sordu Bruno.
“Merak ediyorum, o ne... nasıl yapabiliyor...”
‘‘Neyi
nasıl yapabiliyor?” diye ısrar etti Bruno. Aşağıdan hızla çarpılan kapının sesi evin içinde,
silah sesi gibi, öyle bir patladı ki Bruno sıçradı, Maria küçük bir çığlık attı. Bruno merdivenlerde
gümleyen ve giderek hızlanan ayak seslerini tanıdı. Olacaklardan korkarak tekrar yatağa uzandı, iyice
duvara yapıştı. Olacakları bekleyerek nefesini tuttu, ama gelen sadece Gretel’di. Umutsuz vaka... Kız
başını kapıdan içeri uzattı ve Bruno ile hizmetçilerini konuşurken görünce şaşırdı.
“Neler oluyor?” diye sordu Gretel.
“Hiçbir şey,” dedi Bruno, savunmaya geçerek. “Ne istiyorsun? Çık dışarı.”
“Sen çık,” diye cevap verdi kız, onun odası olduğu halde, sonra dönüp Maria’ya baktı ve bunu
yaparken kuşkuyla gözlerini kıstı. “Banyoyu hazırlar mısın Maria?” diye sordu.
“Neden kendin hazırlamıyorsun?” diye terslendi Bruno.
“Çünkü hizmetçi o!” dedi Gretel, gözlerini kardeşine dikerek. “O yüzden burada!”
“O yüzden burada değil!” diye bağırdı Bruno ve kalkıp ona doğru yürüdü. “Hepimizin yerine
durmadan bir şeyler yapmak için burada değil, biliyorsun. Özellikle kendi yapabileceğimiz şeyleri.”
Gretel, ona sanki delirmiş gibi baktı, sonra başını hızla sallayan Maria’ya döndü.
“Elbette, Bayan Gretel,” dedi Maria. “Kardeşinizin giysilerini yerleştirince hemen geleceğim.”
“İyi, geç kalma,” dedi Gretel kabaca. Bruno’nun tersine o, Maria’nın tıpkı kendisi gibi duygulara
sahip biri olduğunu düşünmekle asla zaman kaybetmezdi. Odasına gidip kapıyı arkasından kapadı.
Maria’nın gözleri onu izlemedi, ama yanakları hafifçe pembeleşmişti.
“Ben hâlâ korkunç bir hata yaptığını düşünüyorum,” dedi Bruno, birkaç dakika sonra usulca.
Ablasının davranışlarından dolayı özür dilemek isteyip ama bunun yapılacak doğru şey olup
olmadığından emin delilmiş gibi. Bu tür durumlarda Bruno, kendini çok huzursuz hissederdi. Çünkü
kalbinin derinliğinde, emrinizde çalışsalar bile kimseye saygısızlık yapmaya gerek olmadığını
biliyordu. Ne de olsa görgü kuralları denen bir şey vardı.
“Böyle düşünsen bile yüksek sesle söylememelisin,” dedi Maria çabucak. Sanki sarsarak kafasına
sokmak ister gibi ona yaklaştı. “Söylemeyeceğine söz ver bana.” “Ama neden?” diye sordu çocuk,
kaşlarını çatarak. “Ben sadece hissettiklerimi söylüyorum. Bunu yapmaya hakkım var, değil mi?”
“Hayır!” dedi kadın. “Hayır, hakkın yok.” “Hissettiklerimi söylemeye hakkım yok mu?” diye
tekrarladı çocuk kuşkulu bir şekilde.
“Hayır,” diye ısrar etti kadın. Ona yalvarırken sesi titriyordu. “Bu konuda sessiz ol Bruno.


Hepimiz için ne kadar sorun yaratabileceğini bilmiyor musun?”
Bruno ona baktı. Gözlerinde bir şey vardı, daha önce hiç görmediği bir tür çılgın endişe. Bu onu
fazlasıyla tedirgin etti. “Şey...” diye mırıldandı. Kadından bir an önce uzaklaşmak için ayağa kalkıp
kapıya doğru yürürken, “sadece buradan hoşlanmadığımı söyledim, o kadar. Sen giysilerimi
yerleştirirken muhabbet ediyordum, yoksa kaçmayı filan planladığım yok. Hem bunu yapsam bile
kimsenin beni eleştireceğini sanmıyorum.”
“Yani anneni, babanı ölesiye endişelendirecek misin?” diye sordu Maria. “Bruno, eğer birazcık
mantığın varsa sesini çıkarmaz, aklını okul ödevlerine verirsin ve baban ne derse yaparsın. Tüm
bunlar bitene kadar güvenliğimize dikkat etmeliyiz. En azından ben yapmak niyetindeyim. Bunun
dışında ne yapabiliriz ki? Bazı şeyleri değiştirmek bizim elimizde değil.”
Bruno, aniden ve aklına gelen herhangi bir neden olmadan büyük bir ağlama ihtiyacı hissetti. Bu,
kendisini bile şaşırttı. Maria ne hissettiğini anlamasın diye gözlerini hızla birkaç kez kırptı. Ama
gözleri yine karşılaştığında, bugün galiba havada garip bir şeyler var, diye düşündü; çünkü kadının
gözleri de yaşlarla dolu gibiydi. Hepsi bir araya gelince kendini garip hissetmeye başladı. Dönüp
kapıya doğru ilerledi.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Maria.
“Dışarı!” dedi Bruno kızgın bir şekilde. “Eğer bu seni ilgilendiriyorsa!”
Yavaş yürüyordu; ama odadan ayrılınca merdivenlere doğru hızlandı, sonra koşarak aşağı indi.
Evden hemen çıkmazsa düşüp bayılacağını hissetti. Birkaç saniye içinde dışarıdaydı. Onu bitkin
düşürecek hareketli bir şeyler yapmak isteğiyle giriş yolunda aşağı yukarı koşmaya başladı. Uzakta
anayola açılan kapıyı görebiliyordu ve o yol onları eve ulaştıracak olan tren istasyonuna gidiyordu.
Fakat oraya gitme fikri, kaçıp kimsesiz, yapayalnız kalma fikri, ona burada kalma fikrinden daha da
tatsız geliyordu.



Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin