sal zararların faturası her zaman vergi ödeyenlere çıkarılır. Üçüncü olarak piyasalar, duyarlı hatta
demokratik mekanizmalardır. Rekabet, üreticilerin sadece tüketiciler tarafından güçlerinin yettiği
bir fiyata almaya istekli oldukları şeyleri üretir. Yani tüketici kraldır. Son olarak da piyasanın, hak
kaniyet ve İktisadî adâlet dağıttığı söylenebilir. Piyasa herkese beceri ve çok çalışma düzleminde
yükselme veya düşme fırsatını sunar. Sonuçta maddî eşitsizlik, insanlar arasındaki doğal eşitsizliğin
basit bir yansımasıdır.
Neo-liberal fikir ve yapıların ardındaki asıl itici güç İktisadî küreselleşmedir. Küreselleşme,
ulusal ekonomilerin, kenetlenmiş küresel ekonomi şeklinde birleşmesine tanık olmuştur. Küresel
düzlemde üretim uluslararası nitelik kazanmış ve ülkeler arasında sermayenin serbestçe, çoğunluk
la da ânında aktığı görülmektedir. Philip B obbitt (2 0 0 2 ), bu durumun ulus devletin “piyasa dev
leti” ile yer değiştirmesinde önemli katkısı olduğunu ileri sürmektedir. Piyasa devletinin rolü, bi
reylerin ulaşabilecekleri tercihleri azamîleştirmenin biraz daha fazlasıdır. Küreselleşmenin yayılma
koşullarını tesis eden şey, 1970’lerin başında Bretton Woods sözleşmesinin ortadan kalkmasıdır.
Bu sözleşme, 1945’ten beri uluslararası ekonomiye istikrar sağlamış olan sabit döviz kuru sistemiy
di. Küresel düzlemde İktisadî yönetimi elinde tutan Uluslararası Para Fonu ( I M F ) , Dünya Bankası
ve 1995’ten beri de Dünya Ticaret Örgütü (D T Ö ), serbest piyasa ve serbest ticaret ilkelerine dayalı
neo-liberal İktisadî düzen fikrine dönüş yapmışlardır. Bundan dolayı, küreselleşme ile neo-libera-
lizm el ele yürümeye başlamıştır ve bu süreç gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, özellikle de Doğu
Avrupa’nın komünizm sonrası ülkelerinde ve Lâtin Amerika’da ekonomilerin piyasaya dayalı ola
rak yeniden yapılandırılmasıyla 1990’larda zirve noktasına ulaşmıştır. Neo-liberalizmin piyasa yö
nelimli küresel kapitalizmi koşulsuz olarak onaylaması, bu anlayışın başkaca meselelere ilgi duy
mayan dar İktisadî liberalizmden ne kadar uzaklaştığını gösterir. Örneğin neo-liberaller, ulus-aşırı
şirketlerin artan gücünün demokrasi için ne tür muhtemel sonuçlar doğuracağıyla, dizginleneme-
yen bir tüketimcilik ve rekabetçi bireyciliğin (bkz. s. 4 5 ) herhangi bir anlamı barındıran İnsanî
gelişim nosyonu ile bir arada bulunabilme zorluğuyla veya küresel malların ortaya çıkışıyla beraber
birleşme ve tekel eğilimleri çerçevesinde gündeme gelen İktisadî ve kültürel farklılıkların yüz yüze
olduğu tehditle hiç kendilerini yormazlar. Aslında bu durum, basitçe liberalizmin seçici ahlâkî du
yarlılığını gözler önüne serer. Liberalizm özellikle kapitalist toplumlardan çok sosyalist ve otoriter
toplumların kusurlarını ifşa ederken bu duyarlılığı gösterir.
Dostları ilə paylaş: