“Ben yüce Sultan’ın hareminden sorumlu köle taciri El Kobbir, Monte Cristo Kontu’ndan aldığım sekiz yüz bin frank
değerindeki bir zümrüt karşılığında, yedi yıl önce, Makedonyalı Ali Paşa’nın hizmetinde çalışmış Fernand Mondego adındaki
Fransız teğmenden dört yüz bin frank karşılığında satın aldığım ve Konstantinopolis’e vardığımızda ölmüş olan Vasiliki ile Ali
Paşa’nın kızı, on bir yaşındaki Hıristiyan köle Hayde’yi sattığımı kabul ediyorum.
Bu anlaşma Yüce Sultan’ın onayıyla Konstantinopolis’te, Hicri takvime göre 1247 yılında yapılmıştır.
İmza: EL KOBBİR”
Tacirin imzasının yanında Sultan’ın mührü vardı.
Kont Morcerf sessiz kalmıştı, Hayde’nin nerede oturduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonunda onu
gördüğünde bakışları genç kadının üzerinde donup kaldı.
“Konuyla ilgili olarak Monte Cristo Kontu’nu sorgulamamız da mümkün mü hanımefendi?” dedi
başkan.
“Kont üç gündür işleri nedeniyle Normandiya’da bulunuyor efendim,” diye karşılık verdi Hayde.
“O halde komitemizi aydınlatan bu kararı vermenizde Kontun payı olmasa gerek. Size tanıklık etmenizi
kim tavsiye etti acaba?”
“Hiç kimse. Fransa’ya gelip babamın ölümüne neden olan hainin burada yaşadığını
öğrendiğim günden
beri bu fırsatı bekliyordum. Kontun evinde çok sakin ve herkesten uzak bir yaşam sürüyorum, ama
dünyada olup bitenleri izlemek için her gün titizlikle gazeteleri okuyorum. Bu toplantıdan da gazete
aracılığıyla haberim oldu.”
“Monte Cristo Kontu’nun davranışınızdan haberi yok mu?”
“Hayır efendim, kesinlikle yok. Hatta böyle bir şey yaptığım için bana kızmasından bile korkuyorum.
Ama yine de bugün benim için zafer dolu bir gün, sonunda babamın intikamını alacağım.”
“Bay Morcerf,” dedi başkan, konta dönerek, “bu bayanın Ali Paşa’nın kızı
Hayde olduğunu doğruluyor
musunuz?”
“Hayır,” dedi Morcerf. “Bu bayanı ilk defa görüyorum ve bu olayın düşmanlarım tarafından hazırlanan
bir oyun olduğundan kuşkum yok.”
Onun sesini işiten Hayde aniden arkasına döndüğünde Kont Morcerf’i görerek bir çığlık attı.
“Beni tanımıyor musun!” diye bağırdı. “Ama ben seni tanıyorum Bay Fernand Mondego! Babama ihanet
eden Fransız teğmeni! Makedonya Kale’sini satan sendin! Selim’i öldürüp babamı kandıran, annemle beni
El Kobbir’e satan sendin! Katil! Katil! Efendinin kanı hâlâ alnında duruyor! Hepiniz bakın bu adama!
Bakın!”
Bu sözler öylesine gerçek bir öfkeyle söylenmişti ki herkes Kont Morcerf’in alnına baktı; Kont bile
Ali’nin kanını üzerinde hissetmişçesine elini alnına götürdü.
“Bay Morcerf’in Fernand Mondego olduğundan emin misiniz?” diye sordu başkan.
“Emin olmak mı? Annem ölmeden önce bana şöyle demişti: ‘Bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü
adamının kızıydın, kraliçe olmayı bekliyordun. şimdi seni bir köle yapıp babanın başının direklerde
gezdirilmesine neden olan bu adama iyi bak! Bir gün
onun yüzünü unutabilirsin, ama El Kobbir’in
altınlarının döküldüğü elindeki o yara izi asla aklından çıkmasın!’ Evet beyler, bu adamı tanıyorum! Beni
hâlâ tanımamış mı ona sorun!”
Hayde’nin ağzından çıkan her söz Morcerf’i bıçak gibi yaralıyor, yüzündeki son kararlılık izlerini de
siliyordu. Son sözlerden sonra farkında olmadan elini ceketinin altına sakladı, çünkü gerçekten de
Hayde’nin sözünü ettiği yara izi oradaydı.
“Cesaretiniz kırılmasın Kont Morcerf,” dedi başkan. “Bu mahkemenin adaleti herkes için geçerlidir.
Size kendinizi savunma fırsatı vermeden bu davayı kapatmayacağız. Daha ayrıntılı bir soruşturma
yapmamızı ister misiniz? Makedonya’ya bir soruşturma heyeti gönderebiliriz.
Konuşun Kont Morcerf,