Times'in ‘Panama Liderinin Uyuşturucu Ticareti
ve Kara Para Aklama İşinde Olduğu İddia
Ediliyor’
başlıklı
bir
haberi
manşetten
yayınlamasıyla perçinlendi. Pulitzer Ödülü
sahibi bir gazeteci tarafından kaleme alınan bu
haber,
generalin
birçok
Latin
Amerikan
[83]
[84]
şirketinin gizli ve yasa dışı ortağı olduğunu; hem
ABD hem de Küba adına çift taraflı casusluk
yaptığını; G-2’nin, onun emri ile gerçekten de
Hugo
Spadafora’nın
başını
kestiğini
ve
Nariega’nın, şahsen, ‘Panama’daki en önemli
uyuşturucu ticaretini’ yönettiğini öne sürüyordu.
Bu haberle birlikte, generalin çok kötü bir tanımı
yapılmıştı ve ertesi gün yayınlanan devam
yazısında da ek ayrıntılar vardı.
Diğer sorunlarının yanı sıra Noriega’nın bir
de imaj sorunu olan bir Amerikan başkanı
(gazetecilerin
George
H.
W.
Bush’un
‘kişiliksizlik faktörü’ olarak adlandırdığı) derdi
vardı.
Hele, Noriega, Amerikalar Okulu’na
15 yıllık bir uzatma tanımayı inatla reddedince,
bu daha da özel bir önem kazandı. General’in
anıları ilginç bir bakış açısı sağlıyor:
Torrijos’un mirasını ne kadar azim ve gururla
sürdürsek de, ABD bunların hiçbirinin
olmasını
istemiyordu.
Orta
Amerika’da
[kendilerinin]
artan
savaş
hazırlıkları
[85]
[86]
nedeniyle, okula hâlâ ihtiyaçları olduğunu
ileri sürerek, tesisler için bir uzatma ya da
yeniden
görüşme
talep
ettiler.
Ama
Amerikalar Okulu bizim için bir utanç
kaynağı idi. Ölüm mangaları ve baskıcı sağcı
militanlar için bir eğitim tesisini topraklarımız
üzerinde istemiyorduk.
Gerçi dünya buna hazırlıklı olmalıydı ama 20
Aralık 1989’da, ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan
bu yana bir şehire yapılmış en büyük hava
saldırısıyla Panama’ya saldırınca, dünya şaşkına
uğradı.
Bu, sivil bir topluma yapılan
anlamsız bir saldırıydı. Panama ve Panamalılar,
ABD için de herhangi başka bir devlet için de
kesinlikle bir tehdit oluşturmuyordu. Tüm dünya
siyasileri, hükümetleri ve basın, bu tek taraflı
Amerikan eylemini uluslararası hukukun açık bir
ihlali olarak lanetlediler.
Bu askeri operasyon, bir kitle katliamı veya
başka bir insanlık suçu işleyen bir ülkeye -
örneğin, Pinochet Şili’sine ya da Stroessner’in
Paraguay’ı,
Somosa’nın
Nikaragua’sı,
D’Aubuisson’un El Salvador’u ya da Saddam’ın
Irak’ına- karşı gerçekleştirilmiş olsaydı, dünya
anlayabilirdi. Ama Panama böyle bir şey
yapmamıştı; sadece, bir avuç güçlü politikacıyla
yöneticinin isteklerine karşı gelmek cüretinde
bulunmuştu. Kanal Anlaşması’nın şartlarına
uyulmasında ısrar etmiş, sosyal reformcularla
konuşmuş ve Japon finansmanı ile inşaat
firmalarını kullanarak yeni bir kanal yapımı
olanağını araştırmıştı. Sonra da, bunların
sonuçlarına
katlanmak
zorunda
kalmıştı.
Noriega’nın dediği gibi:
Şunu açıkça belirtmek isterim: 1986’da ABD
tarafından başlatılan ve 1989’da Panama’nın
işgali ile sona eren zayıflatma kampanyası,
ABD’nin,
Panama
Kanalı’nın
gelecekte
Japonya tarafından desteklenen bağımsız bir
Panama tarafından kontrol edilebileceği
ihtimalini içeren tüm senaryoları bertaraf
etmek istemesinin sonucudur. Bu arada,
Shultz ve Weinberger de, kamu yararına
çalışan kişiler maskesi altında -insanların,
[87]
onların temsil ettiği güçlü ekonomik çıkarlar
hakkındaki
bilgisizliklerinin
de
verdiği
rahatlıkla- beni alaşağı etmek için bir
propaganda kampanyası hazırlıyorlardı.
Washington’un bu saldırı için öne sürdüğü
mazeret tek bir adama dayanıyordu. ABD’nin
genç kadın ve erkeklerini hayatları ve vicdanları
pahasına, sayısız çocuk da dâhil olmak üzere
masum insanları öldürmeye ve Panama Şehri’nin
büyük
bir
bölümünü
ateşe
vermeye
göndermesinin ardındaki tek neden Noriega idi.
Noriega, insanlık düşmanı kötü bir kişi ve
uyuşturucu tüccarı bir canavar olarak tanıtılmış
ve böylece yönetime, 2 milyon vatandaşı olan -
ve rastlantıya bakın ki, dünyadaki en değerli
toprak parçalarının birinin üzerinde oturan- bir
ülkeyi işgal etme bahanesi sağlamıştı.
Bu işgal, beni, birkaç gün sürecek bir
depresyona sokacak kadar rahatsız etmişti.
Noriega’nın korumaları olduğunu biliyordum,
yine de, çakalların,
Roldós
ve Torrijos’a
yaptıkları gibi, onu da öldürebileceklerini
düşünmekten kendimi alamıyordum. Sanırım,
korumalarının çoğu ABD askeri personeli
tarafından eğitildiği için, büyük bir olasılıkla
başlarını
çevirmeleri
ya
da
bir
suikast
düzenlemek üzere kolaylıkla satın alınmış
olabilirlerdi.
Dolayısıyla,
işgal
hakkında
düşünüp
okudukça, bunun, ABD politikasında, eski
imparatorluk
kurma
yöntemlerine
dönüşü
simgelediğine ve Bush yönetiminin, amaçlarına
ulaşmak
yolunda
güç
kullanmaktan
çekinmeyeceğini dünyaya göstererek, Reagan
yönetiminden bir adım ileri gitmeye kararlı
olduğuna ikna oluyordum. Öyle görünüyordu
ki, Panama’daki amaç, Torrijos’un mirasını
ABD’ye
yakın
bir
kukla
yönetim
ile
değiştirmenin yanı sıra Irak gibi ülkeleri de
korkutup boyun eğmeye zorlamaktı.
Dostları ilə paylaş: |