Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasının Kültür Varlığı Arasındaki Paralellikler / Doç. Dr. Ahmet Ali Arslan [p. 897-912]



Yüklə 293,83 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/2
tarix24.05.2020
ölçüsü293,83 Kb.
#31464
  1   2
Amerikan Yerlileri ve Turk Dunyasinin Ku


 

1524 


Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasının Kültür Varlığı Arasındaki Paralellikler / Doç. Dr. Ahmet Ali 

Arslan [p.897-912]  

 

DOÇ. DR. AHMET ALİ ARSLAN 



Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi /Türkiye 

 

Amerikan  Yerlilerinin  geçmişinde,  onlar  ailelerini  koruyup,  düşmanca  saldırılara  karşı 



savaştıkları  ölçüde  hürmetle  karşılanır,  kahramanlıklarına  göre  verilen  adlarla  şereflenirlerdi.  ‘Soluk 

Benizli’ler, Yerliler arasında, yaşamanın yegane sebebi olan “şeref”i de sulandırdılar. Eskiden mensup 

oldukları  kabilelerinin  varlığı  ile  övünen  Yerliler,  Amerikalılar  gibi  ‘dünya  vatandaşı’  oldular.  Yerliler 

arasında  Amerikan  resmi  dairelerinin  lütfettiği  ölçüde  sözde  hayat  standardı  yükseldikçe,  Yerli 

Kızılderili savaşçıları arasında büyük önemi olan şeref ve onurun kalitesi de aynı ölçüde  zirvelerden 

ayağa doğru düşüş gösterdi… Sonunda, ‘White Man’ (Soluk Benizli) galip geldi… Amerikan Yerlilerini 

kendisine benzetti…” (Bir Garibin Not Defterinden. Washington-D.C. 1989) 

Gök Tanrının onları “Kara Kazın” deryaların dibinden gagasında getirdiği çamurdan yaratıp, can 

verip,  “…Konuş!…”  dediği  günden  beri  gururluydular.  Onurlu  ve  merhametliydiler.  Üzerinde  doğup, 

büyüyüp, öldükleri topraklarını ve inançlarını tahrip edenlere karşı, aynı ölçüde merhametsizdiler. Türk 

yürekli ve su karakterliydiler. 

Amerikan  Yerlilerinin  bu  insanüstü  özelliği  bundan  510  yıl  önce  Kristof  Kolomb’un  Yerlilerin 

ülkesine  ayak  bastığı  günden  bugüne  kadar  hiç  değişmedi.  Onlar  çocuklarını  hep  bu  terbiye  ile 

büyüttüler. 

Bir genç kız buluğ çağına girdiğinde onun “toprak ana” gibi mukaddes bilinip, onda görülen bu 

değişikliğin  sebepleri  ve  sonuçları  özel  bir  merasimle  kendisine  anlatılırken,  Lakota  Yerli  Kızılderili 

kabilesinin  “aksakalı”  ve  bilge  kişisi  olarak  hürmet  edilen  Şamanı,  Slow  Buffalo  (Sakin  Buffalo)’nun 

merasim  sırasında  dile  getirdiği  sözlerden  Yerli  Amerikalıların  ruh  dünyasını  ve  hayat  felsefesini 

anlama fırsatı bulmaktayız. 

Lakota  Yerlilerinin  inançlarına  göre,  insan  oğlu  Wakan-Tanka  (Gök  Tanrı)’nın  yarattığı  en 

mükemmel varlıktır. İnsanın varlığına saygı, onu yaratanın değerine eş tutulur. Lakota Yerlilerinin Gök 

Tanrı  inancına  göre,  genç  bir  kız,  Wakan-Tanka’nın  kutsadığı  “Tree-of-Life”  (Hayat  Ağacı)  dır. 

Kabilenin  Şamanı,  kuzey-doğu-güney  ve  batıya  dönerek  Ulu  Ruhlara  ve  onların  vasıtasıyla  Gök 

Tanrıya  yalvarır.  Merasim  bittikten  sonra,  genç  kıza  hitaben  konuşmasını  sürdüren  Lakota  Şamanı 

Slow  Buffalo,  son  öğüdünü  herkesin  duyabileceği  bir  tonda  şöyle  dile  getirir:  “…  Şimdi  mensup 

olduğun  kabilene  ve  insanlarının  arasına  dönüp,  gururunla  ve  onurunla  rahatça,  hiç  kimseden 

çekinmeden  yaşayabilirsin.  Unutma!  Toprak  Anamız  kadar  alçak  gönüllü  ve  bir  o  kadar  bereketli 

olacaksın.  Gök  Tanrı,  atacağın  adımlarında  ve  sahip  olacağın  çocuklarını  büyütmende  sana  yar 

olsun.  Gök  Tanrının  senden  esirgemediği  merhametini,  sen  de  başkalarından  esirgeme.  Özellikle, 

kimsesi  olmayan  yetim  çocuklardan  merhametini  ve  yardımını  sakın  eksik  etme.  Eğer  bir  gün, 



 

1525 


kimsesiz, aç ve yoksul, yardıma muhtaç bir çocuk senin Tee-Pee (Tipi-Çadır)’ine girerse ve sen, sahip 

olduğun  en  son  lokma  etini  ağzına  koymuş  olsan  bile,  onu  ağzından  çıkar  ve  o  yoksul  çocuğa  ver. 

Gök tanrının sana bağışladığı merhamet ve bağışın sınırı sonsuz olur…”1 

“White  Men”  (Soluk  Benizliler)  Yerli  Amerikan  Kızılderililerinin  ülkesini  1492’de  işgal  edip, 

sonradan Amerika denen kıtaya yerleşmeden önce, onların hayatı güzelliklerle doluydu. 

“Soluk  Benizli”ler  Amerika’ya  ayak  bastığında  bu  toprakların  asırlardan  beri  asıl  sahibi  olan 

Yerlilerle karşılaştılar. Kendilerine gö 

re  daha  koyu  ve  güneşten  yanmış  düzgün  bir  cilde  sahip  olan  Yerlileri  gören  Avrupalı  “Soluk 

Benizli”ler,  ilk  defa  karşılaştıkları  bu  Yerlileri  derilerinin  renginden  dolayı,  “Red  Man”  ve  “Red  Skin” 

(Kızılderili)  olarak  adlandırdılar.  Oysa,  Amerikan  Yerlileri  kendilerinin  asla  “Kızılderili”  olarak 

çağrılmasını  istemiyorlar.  Amerika  Yerlileri  Federasyonu,  Amerika’nın  en  güçlü  Futbol  Klüplerinden 

başkent  Washington  D.  C.’nin  takımı  Redskins  Futbol  takımını  izin  almadan  kullandıkları  bu  ismi 

değiştirmeleri  için  mahkemeye  verdi  ve  mahkeme  devam  ediyor.  Amerikan  Yerlileri  bu  adın 

“Beyazlar”ın  sahip  olduğu  bir  futbol  kulübü  tarafından  kullanılmasını  bütün  Amerikan  Yerlilerine 

“hakaret” olarak kabul ediyor. 

Bu  topraklara  Avrupa’dan  gelen  “Beyazlar”ı  kendi  evlerinde  misafir  eden,  kışlık  yiyeceklerini 

onlarla  paylaşan  ve  sonunda  misafirlerinin  saldırısına  uğrayarak  topraklarını  kaybeden  bu  Yerliler, 

Amerika denen bu kıtaya nereden gelmişlerdi? 

Amerikan  Yerli  kabilelerinin  asıl  kaynağı  ile  ilgili  bilimsel  araştırmalar  ve  münakaşalar  özellikle 

son  yıllarda  giderek  yaygınlaştı  ve  önem  kazandı.  Bu  konularda  araştırmalarını  sürdüren  bağımsız 

uzmanlar,  Bering  Boğazı’nın  her  iki  yakasında,  Sibirya,  Alaska  ve  Alaska’nın  güneyinde  bulunan 

insan  kemikleri  ve  toprakta  varlığını  koruyan  insan  yağı  kalıntıları  üzerinde  yaptıkları  “gen” 

araştırmalarının sonunda, Asya ve Amerika kıtalarında zamanında yaşamış bu insanların birbirleriyle 

yakın  akraba  olduklarını  kesin  bilimsel  delillerle  tespit  ettiler.  Amerika’ya  Avrupa  üzerinden  gelmiş 

insanların  soyundan  olan  bilim  adamları  bulunan  ve  gün  ışığına  çıkarılan  bu  gerçeklere  sırt 

çevirmekte ve bu tutumlarından vazgeçmemekte şimdilik ısrar ediyorlar. 

Yapılan kazılardan elde edilen fiziki deliller, kesinlikle Asya’dan Amerika kıtasına Bering Boğazı 

üzerinden büyük göçlerin olduğunu ortaya koyuyor. 

Alaska’nın  batısında  Aleutian  (Ana  uut-Ana  Uç)  adaları,  Pasifik  Okyanusu’nun  sularının 

kapsadığı  bir  bölgede  Asya  topraklarına  doğru  bir  şahadet  parmağı  gibi  uzanır.  Binlerce 

kilometrekarelik  bir  okyanus  sahasını  kapsayan  bu  adaların  Asya’daki  doğma  ana  topraklarından 

koparak  Kuzey  Amerika’ya  doğru  göç  etmeğe  başlayan  Asyalı  kavimlere  “atlama  taşı”  olduğu 

Amerikan Yerlilerinin nereden, 1492’den sonra Amerika adını alan bu kıtaya geldiğini araştıran bilim 

adamlarının kafasını meşgul etmektedir.2 

Asya’dan Amerika kıtasına geçen bu insanlara ait fiziki deliller kesinlikle bulundu ve gün ışığına 

çıkarıldı. Bu fiziki delillere bir de onların gelirken hafızalarında yaşatarak getirdikleri ve genç nesillere 

öğreterek,  şifahi  halk  edebiyatının  örneklerinden  destanları,  halk  masallarını,  efsaneleri  ve  diğer 

folklor  ürünlerini  bu  listeye  ekleyince  durum  ciddileşiyor  ve  manzara  tamamen  değişiyor.  Kuzey 



 

1526 


Amerika’da özellikle Bering Boğazı’nın her iki yakasında yaşayan ve güneye doğru kayan ve Kayalık 

Dağlarını  (Rocky  Mountains)  güneye  doğru  takip  eden  bölgelerde  yaşayan  Yerli  kabileler  arasında 

derlenen  folklor  numunelerinin  Orta  Asya  ve  Orta  Asya’nın  kuzeydoğusundaki  Türk  soylu  insanların 

arasında  da  yaşadığının  tespit  edilmesi,  dünyanın  bu  konu  ile  ilgili  uzman  ve  araştırmacıları 

tarafından paha biçilmez deliller olarak nitelendirilmektedir.3 

Kaliforniya  eyaletinin  sahil  bölgelerinde  okyanus  kıyısına  yakın  yerlerde  yaşayan  Pala  Yerli 

kabilesinin  ileri  gelenleri,  çok  uzaklardan  “Gün  batımı  tarafındaki  ulu  topraklardan”  büyük  atalarının 

asırlar  önce,  Kuzey  Amerika  denen  topraklara  nasıl  göç  ettiklerini  halk  destanlarında  canlı  tutarak, 

nesilden-nesle  şifahi  edebiyat  yoluyla  aktarmaktadırlar.  Bu  geçişi  anlatan  destanlardan  biri  şöyle 

başlıyor: “… Asırlar ve asırlar evvel, mensup olduğumuz halk, büyük denizlerin ötesinde Gün batımı 

tarafındaki  topraklarda  mutlu  ve  mesut  yaşıyorlardı.  Bugün  yaşadığımız  Amerika  topraklarına  doğru 

büyük göç başlamadan önce, ulu atalarımız, büyük denizlerin diğer yakasında mesken kurmuşlardı…” 

“…  Büyük  atalarımızın  o  zaman  inandıkları  en  büyük  ilah, Göktanrı  Sivaş’tı.  Uyot  ise,  mensup 

olduğumuz milletin Savaş tanrısıydı. Düşmanlarımızla yaptığımız savaşlarda bize daima o yardım ve 

öncülük  ederdi.  Milletimin  mutluluğunu  temin  etmek  için  gereken  işlerin  tamamlanması  ve  yerine 

getirilmesinden Göktanrı Sivaş’a karşı sorumluluk taşıyan tek otorite Uyot’tu…” 

“… Ulu atalarımız Gün batımı tarafındaki topraklarda yaşarken, Gün doğan taraftaki topraklara 

doğru  göçmemiz  gerektiğini  milletimin  kaderinden  sorumlu  olan  Uyot  emretti.  Bugün  üzerinde 

yaşadığımız  bu  topraklar  bize  Göktanrı  tarafından  vaat  edilmiş  topraklardır.  ‘Göç!’…Uyot  tarafından 

atalarıma bildirilen buyruk, bu bir tek kelimeden ibaretti…” 

“…  Doğduğumuz  Ana  Yurttan  kopup,  yaptığımız  sağlam  kayıklarla  Gün  doğan  taraftaki 

bilmediğimiz topraklara ulu atalarımız ayak bastıklarında, her şey yeniden başlamıştı…” 

“… Bu büyük göçte başımıza gelebilecek felaketlerden korunmak ve sakınmak için, her çareye 

başvurup, 

 bir-birimizi  kaybetmemek  arzusundaydık.  Kalın  sis  içerisinde  kayıklarımızla  yolumuza  devam 

ederken, diğer kayıklardaki kardeşlerimizi kaybetmemek için ana dilimizde milli destan ve türkülerimizi 

toplu olarak yüksek sesle bağıra-bağıra söylüyorduk…” 

“… Nihayet  Gün batan taraftaki kara bulutlar, donuk bir ışık huzmesi tarafından derinlemesine 

yarıldı.  Bu  bulutlar  geride  bıraktığımız  Ana  Yurt  toprakları  üzerindeki  kara  bulutlardandı.  Gün  batan 

taraftan başlayan bu ışık huzmesi, yavaş-yavaş Gün doğan tarafa doğru yayılmağa başladı. Bu ışık ilk 

önce boz renkliydi. Daha sonra sarı ve sonunda bu sis alev rengini aldı. Arkasından alemi aydınlatan 

Güneş bizlere yüzünü gösterdi…”4 

Kuzey  Amerika  yerlilerinden  Nootka  kabilesi,  kendi  Totem  direklerinde  kullandıkları  “Bozkurt” 

motifini  kulakları  hücum  halindeyken  arkaya  yatmış,  uzun  ve  sivri  dişli,  yukarıya  doğru  kalkmış  sivri 

burunlu ve alev-alev  yanan keskin gözlerle tasvir etmektedir. Nootka kabilesinin reisi Assu,  “Bozkurt 

Destanı”  hakkındaki  destanı  açıklarken,  bu  destanın  Nootka  kabilesinden  bir  kadınla  evlenen  Cape 

Mudge’li, We-Wa-Kai’nin söylediği destan olduğunu kaydetmiştir. Reis Assu’ya göre, Nootka Kabilesi 


 

1527 


bir  Bozkurttan  türemiştir.  Bu  Nootka  Kabilesi,  diğer  komşu  Yerli  Kabileleri  tarafından  “Bozkurttan 

Türemiş” Yerli Kızılderili kabilesi olarak bilinmektedir. 

Nootka  Yerli  Kızılderili  kabilesinin  reisi  Assu,  Bozkurt  Destanının  başlangıç  sözlerini  şöyle 

açıklıyor: 

“…He ji he he 

Ji ha ha i ha ha ji 

Wa ka gin ko ko kelah-(Bir sağa, bir sola sallanıyorum,) 

Ise Iah in wa uk-(Benimle kol-kola girip oynayanlarla birlikte.) 

Ge sa kolah-(İlk defa ben yaratıldım ki,) 

Que os oguala-(Benden önce ulu olarak kimsenin yaratılmadığını haber vereyim.) 

Wa la sa lekua glukwalah-(Tanrı onu ulu olarak yarattı ki,) 

Gel sa Kwlah i jun tla-(İlk akla gelen o olsun.)5 

Bu  konuda  işin  en  can alıcı  yanı,  Amerika’da  bugün  varlıklarını  devam  ettiren  Yerli  Kabilelerle 

Sibirya’da  yaşayan  Saha  Sire,  Altay,  Hakas,  Tuva  Televit  ve  Şor  Türklerinin  yaşatmakta  oldukları 

adet,  anane,  gelenek  ve  mevsimlik  dini  merasimlerin  birbirlerine  benzemesi  ve  büyük  paralellikler 

göstermesidir. 

Burada üzerinde durmak istediğimiz asıl konu, kaynağı ve kökü asırlara dayanan yaşanmış bir 

medeniyetin “gen” parçaları olarak kabul edebileceğimiz kelimeler ve folklor malzemelerinin akademik 

bir terbiye çerçevesi dahilinde tahlil edilmesidir. 

Bu araştırmanın başlangıcı, rahmetli doktora hocam Prof. Dr. Ahmet Edip Uysal’ın denetiminde 

1970’lerde  başladığım  akademik  araştırma  yıllarına  rastlamaktadır.  Kars ve  Kars’a  bağlı  16  kazanın 

köylerinden  teyple  derlediğim  250  tane  halk  masalından  bazılarını  Amerikan  Yerlilerinin  masalları 

arasında  bulmam  cesaretimi  artırdı.  Bu  tespit,  Amerikan  Yerlileriyle  Türk  Dünyasının  kültür  hazinesi 

arasındaki  paralelliklerin  gün  ışığına  çıkarılması  açısından  ileriye  doğru  atılmış  ilk  adımlardan 

sayılabilir. 

Amerika  Yerlileri  arasında  yaşatılan  mevsimlik  ve  dini  maksatlı  merasimler  şehirli  ve  yerleşik 

olanlara  kıyasla  toprakla  ve  tarımla  uğraşan  ve  nispeten  göçebe  olanlar  arasında  daha  yaygındır. 

Mevsimlik  kutlama  ve  geleneksel  merasimlerin  başında  Amerikan  Yerlilerinin  “Yeni  Yılın  Başı” 

dedikleri ve Mart ayında yaptıkları kutlama törenleri ve şenlikleri gelmektedir. 

Amerika’daki  Yerliler  arasında  her  yıl  tekrarlanan  mevsimlik  “Yeni  Yılın  Başı”  kutlamaları, 

“…Eski  bir  yıldan  yeni  bir  yıla,  ölümden  yeniden  dirilişe  geçişi,  kısırlıktan  kurtulup  yeniden  üremeğe 

dönüşü anmak ve kutlamak gayesiyle yapılmaktadır…”6 

Amerika’nın Batısında Kaliforniya eyaleti ve buna yakın bölgelerde dağınık bir şekilde yaşayan 

Amerikan Yerli kabilelerinden Yurok, Karuk, Hupa, Yuki, Pomo, Modoc ve Maidu kabileleri yeni yılın 

başlangıcı olarak kabul edilen Mart ayında, tabiatın yeniden canlanması ve uyanmasına bağlı olarak 


 

1528 


yeniden doğuşu kutlarlar. Bu tür merasimleri, her kabilenin bilge kişisi olarak kabul edilen o kabilenin 

Şamanı yönetmektedir. 

Saha  Sire’de  kutsal  olarak  bilinen  ve  özel  bir  hürmet  ve  saygı  gören  “direğe”  Saha  Türkleri 

“Serge” diyorlar. Bu direk, Alaska ve Alaska’nın güneyindeki Yerlilerin hazırladıkları gibi, çeşitli motif 

ve simgelerle bezenerek en önemli meydana veya kabilenin çadırlarının kurulduğu alanın orta yerine 

dikilir.  Amerikan  Yerlileri  bu  “direk”lere  Totem  diyor.  Saha  Sire’ye  yaptığım  araştırma  gezisinde  bu 

Sergelerden birisinin İlimler Akademisi’nin giriş kapısının önüne dikilmiş olduğunu gördüm. Sahaların 

Serge dedikleri bu direk, Gök Tanrı’nın yer yüzündeki simgesi olarak bilinir. Uçmağa, bu direği takip 

eden ve gökyüzünün derinliklerine uzanan yoldan gidilir.7 

Saha Sire’de olduğu gibi, Yeni Yılın başlangıcında “diriliş”le ilgili kutlamalarda Amerikan Yerlileri 

kabilenin  yaşadığı  köy  veya  kampın  orta  yerine  uzun  ve  düzgün  bir  direk  dikerler.  New  Mexico, 

Arizona  ve  Kaliforniya  eyaletlerinde  yaşayan  yerli  kabileler  köyün  orta  yerine  dikilen  bu  direğin 

kainatın ekseni olduğuna ve dün 

yayı yaratan “Bir”i, yani Wakan Tanka’yı (Gök Tanrı) temsil ettiğine inanırlar. Aynı inanç, yerleşik 

Yerliler anlamına gelen Pueblo yerlileri arasında da aynı şekliyle yaygındır.8 

Maidu  yerli kabilesi Kaliforniya eyaletinde  yaşayan kalabalık Yerli kabilelerinden biridir. Wakan 

Tanka’ya  daha  yakın  olmak,  Yeni  Yılda  saadet,  sağlık  ve  bol  ürün  bahşetmesi  için  Mart  ayında 

yakarış merasimi düzenlenir. Bu yakarışla ilgili olarak yapılan merasim sırasında kabilenin Şaman’ı bu 

düz direğe tırmanır.9 Köyün tam orta yerine dikilmiş olan bu direk, ölümlü dünya (Sahalar buraya Orta 

Dünya  diyorlar)  ile  ahret  arasında  kurulan  mistik  bağı  ve  mukaddes  ruhsal  köprüyü  temsil  eder.  Bu 

“direk”le  sembolleşen  “Bir”, kainatı  “Bir”den  yaratmıştır.  Amerikan  Yerli  kabilelerin  inancına  göre  her 

şeyi  yoktan  var  eden  “Bir”,  her  şeyi  sonunda  yine  “Bir”in  etrafında  geri  toplayacaktır.  Saha  Sire’de 

“Serge”  olarak  saygı  duyulan  ve  meydana  dikilen  direk,  Saha  Sire’de  Saha  Türklerinin  inançlarına 

paralel  olarak,  Amerikan  Yerlileri  tarafından  da  Gök  Tanrının  yer  yüzündeki  sembolü  olarak  kabul 

edilmektedir. 

Kuzey  Amerika’da  yaşayan  Yerli  kabilelerden  Kutenai  ve  Crow  (Karga) kabileleri  de  köylerinin 

orta  yerine  dikilen  “direği”  kabileleriyle  Gök  Tanrı  arasında  kurulan  bağ  ve  mukaddes  bağlılığın 

köprüsü olarak kabul ederler.10 

Amerikan  Yerlileri  tarafından  “Great  Spirit”  (Büyük  Ruh),  “Manitu”  (Tanrı),  “Wakan  Tanka” 

(Kutsal  Yaratan-Gök  Tanrı)  olarak  adlandırılan  Gök  Tanrı’ya  daha  yakın  olmak,  O’nunla  konuşmak, 

O’ndan  yardım  dilemek  maksadıyla  dünya  ve  kainatın  orta  direği  ve  ekseni  olarak  kabul  edilen  bu 

“direğe”  tırmanma  merasimi,  Orta  Asya,  Sibirya,  Altay,  Hakas,  Tuva  Şamanizm’i,  bu  bölgelerde 

yaşayan Türk topluluklarının ve boylarının geleneklerinde de yaygın bir şekilde görülmektedir.11 

Orta  Asya’da  yaşayan  Türk  boyları  arasında  her  yıl  tekrarlanan  dini  maksatlı  mevsimlik 

merasimlerde Gök tanrıya daha yakın olmak maksadıyla köyün ortasına dikilen düz “direğe” tırmanma 

merasimi  ile  ilgili  olarak  yaptıkları  araştırmalarla  Batılı  alimler  ve  araştırmacılar  da  konuya  açıklık 

getirmeğe çalışmıştır.12 


 

1529 


Kaliforniya  eyaletinde  yaşayan  Yurok  yerli  kabilesi,  Martta  düzenlenen  Yeni  Yılın  Başı 

merasimlerinde  özel  hazırlanan  ve  Big  House  (Büyük  Ev)  olarak  adlandırılan  yerde  yaparlar. 

Delaware eyaletindeki Lenape ve Cheyenne (Çayan) yerlileri yine Big House dedikleri yerde Yeni Yıl 

merasimlerini  Mart  ayında  yerine  getirirler.  Baharın  gelişi  ve  tabiatın  yeniden  canlanarak  hayat 

bulması ile ilgili merasimlerin yapıldığı “Büyük Ev”in dini açıdan derin ve mistik bir manasının olduğu 

kaydediliyor. 

Sözü edilen bu “Büyük Ev”in kendisi Gök Tanrının yarattığı kainatı, onun dört köşesindeki dört 

direği, üzerine oturtturulan kubbesi Gök Tanrı’nın kudretini, Büyük Evin orta yerine dikilen “direk” ise 

Gök Tanrı’nın yer yüzüne bastığı “ayağının” yerini sembolize etmektedir.13 

Amerika  Yerli  kabileleri  ve  Orta  Asya,  Sibirya  Türkleri  ve  diğer  Türk  boyları  arasında  “Ağaç”ın 

çok önemli bir yeri vardır. Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyasında ortak olarak yer alan “Tree-of-Life” 

veya “Hayat Ağacı” üzerinde durulması ve derinliğine araştırılması gereken konulardan biridir. 

Rusya  Federasyonu’na  bağlı  Kuzeydoğu  topraklarında  yaşayan  Saha  Sire,  Altay,  Hakas, 

Televit,  Tuva  ve  Şor  Türklerinin  adetleri  ve  gelenekleri  yanında  Gök  Tanrı  inancının  bugün  asırlar 

boyu  sürdürülen  tahribata  rağmen  Amerikan  yerli  kabileleri  arasında  aynen  yaşadığına  şahit 

olmaktayız.  İki  Kıtanın  ayrı-ayrı  yakalarında  yaşayan  ve  Bering  Boğazı  ile  bir-birinden  ayrılan  bu 

insanların  asırlar  önce  aynı  olan  kültür  değerlerinin  ana  gövdesi  dağıldığı  ve  yok  olduğu  için 

araştırmalarımızda  bütünden  başlayarak  detaya  inmemiz  mümkün  olmuyor.  Bulabildiğimiz  en  küçük 

ortak unsur ve parçalardan başlayıp, küçük kırıntıları bir araya getirerek daha mürekkep ve karmaşık 

ana parçaya ve bütüne varmayı mecbur eden yolu takip etmek zorundayız. 

700’den  fazla  Amerikan  Yerli  kabilesinin  dilinde  bugün  yaşamakta  olan  “üç  harfli”  bir  Türkçe 

kelime bile bizleri bir anda kaybolmuş gibi görünen gizli hazineye götüren ana unsur olup çıkıveriyor. 

Sioux  (Su)  Yerli  kabilesinin  dilinde  bugün  yaşamakta  olan  Ina (Ana)  ve Ate  (Ata) kelimelerinin 

varlığı,14  Amerikan  yerlileri  ile  Türk  dünyası  arasındaki  kültür  ilişkileri  üzerinde  “iğne  ile  mezar 

kazarcasına”  yılmadan  araştırma  yapanlar  için  geçide  götüren  bir  ışık  kadar  önem  kazanmaktadır. 

Türk dilinin “genlerinden” diyebileceğimiz en önemli iki Türkçe kelimenin Sioux yerli kabilesinin dilinde 

yaşadığı  ve  bu  kabilenin  çocuklarının  anne  ve  babalarını  isimleriyle  çağırmaktan  kaçındıkları  ve 

annelerine  “Ina”  (Ana),  babalarına  ise,  “Ate”  (Ata)  dedikleri  The  Sacred  Pipe  adlı  eserde  yer 

almaktadır.  İşin  en  ilginç  yanı,  Türkiye  Türkçesinde  babaya  “ata”  demiyoruz  ama,  Azerbaycan’da 

babaya “ata”, dedeye ise “baba” denmektedir. Türk dünyasında Sioux Yerli kabilesinin kullandığı “ate” 

sözüne en yakın olanı Azerbaycan Türkçesinde yer almaktadır. 

 

1990’da,  Washington’da  “Toprak  Ana”  günü  ile  ilgili  yıllık  toplantıda  iştirak  eden  Montana’dan 



gelmiş  Yerli  Şaman’ın,  kendi  ana  dili  ile  dua  ederken  “Ey  toprak  Ana”  ve  “…ey  Gök  Ata…”  derken, 

“Ina” ve “Ate” kelimelerini açıkça telaffuz ettiğine şahit oldum. 

Bunun yanı sıra, yine parçalardan başlayarak asıl ana kültür kütlesine varacağımız konulardan 

birisi de Türk Dünyası ve Amerikan Yerlilerinin folklor ve mitolojisinde yer alan Yerlilerin “Tree-of-Life” 

dedikleri “Hayat Ağacı”dır. 


 

1530 


Bugün, British Columbia’da yaşayan ve “Thompson Indians” olarak tanınan Yerli kabilesi, insan 

ruhunun bedeni terk ettikten sonra, onun bir Hayat Ağacı ile birlikte yaşamağa başladığına inanır. Bu 

Yerlilere  göre,  Hayat  Ağacı  devamlı  olarak  “uçmak”  ile  ölümlü  dünya  atasında  kurulmuş  olan  bağın 

başlangıç noktasını oluşturur. Bu yerliler, normal insanın çözmesi mümkün olmayan bu sırların ancak 

kabilenin Şamanı tarafından çözülebileceğine inanıyorlar.15 

Maya  kültüründe  de  kainatın  kudreti  bir  ağaçta  sembolleşir.  Mayaların  Yağmur  Tanrısı  Chac 

arkasında Ölüm Tanrısı Ah Puch ve genç bir ağaçla dolaşır. Ölüm Tanrısı Ah Puch bu Hayat Ağacını 

kudretini  kullanarak  ikiye  böler.  Ölüm  getiren  kötü  ruh  ve  kudretin  genellikle  ağacın  gömülü  olduğu 

toprak altında olduğu, iyilik seven ruh ve kuvvetin ise ağacın boy atarak büyüdüğü toprağın üstündeki 

kısımda  olduğuna  inanılır.  Yağmur  Tanrısı  Chac,  her  zaman  insanlara  ve  canlılara  iyilik  dağıtmaz. 

Onun da kızdığı anlar olur. O kızdığı zaman, insanları cezalandırmak için bazen dolu göndererek ekin 

tarlalarını  mahveder.  Ağacın  içinde  gizli  olarak  yaşayan  iyi  ve  kötü  ruhlar  icabında  bir  tek  tanrının 

bedeninde ve şahsında bütünleşebilir. Mayalar buna bu şekilde inanıyorlar.16 

Tanrıya  yakın  olmak  maksadıyla  çeşitli  dini  maksatlı  merasimlerin  yapıldığına  şahit 

olunmaktadır.  Ulu  ruhların  içinde  yaşadığına  inanılan  hayat  Ağacı  burada  ön  plana  çıkmaktadır. 

Amerika’da Kolarado eyaletinin Kayalık Dağlar (Rocky Mountains) bölgesinde ve Kanada’nın Güney 

sınırına  yakın  yörelerde  yaşayan  Yerli  kabileler,  Tanrıya,  ulu  ruhlara  ve  süper  güçlere  yakın  olması 

maksadıyla  ölülerini  mukaddes  bildikleri  Hayat  Ağacının  üzerine  bırakarak  defin  merasimini 

tamamlarlar.17Aynı  duruma,  Saha  Sire’de  bulunduğum  sırada  Taygaların  derinliklerine  yaptığım  bir 

araştırma  gezisinde,  Kangalas  vilayetinin  yakınlarında  Lena  nehrine  bakan  yamaçlarda  mukaddes 

bilinen  Hayat  Ağacı’nın  dalları  arasına  yerleştirilmiş  içinde  ölmüş  insanların  cesetlerinin  bulunduğu 

yuvarlak  tomruktan  yapılmış  çok  süslü  tabut-mezarlar  gördüm.  Burada  da  aynı  duyguyla  hareket 

edilerek Gök tanrıya daha yakın olmak maksadıyla ölüler Hayat Ağacı’nın yüksekteki “kolları” arasına 

yerleştirilmişlerdi. 

Mexico  Yerlileri  ateşi  kontrol  ve  ona  hükmeden  ulu  ruhlara  ve  güçlere  şükran  maksadıyla 

yapılan  merasimlerde  mukaddes  bildikleri  bir  ağacı  ormandan  özenle  keserek  onu  kabilenin 

meydanına dikerler. Bu direğin dikilişindeki maksat her şeyi var eden ve her şeyin sahibi olan “Bir”e 

gösterilen  saygı  ve  bağlılıktır.  Mexico  Yerlileri  bu  ağacın  içinde  ulu  ruhların  yaşadığına  inanırlar.  Bu 

Hayat  Ağacı’nın  tepesine  Ağaç  Tanrısı  Xocotl’un  hamurdan  yapılarak  pişirilmiş  bir  heykelciğini 

dikerler.  Sonra  kabilenin  gençleri  arasında  kıyasıya  bir  yarış  başlar.  Gençlerden  hangisi  bu  ağacın 

başına  tırmanmayı  başarırsa,  hamurdan  yapılmış  heykelciği  aşağıda  bekleyen  kalabalığa  atar.  Bu 

heykelcik ekmek şeklinde pişirilmiş olduğu için küçük parçalara bölünerek kalabalık tarafından yenir. 

Ağaç  Tanrısı’nın  ekmek  şeklinde  hamurdan  yapılmış  bu  heykelciği  hayat  veren  bereketin  sembolü 

olarak kabul edilir.18 

Sibirya’ya yaptığım araştırma gezisi sırasında Saha Sire’de Saha Türklerinin tanınmış Şamanı 

Vasiliy Nikiforov’u Kangalas vilayetine bağlı Loomtuka köyündeki “Balağan”ında ziyaret etme fırsatını 

buldum.  Bu  ziyaret  sırasında,  sözünü  ettiğimiz  Hayat  Ağacı’ndan  birisini  Şaman  Nikiforov’un  evinin 

bahçesinde  gördüm.  Şaman  Nikiforov  bu  “Mukaddes  Hayat  Ağacı”nın  yerini  Sibirya  Taygalarındaki 

yüz  binlerce  ağacın  içinde  gördüğü  mistik  bir  rüyada  belirledikten  sonra  gidip  o  “ağacı”  büyük  bir 


 

1531 


özenle ve merasimle kestikten sonra getirip evinin bahçesine diktiğini anlattı bana. Nikiforov’un evinin 

bahçesine  diktiği  Hayat  Ağacı  “on  bir”  dallıydı  ve  bunun  Şaman  Nikiforov  için  çok  özel  bir  anlamı 

vardı.19 

Amerika’nın Delaware eyaletinde yaşayan Algonkin Yerli kabilesinin Lenape boyunun inançları, 

yeryüzünün koruyucusu Manitu’nun bütün güç ve kudretini elinde tutan yegane güç kaynağına sıkıca 

bağlıdır. Algonkinlerin 19. yüzyılın başlarında derlenerek yazıya geçirilen “Walam Olum” adlı Yaratılış 

destanında  kainatı  yaratan  ulu  ruh20  Gicelamu-Kaong  adlı  Tanrı’nın  sonsuz  kudretinden  ve  bu 

Tanrı’nın Hayat Ağacı’nın içindeki gizli ilahi güçle olan yakın ilişkisinden bahsedilmektedir. Bu destana 

göre, Algonkinlerin bu Tanrısı kainatı kendi istediği şekilde yaratmıştır. Algonkin Yerlilerinin inancına 

göre, dini merasimlerin yapıldığı “Uzun Ev”in orta yerine dikilmiş olan Hayat Ağacı, göğün 12. katına 

ka 

dar uzanmaktadır. Kendilerinin inandıkları Gök Tanrı Gicelamu-Kaong eli ile bu Hayat Ağacı’nı 



12. katta tepesinden tutmaktadır. 

Orta  Asya  Türk  boylarında  olduğu  gibi,  Amerikan  Yerlileri  arasında  da  Hayat  Ağacı’na  büyük 

değer  verildiğine  şahit  oluyoruz.  Korkunç  İvan  tarafından  Hıristiyan  dinine  sokulan  Çuvaşistan 

Türkleri, yaşamak zorunda bırakıldıkları zor şartlara rağmen eski Milli inançları olan Gök Tanrı Dini’ne 

ve  Gök  tanrı  Salti-Tura’ya  olan  bağlılıklarını  devam  ettirmişlerdir.  1997’nin  Ağustos  ayında 

Çuvaşistan’a yaptığımız araştırma gezisinde Çuvaşistan Türklerinin bu inançla yaşamakta olduklarına 

şahit oldum. Başkent Şubaşkar’a yakın, İdil nehrinin kıyısında ormanlık bir alan içerisinde Akça Kayın 

ve  çam  ağaçlarıyla  kaplı  alanın  içindeki  Şaman  Tepesi  olarak  anılan  yere  gittik.  Gök  Tanrı  Salti-

Tura’ya adanacak kurbanın kesileceği yerdeki Hayat Ağacı olarak asırlardır saygı duyulan görkemli ve 

bir  o  kadar  da  sağlıklı  olan  büyükçe  bir  ağacın  etrafında  toplandık.  Yapılan  merasime  başlamadan 

önce,  koyun  sürüsünün  köye  gelmesini  bekledik.  Sürüden,  koçlardan  en  güzeli  seçilerek,  kurban 

edilmek  üzere  Gök  Tanrı’nın  birliğinin  sembolü  olan  Hayat  Ağacı’nın  yanına  yatırıldı.  Ayakları  ikişer 

ikişer  bağlandı.  Yakılan  ateşin  alevleri  bir  adam  boyunu  aştı.  Çuvaşların  “Yumzya”  dedikleri  Şaman 

Tepesi’nde  Çuvaşların  Gök  Tanrısı  Salti-Tura’ya  adanacak  kurbanın  ayinini  yönetmek  için  gereken 

emirleri vermeğe başladı. Şaman Tepesi’ndeki bu ayini yöneten Yumzya, yakılan bu ateşin etrafındaki 

insanları, yüzleri Hayat Ağacı’na dönük olmak üzere hilal şeklinde dizdi. Yumzya’nın verdiği emirlere 

uygun  olarak,  sağ  el,  sol  elin  üzerine  gelecek  şekilde  eller  göbek  üzerinde  bağlandı.  Tek  Tanrılı 

dinlerin  her  birinden  bazı  kısımların  alınarak  ortak  bir  ibadet  şekline  dönüştürülen  Salti-Tura  ayini 

başladı.  Salti-Tura’ya  yakarış  bittikten  sonra  sıra  kurbanın  kesilmesine  geldi.  Merasimin  bu 

safhasında,  yüzü  Hayat  Ağacı’na  doğru  gelecek  şekilde  yere  yatırılmış  koçun  başından  başlayarak 

sırtına kadar un ve bu unun üzerinden de su döküldü. Merasimi yöneten Yumzya (Şaman) “Eğer Gök 

Tanrı kurbanımızı kabul ederse bu koç şimdi titreyecek ve biz bunu göreceğiz,” dedi. Koç gerçekten 

titredi  ve  başını  salladı  ve  koçun  etrafında  halka  olanlarla  beraber  bunu  hepimiz  gördük.  Yumzya, 

“Gördüğünüz  gibi  Gök  Tanrı  bizim  kurbanımızı  kabul  etti,”  dedi.  Kurban  edilen  koçun  kanı  yere 

akıtılmadan  büyükçe  bir leğenin  içinde  toplandı.  Sonra  Yumzya  bunu  alarak Gök Tanrı’nın  “Bir”liğini 

temsil ettiğine inandıkları Hayat Ağacı’nı dört bir yanından bu kanla ıslattı. Bununla, Çuvaş Türklerinin 

Şaman Tepesi’nde yaptıkları adak merasimi tamamlandı.21 Çuvaşlar tarafından çok büyük bir değer 


 

1532 


verilen bu Hayat Ağacı,  ölümlü insan oğlu ile her şeyin sahibi Gök Tanrı arasında kurulmuş yegane 

bağ ve köprü olma özelliğini taşımaktadır. Hayat Ağacı’na aynı şekilde yaklaşım ve değer verilmesini 

Amerikan Yerlileri arasında da görüyoruz. 

Amerika’nın Kuzeybatı sahil şeridi ve Kanada’nın Güneybatı kısımlarında ve yüksek platolarda 

yaşayan  Yerli  Kızılderililer  arasında  kainatı  kendi  istediği  gibi  yaratan  Gök  Tanrı  “Wakan-Tanka”  ile 

Hayat Ağacı arasında kopmaz bir ilahi bağın mevcut olduğu inancı hakimdir.22 

Bella  Coola’da  yaşayan  Amerikan  Yerlilerinin  inançlarına  göre,  Hayat  Ağacı’ndan  kesilerek 

köyün  meydanına  dikilen  direk,  gök  kubbeye  destek  vermekte  ve  Güneşin  kopup  yere  düşmesine 

mani olmaktadır. Bu direğin tam tepesinde ise, ulu ruhların yardımıyla gözcülük etmesi için dikilmiş bir 

kartal vardır.23 

Kuzey Amerika Yerlileri  arasında dini  inanç  yönünden büyük değer verilen ve Hayat Ağacı’nın 

tepesinden  onu  koruyan,  etrafı  gözeten  kartal  motifi  her  zaman  pozitif  bir  karakter  taşımakta  ve  her 

zaman  iyilikten  ve  yardımdan  yana  olan  bir  ruhun  timsali  olarak  bilinmektedir.  Bunun  tam  zıttı  olan, 

devamlı olarak Gök Tanrı’nın yarattıklarına ve insanlara kötülük etmek isteyen Karanlık Dünyadaki yer 

altı  ruhlarını  ise  yılanın  temsil  ettiğine  inanan  Yerli  kabileleri,  bütün  kötülüklerin  anasının  karanlık 

dünya  olarak  adlandırılan  Yer  altı  dünyasında  saklandığına  kendi  mitolojilerinde  yer  vermektedirler. 

Kartalın  yılana  düşman  olmasını  ve  onu  parçalayıp  yemekten  bu  kadar  zevk  almasını  yine  kendi 

mitolojileri  içinde  değerlendiriyorlar.  Avcılık  ve  balıkçılıkla  geçinen  yarı  göçebe  Yerli  kabileleri 

kesinlikle  bir  Hayat  Ağacı’nın  var  olduğuna  inanıyorlar.  Bu  inanç,  Alaska’nın  Güneyi  ve  Amerika’nın 

Kuzeybatı  sahillerinde  yaşayan,  Orta  Asya’daki  Televitlerin  akrabaları  olduklarını  kaydeden  Tilingit 

Yerli kabileleri arasında oldukça yaygındır.24 

Türk  dünyasında  tek  Tanrılı  dinler  kabul  edilmeden  önce,  Gök  Tanrı  inancının  prensipleri 

arasında Hayat Ağacı’nın önemli bir yeri vardı. Türk boyları İslamiyet’i kabul ettikten sonra bile, Gök 

Tanrı  inancının  bazı  bölümlerini  İslam’la  beraber  yaşamış,  yaşatmış  ve  bundan  hiçbir  rahatsızlık 

duymamıştır. Türk devlet  adamları en güçlü ve haşmetli oldukları devirlerde bile Türk insanını kültür 

mirası yoluyla tarihine ve geçmişine bağlayan Gök Tanrı inancını korumuş ve nesillere taşımışlardır. 

Bugün, Erzurum’daki Çifte Minareler Medresesi’nin ana giriş kapısının sağ ve sol yanındaki sütunların 

üzerine işlenen ve tepesinde,Yerli Kızılderililerin Hayat Ağacı’n 

daki gibi, kartal olan ağaç motifi, Türk dünyasında ve Yerli Kızılderililer arasında yaygın olarak 

yaşayan Hayat Ağacı’ndan başka bir şey değildir. 

Erzurum  Çifte  Minareler  Medresesi’nin  girişinde  yer  alan  Hayat  Ağacı  motifi,  Mayaların 

medeniyetinde,  özellikle  Palanque’deki  meşhur  Maya  tapınağının  duvarlarındaki  taş  kabartmalarda 

yaşatıldığını  görüyoruz.  Mayalarda  ve  Türk  mitolojisinde  canlı  olan  bitkilerin  ve  hatta  insanların  var 

oluşunun  ana  kaynağının  Hayat  Ağacı  olduğu  inancı  yer  almaktadır.  H.  Wassen’in  1934  yılında 

İsviçre’de  yayınlanan  bir  makalesinde  bu  konu  derinliğine  incelenmektedir.  Acawai,  Cuna  ve  Choc 

Yerli  kabileleri  bitkilerin,  hayvanların  ve  hatta  insanların  Hayat  Ağacı’ndan  türeyerek  yer  yüzüne 

dağıldıkları inancındadırlar. 


 

1533 


Mayaların  Palanque’deki  mabedin  duvarlarında  günümüze  kadar  yaşattıkları  ve  Acawai,  Cuna 

ve Chock Yerlileri arasında yaşatılan bitkilerin, hayvanların ve insanların Hayat Ağacı’ndan türedikleri 

yolundaki  inanç,  Türk  Dünyası  destanlarında,  en  belirgin  örneği  ile  gökten  bir  ağacın  başına  inen 

ışıktan Türk boylarının atalarının türemesi şeklinde yaşamaktadır.25 

Altay Türklerinin inançlarına göre, kainatın tam orta yerinden gökyüzüne yükselen yer yüzünün 

en  büyük  ve  ulu  ağacı  Bay  Ülgendir.  Türk  dünyasının  kültüründe  Hayat  Ağacı  olarak  bilinen  Bay 

Ülgen’in  yaprakları  gümüştendir.  Sumeru  Dağında  yetiştiğine  inanılan  bu  Hayat  Ağacı,  dünyanın 

merkezinde  bulunan  yüce  dağlarda  boy  atarak  büyümüştür.  Altay  Türklerinin  bir  halk  şiirinde  Hayat 

Ağacıyla ilgili olarak”…Dünyanın tam orta yerinde demirden bir dağ var, bu dağın üzerinde yedi dallı 

ulu bir Kayın (Huş) ağacı var…” denmektedir.26 

Tatar  Türklerinin  inancına  göre,  Hayat  Ağacı,  dünyanın  orta  direği  olan  ulu  ağaçtan  dallarının 

güzelliği yanında canlı bir ağaç olması, sağlıklı ve gümrah olmasıyla farklılık gösterir. Anlatılan Altay 

destanları  ve  masallarında  olduğu  gibi,  Tatar  masallarında  da  Hayat  Ağacı  çoğu  zaman  gürül-gürül 

akan bir suyun başında, bir göl veya bir denizin kenarında ve bazen bir suyun ortasında bitmiş olarak 

tasvir edilmektedir. Bazen Türk Dünyasının Hayat Ağacı’ın kendisinin gençlik suyu ürettiği kaydedilir. 

Tatar Türklerinin bir halk şiirinde Hayat Ağacı şöyle tasvir edilmektedir: 

“Göğün on iki katına yükselen 

Bir dağın tepesinde 

Göğün katına yükselen bir Huş Ağacı 

Kabuğu altın 

Köklerinin olduğu yer altın kaplı 

İçi hayat suyu dolu bir göl içinde…” 

Bu Tatar şiirinin devamında bu Hayat Ağacı’nın  bakımını Tatarların ulu atalarının üstlendiği ve 

bu görevin Gök Tanrı tarafından Tatarların atası Tata’ya bir hediye olarak verildiği kaydedilir. 

Sibirya’da, Saha Türklerinin ülkesinde yaşayan Hayat Ağacı inancı, Türk Dünyası içerisinde en 

köklü  olan  inançların  başında  gelir.  “…Sahaların  bir  halk  masalında  yer  alan  hayat  Ağacı,  göğün 

sekizinci  katındadır  ve  sekiz  dalı  vardır.  Bu  Hayat  Ağacı’nın  kabuğu  ve  kozaları  gümüşten,  suyu 

altından  kozaları  yumruk  büyüklüğünde,  yapraklarının  her  biri  bir  at  gönü  genişliğindedir.  Hayat 

Ağacı’nın  tepesinden  mis  gibi  kokan  temiz  bir  su  akmaktadır.  Onun  suyundan  içenin  bütün  ağrı  ve 

sızıları yok olur. Acıkmış olanların karnı bu suyu içtikten sonra doyar…”27 

Saha  Türklerinin  destanlarına  göre,  insana  hayat  ve  gençlik  veren  bu  Hayat  Ağacı’nın  olduğu 

yer, ilk insan oğlunun yaratıldığı yerdir ve Sahalar bu ağacın bulunduğu yere Uçmak olarak bakarlar. 

Sahalar,  ilk  insan  yaratıldığında  Gök  Tanrı’ya,  “…Neden  yaratıldım?”  diye  sorduğuna  inanırlar.  İlk 

insan yaratıldıktan sonra tepesi göğün üçüncü katına ulaşan Hayat Ağacı’nın yanına gelir. Bu ağacın 

altın  sarısı  yapraklarından  duru  ve  berrak  bir  suyun  aktığını  görür.  Bu  sudan  içmesi  için  Gök  Tanrı 

tarafından özel olarak seçilmiş olan bu insan, bu sudan içtikten sonra, Hayat Ağacı’nın gövdesinden 



 

1534 


bir  kapının  açıldığını  görür.  Açılan  bu  kapıdan  bir  kadın  çıkar  ve  bu  insana  Gök  tanrı  tarafından 

beşeriyetin ulu atası olarak görevlendirildiği müjdesini verir.28 

Saha Türklerinin başka bir halk masalında ise, yaratılan bu ilk insan “…Beyaz tenli bir gençtir…” 

Yukarıda  boşluğa  giden  sonsuz  bir  yol,  onun  aşağısında  yedi  kat  gökyüzü  ve  Cennetin  dokuz 

mertebesi,  orta  yerinde  ayın  hiç  batmadığı,  güneşin  kaybolmadığı  hiç  kışı  olmayan  bir  yazın  hüküm 

sürdüğü  ve  guguk  kuşunun  devamlı  öttüğü  bir  ortamda  yaratılan  “…Genç  beyaz  bir  insan…” 

yaratıldığı yeri gezip görmek ister. Doğuya doğru baktığında geniş gövdeli, ışık saçan bir ağaç görür. 

Bu ağaç, yüksekçe bir tepenin üzerinde büyüyen bir ağaçtır. Gördüğü bu ağaç, etrafına güzel kokular 

saçmakta kabuğu hiçbir zaman kurumayan, kozaları tersine dönmüş iri kadehlere benzeyen görkemli 

bir  ağaçtı.  Ağacın  tepesi  göğün  yedinci  katına  kadar  yükseliyordu.  Bu  Hayat  Ağacı’nın  tepesi  Gök 

Tanrı “Yergün Ay Toyon”un olduğu kata kadar varmıştı. Kökleri ise akıl almaz hakikatların yattığı yerin 

derinliklerine  kadar  uzanıyordu.  Bu  ağacın  yaprakları  cennette  insanı  yaratan  Gök  Tanrı  ile 

konuşabiliyordu. Güneye doğru 

 yönelen  bu  yaratılan  ilk  insan,  sakin,  dup-duru  ve  berrak  bir  süt  gölü  gördü.  Yeşillikler 

arasından  uzanan  bu  gölün  üzerinden  rüzgar  bile  esmiyordu.  Kuzeye  baktığında  karanlık  sık 

ormanlıklar gördü. Gece gündüz demeden bu ormanlıktaki ağaçlardan çatırtılı sesler çıkıyor ve bu ses 

hayvanları  ürküterek  onların  sağa-sola  kaçışmasına  sebep  oluyordu.  Deli  gibi  esen  fırtınadan  bu 

Hayat Ağacı’nı korumak için onun etrafını başı tavşan derisi gibi bembeyaz dağlar çevirmişti. Batıda 

ise başı açık dağlar ve alçak dallı ağaçlar uzanıyordu. Saha Türkleri arasından Gök Tanrı’nın yarattığı 

ilk  insan  ve  Sahaların  ilk  atası  Ar-Sogotaç  (Tek  Adam)  bir  kutsal  evin  içinde  oturmaktadır.  Onun 

oturduğu  yer,  dört  köşelidir.  Bu  yerin  kırk  penceresi,  elli  direği,  otuz  tane  atması,  duvarları  ve 

döşemesi altından, çatısı gümüştendir. Sahaların atasının yaşadığı bu yer yedi katlıdır. Hayat Ağacı, 

Saha Türkleri arasındaki tarifini bu şekliyle bulur. 

Sahaların  atası,  oturduğu  evin  balkonuna  çıkıp  Doğuya  doğru  baktığında  o  otlar  arasından 

yükselen  ağaçların  en  ulusunu  görür.  Bu  ağacın  tepesi  mavi  göklere  kadar  yükselmektedir.  Ağacın 

yaşı  asırlara  beraberdir. Bu  Hayat  Ağacı’nın  kökleri  ölülerin  ruhlarının  bulunduğu  yere kadar  uzanır. 

Tepesi ise göğün dokuz kat üstüne ulaşır. Hayat Ağacı’nın her bir yaprağının genişliği yedi kulaç, ve 

bu ağacın köklerinin arasından ölümsüzlük suyu kaynayıp akar. Yaşlanan aç ve zayıf ala sığırlar uçan 

ve kaçan av hayvanları bu ağacın köklerinin arasından kaynayan bu sudan içer, ağaçların dalları ve 

kozalarından  akan  sakızdan  yaladıklarında  yeniden  eski  gençliklerine  kavuşurlardı.  Hayat  Ağacı’nın 

bu  yüksek  ruhundan  yararlanan  Sahaların  ulu  atası  Ar-Soğotaç,  bütün  bilgilerini  Cennette  oturan ve 

bu  “Tek  Adamın”  atası  olan  Ar-Toyon  (Gök  Tanrı)  dan  alır.  Sahaların  ilk  atası  olan  Ar-Soğotaç’ın 

anası ise Kubay Hatun’dur. Kubay Hatun Sahaların ilk atasını doğurduktan sonra hemen onu göğün 

üçüncü  katına  indirdi  ki,  o  beşeriyetin  atası  olsun.  Sahaların  Hayat  Ağacı,  yaratılmış  olan 

benzerlerinin en ulusudur. Saha Türklerinin inançlarına göre, Sahaların Hayat Ağacı’nın dalları bütün 

dünyayı  kaplayacak  kadar  geniş,  ve  Cennete  ulaşabilecek  kadar  yüksektir.  Baharda  açan 

çiçeklerinden  bal  damlar.  Sahaların  inandığı  bu  Hayat  Ağacı’nın  kökleri  arasında  üç  önemli  tanrı 

yaşar.29 



 

1535 


Batı Sibirya Türkleri Hayat Ağacı’nın demirden bir dağın tepesinde olduğuna inanırlar. Bu demir 

dağ  dünyanın  tam  ortasında  bulunmakta  ve  dünyanın  merkezini  teşkil  etmektedir.  Demir  dağın 

tepesindeki ağacın altından Hayat Suyu kaynaklanır ve akar.30 

Saha Türkleri, gökten Hayat Ağacı’nın içine indirilmiş ve ilk insanın burada yaratılmış olduğuna 

inandıkları  için  bütün  dualarında  ve  yakarışlarında  “…Beni  doğurduğun  için  anam,  yarattığın  için 

Tanrım  ol…”  diyerek  hayat  Ağacı’na  dua  ederler.  Bundan  başka,  bütün  yaratıklar  hayat  Ağacı’nın 

etrafında  çevrelenirler.  İlk  insanın  yaratıldığı  günden  beri  Saha  Türkleri,  Hayat  Ağacı’na 

yakarışlarında,  “…Bana  ak  sığırlar  verdin,  kuşlarımı,  av  hayvanlarımı  besledin,  kara  suda  yüzen 

balıkları bir arada sakladın…” şeklinde dua ederler.31 

Orta  Asya  Türk  boyları  arasında  olduğu  gibi,  Saha  Türkleri  arasında  yaşayan  inanca  göre, 

Hayat Ağacı’nın köklerinin arasından Hayat Suyu akar.32 

Hayat Ağacı, “Bilgi Ağacı” manasına da gelir. Bu ağaç Cennette yetişir. Hayat Ağacı yeni neslin 

üremesini  temin  için  daima  merkezde  yer  alır.  Hayat  Ağacı,  diriliş  ve  ölümün  sembolü,  var  olmanın 

merkezini  ve  kainatın  dingilini  oluşturur.  Hayat  Ağacı,  başlangıç  ve  bitişi  aynı  anda  temsil  etmesiyle 

önem  kazanır.  Ölümsüzlüğe  erişme  Hayat  Ağacı’nın  meyvesini  yemekle  mümkünmüş  gibi  görünür. 

İnsanlara  ölümsüzlük  vereceğine  inanılan  Hayat  Suyu  da  yine  bu  Hayat  Ağacı’nın  köklerinin 

arasından kaynar.33 

Bering Boğazı’nın Asya  tarafında,  Kuzey-Doğu Sibirya topraklarında yaşayan Saha Türklerinin 

mitoloji  ve  inançları  arasında  Hayat  Ağacı’na  verilen  kutsal  değerin  Amerika  Yerlileri  arasında  da 

yaygın bir şekilde yaşadığına şahit olmaktayız. 

Kuzey  Amerika  Yerli  kabilelerinden  Arıkara  yerlileri  her  yıl  yaz  aylarında  “Cedar  tree”  “Sedir 

Ağacı”  merasim  ve  şenlikleri  düzenler.  Dini  maksatlı  mevsimlik  bu  merasime  meydanın  orta  yerinde 

büyükçe  bir  ateşin  yakılmasıyla  başlanır.  Merasimin  yapıldığı  meydanın  dört  köşesine  birer  direk 

dikilir. Bu direkler, güneşi, yıldırımı, rüzgarı ve geceyi temsil eder. Ateşin etrafında dört köşeye dikilen 

bu direklerin çökmesin diye Gök kubbeyi tuttuğuna inanılır. Aynı zamanda Dünyanın dört köşesini de 

temsil eden bu dört direğin Gün doğan tarafında merasimi yöneten Şaman ve onun yardımcıları olan 

davulcular  yer  alır.  Gün  batan  taraftaki  direğin  yanında  ise  kabilenin  bilge  kişileri  ve  onların 

yardımcıları  olan  davulcular  yer  almaktadır.  Ateşin  etrafında  yer  alan  Şaman  ve  yardımcıları, 

“…kainatta ilk var olan ateş için…” dini ilahiler söylerler. Arıkara Yerli Kızılderili kabilesinin bu  yazlık 

merasimi dört gün sürer. Bu merasimin ikinci gününde yapılan dualar ve yakarışlar insanlar ve canlılar 

için dünyayı yeşil tutan Sedir Ağacı için yapılır. Sedir ağacına hürmeten ateşin başında toplananlar bu 

ağaca hürmetle yakarırlar ve ağaca renkli kumaşlar, çeşitli tüyler ve soyulmuş söğüt yap 

raklarından yapılmış “at” sembolleri asarlar. Hayat Ağacı’na sembolik olarak asılan bu hediyeleri 

kabilenin  Şamanı  eliyle  çeşitli  işaretler  yaparak  kutsar.  Sonunda  Elk  (Geyik)  kabilesinden  biri  Sedir 

ağacının tepesine bir Şahin teleği bağlar. Daha sonra bu ağaca dokunulmaz ve olduğu gibi bırakılır. 

Yıl boyunca bir dileği olan analar, genç kızlar bu “Büyükanne” Sedir ağacına gelirler. Adaklar adar ve 

renkli bez bağlarlar. Yeni çocuğu olan anneler bebeği yaşasın diye bebeğin patiğinin tekini bu ağaca 

asar. Yeni Yıl merasimleri başlamadan üzerine çeşitli kumaş parçaları ve çocuk patikleri bağlanmış bu 



 

1536 


ağacı  Missouri  nehrinin  sularına  bırakırlar.  Üzerinde  yüzlerce  çocuk  patiği  ve  renkli  bez  parçasının 

bağlı  olduğu  bu  Sedir  ağacı  nehrin  sularıyla  akıp  giderken  geride  kalan  Arıkara  Kabilesine  onun 

insanlarıyla  hala  diri  ve  sağlam  olduğunu  hatırlatır.  Arıkara  kabilesi,  saygı  duyduğu  Hayat  Ağacı’nın 

(Sedir Ağacı) hayat veren ve dişilik özelliğine sahip olduğuna inanır.34 

Güney  Amerika’da  büyük  medeniyetleriyle  tanınan  Azteklerle  beraber  Kuzey  Amerika’daki 

Navaho Kabilesi yer altı dünyasında “hayat veren” bir ağacın varlığına inanırlar.35 

Azerbaycan  Masalı  “Melik  Memmed  Nağılı”nda36  yenildiği  zaman  yüz  yaşındaki  bir  ihtiyarı  18 

yaşında  bir  delikanlı  yapan  ve  yılda  sadece  bir  tek  elma  veren”Ağaç”  Navaho  kabilesinin  inandığı 

insanı  gençleştiren  ağacın  aynısıdır.  Arıkara  Kabilesinin  inandığı  “Büyükanne  Sedir  Ağacı”  kabile 

mensuplarına hayat veren mukaddes Hayat Ağacı olarak dini merasimlerde anılır. 

Amerika’da  Omaha  Yerli  kabilesinin  “Mukaddes  direk”  olarak  kabul  ettikleri  efsanevi  Sedir 

ağacının kabileyi felaketten ve tamamen yok olmaktan kurtardığına inanılır.37 Omaha Yerli Kızılderili 

kabilesi Sedir ağacını mukaddes bilir ve her hangi bir dilek ve arzuları olursa ona bildirirler. Eğer bir 

lider çıkar da Omaha yerlilerini yöneteceğini söylerse o zaman o şahıs bu Sedir ağacına gönderilir. Bu 

Sedir  ağacının  onun  adaylığını  tasdik  etmesi  beslenir.  Sadece,  bu  Sedir  Ağacı  onun  kabileyi 

yönetmesine izin verebilir.38 

Oglala yerli kabilesinin inancına göre, Hayat Ağacı eski çağlardan gelmiş ve kabilesine ahlak ve 

nizam getirmiş mukaddes bir kadındır. 

Creek  Yerli  kabilesi  ise,  Hayat  Ağacı’nın  kabileye  devamlı  zaferler  bahşeden  mukaddes  bir 

unsur olarak kabul eder.39 

Türk  Dünyası  ve  Amerikan  Yerli  Kızılderili  kabilelerinin  Hayat  Ağacı’na  verdikleri  mukaddes 

değerin büyük benzerlikler ve paralellikler gösterdiğinin tespit edilmesi bu konuda araştırma yapanlara 

cesaret  verecek  niteliktedir.  Gelecekte  Saha,  Altay,  Tuva,  Hakas,  Şor  ve  Televit  Türk  bölgesindeki 

bilim adamlarının da bu konuya ilgi duyup eğilmeleri ile konu ileriye doğru ivme kazanacaktır. 

Amerika  Yerli  kabileleri  ve  Türk  dünyasında  “Yeni  Yılın  Başı”  ile  ilgili  merasimlerde  büyük 

benzerliler ve paralellikler müşahede edilmiştir.40 

Dünyanın dört köşesinin olduğu ve her köşesinin kendisine has bir renkle anıldığı Ziya Gökalp 

tarafından  belirtilmiştir. Özellikle  Navaho  yerlilerinin  hayatında  önemli  yer  tuttuğu  görülmüş  ve  tespit 

edilmiştir.  Gökalp  konu  ile  ilgili  olarak;  “…Türkler,  seneyi  dört  cihetin  totemleriyle  ifade  ettikleri  gibi, 

senenin aylarını da yine dört cihetin totem isimleriyle ifade ederlerdi…”41 

Orta Asya Türk toplulukları, Saha Türkleri, Altay, Hakas, Tuva ve Şor Türklerinde Mart ayında 

Yeni Yıl başlar. Hakas Türkleri, Yeni Yılın başı olarak bilinen Mart ayında çeşitli merasimleri büyük bir 

titizlikle yerine getirirler. 

Bu  tür  merasimler  bugün  Amerikan  Yerli  kabileleri  arasında  da  canlılığını  korumakta  ve 

paralellikler  göstermektedir.  Hakas  Türkleri  arasında  yerine  getirilen  merasimler  şöyledir:  “…Bizim 

halkımız yeni yılı 22 Mart günü kutlar. Adı Yılbaşıdır. Gün saatleriyle gece saatleri eşit olduğu zaman 

gün  doğarken  o gün  ona  tapınılır.  Daha  sonra kutsal  ateş  anaya  tapınılır.  Dünyadaki  bu  ateş küçük 


 

1537 


güneş  sayılır.  Bu  kursal  ateşte  Kara  Çalma  (İpek)  yakılır.  Bu  Kara  Çalma  yakılmadan  önce,  üç  ayrı 

bohça bağlarlar. Birinci bohça ile hastalıklar, ikinci bohça ile acılar, üçüncü bohça ile dertler bağlanır. 

Sonra  ateşe  atılır  yakılır.  Daha  sonra  Izıh  (kutsal)  Ak  Ağaç’a  (Akça  Kayın)  yeşil,  kırmızı  ve  beyaz 

bezler  sarılır.  Göğe  hayat  için  dua  edilir.  Yeşil,  “hayatın  rengi”;  kırmızı,  “kan  damarı  kurumasın”, 

beyaz, “hayat temiz olsun” anlamındadır…”42 

Amerika’nın  Sub-Arktik  bölgelerinde  yaşayan  Yerli  Kabileleri,  yılda  bir  defa  “Mart”  ayında 

“Fedding  the  Fire”  (Ateşi  Doyurma)  merasimleri  yaparlar.  Bu  merasimin,  Yerlilerin  ölen  yakınlarının 

ruhlarını  sevindireceğine  inanılır.  “Beawer”  (Kunduz)  yerlileri  bu  merasime  çok  önem  verirler. 

Amerika’nın  kuzeyinde  yaşayan  yerliler  arasında,  yanan  ateşe  “et”  atarak  onu  tatmin  etmek 

merasimini  en  ciddi  şekilde  takip  ederler.  Bunun  yanında  yine  Baharın  başlaması  Somon  balığının 

nehirlerin  kaynağına  doğru  göçleri  başladığı  zaman,  British  Columbia’da  yaşayan  yerli  kabilelerden 

Tanaina Yerlileri, ateşe et atarak, “Ateşin Doyurulması” merasimini yerine 

 getirirler. Bu merasimle tabiatta hayatın yenileneceğine inanırlar.43 

Şaman  Kültürünü  yaşayan  ve  yaşatan  Türk  boylarının  inancına  göre,  ateş  bütün  pislik  ve 

kötülükleri  temizler,  kötü  ruhları  kovar.  VI.  yüzyılda  Batı  Göktürk  Kaanı’na  gelen  Bizans  elçilerini 

huzura  almadan  önce  onları  iki  ateş  atasından  geçirirlerdi.  Bu  tören  elçilerle  beraber  gelmesi 

muhtemel  kötü  ruhları  kovmak  maksadıyla  yapılırdı.  Bu  inanca  Türklerde  de  rastlamaktayız. 

Başkurtlar  ve  Kazaklar,  bir  yağlı  bezi  yakarak  onu  hastanın  etrafında  “alas…alas…”  diyerek 

gezdirirler. Buna Kazak ve Başkurtlarda “alaslama”, Anadolu’da ise, “alazlama” denir.44 

Kuzey  Amerika’da  yaşayan  Sioux  (Su)  yerli  kabilesinde  “ateşe”  Ulu  Ruhun  (Gök  Tanrı’nın) 

yeryüzündeki ebedi temsilcisi olarak hürmet edilir. Amerika’nın Gök Tanrı tarafından yaratılan büyük 

bir  ada  olduğuna  inanan  Sioux  Yerlileri,  “Mukaddes  Ateş”in  ebedi  olarak  yanacağına  ve  insanları 

koruyacağına inanırlar. Ateşten geçip Temizlendikçe, Ulu Ruha daha çok yaklaşacağına inanan Sioux 

Yerlileri,  ateşi,  “…ebedi  ve  sonsuza  kadar  yanan…”  bir  kuvvet  ve  kudret  kaynağı  olarak  kabul 

ediyorlar.45 

Ateşin  doyurulması  olayını  Saha  Sire’ye  yaptığım  araştırma  gezisinde  bizzat  yaşayarak 

müşahede  ettim.  “…Şaman  Vasiliy  Nikiforov  sohbetine  bir  noktadan  sonra  devam  etmek  istemedi. 

Etrafına  bakındı  ve  konuşmasını  tamamladı.  Sonra  bana  dönerek,  “İstersen  seninle  Şamanca 

konuşalım,  ne  dersin?”  dedi.  Gücünü  benim  üzerimde  denemek  istiyordu.  “Olur,  neden  olmasın. 

Büyük  şeref  duyarım,  “dedim….Balağan’da  olan  diğer  misafirleri  dışarı  çıkardı.  İçeride  sadece 

tercümanımız Andrei Nazarov kaldı. Yanan ateşe birkaç iri odun daha attı. Çam çırası alıştı. Alevler 

çatırtıyla  yükselmeğe  başladı.  İçeriyi  tamamen  ocaktan  çıkan  ışık kapladı….Ocağın  önüne  bir  kabın 

içinde  “pişi”  (Sahalar  Alaacı  diyorlar),  ve  bir  atın  yelesinden  kesilmiş  üç  küçük  deste  at  kılı  koydu… 

Ateşin önüne yerleşti. Ateşe tabaktaki “pişi”leri ve at yelesinden kesilmiş kılları atarak “ateşi besledi”. 

Sonra  yüksek  sesle  “ateşle  konuşmağa”  başladı;  “…Aal  uotum  iççite  (Al  Ateşin  ruhu),  Aan  Uxxan 

ehekkeem  (Atam  Aaan  Uxxan-Ateş  Ruhunun  adı)  …Aal  uotum  nönnüö  ahattagım  buollun.  Küöh 

uotum  nönüö  küğndüleetegim  buollun.  Anılaax  sıalaax  alaacınan  ayax  tuttagım  buollun  (Al  ateşin 

vasıtasıyla  Gök  ateşin  vasıtasıyla  size  ikramda  bulunuyor,  size  tereyağında  pişmiş  alaacı  (pişi) 

sunuyorum) …”46 


 

1538 


Sioux (Su) Yerli kabilesinde yeni yılın başlangıcı için yapılan merasimler Sioux topraklarında “Ot 

Biten  Ay”  olarak  adlandırılan  Mart  ayında  yapılır.Yeni  Yıl,“Ot  Biten  Ay”  ile  başlar.  Mart  ayının 

girmesiyle  Sioux  kabilesinde  bir  canlanma  ve  hazırlık  görülür.  Atlara  çok  önem  verilen  bu  Yerli 

kabilesinde 2 yıllık “damdan çıkma” taylara artık bu ayda eğer vurulur. Bu ay içerisinde, yılkının içinde 

döllenmeğe müsait olmayan aygırlar artık “iğdiş” edilir. Kabilenin aksakalları, özelikle kabiledeki atların 

döllenme ve çoğalmaları ile ilgili mevsimlik ilere büyük önem verir ve onunla uğraşırlar. Kıştan kalan 

Tee-Pee  (Tipi)  dedikleri  gönden  çadırlar  bir  önceki kıştan  hazırlanan  derilerle  tamir  edilir.  Yamalana 

bilecekler  yamalanır  veya  yenileri  hazırlanır.  Bir  önceki  yıldan  tütsülenmiş  ve  Mart  ayına  saklanmış 

gönler  çıkarılır  ve  hasıl  edilir.  Yeni  yılın  başı  ile  ilgili  merasimlerde  giyinmek  için  Makosenler  (hasıl 

deriden  ayakkabı)  yapılır.  Mart  ayının  girmesiyle,  Siouxlar  kıştan  çıkmış  olmanın  vermiş  olduğu 

yorgunluktan ve tembellikten bir an önce kurtulmağa çalışırlar. Kabilenin erkekleri avlanmağa çıkarlar. 

At  yarışları  yaparlar.  Kabilenin  kadınları,  genç  kız  ve  gelinleri  dağlara  ve  ovalara  yayılır,  evlerinin 

ihtiyacı  olan  yabani  pancar  ve  ilaç  bitkilerini  toplar  ve  kış  için  kuruturlar. Bunların  bir  kısmını  günlük 

hayatlarında kullanırlar.47 

Gagauz  Türkleri  arasında  yaşatıldığı  gibi,  Sioux  yerlileri  de  Mart  ile  başlayan  yılın  aylarını 

tabiatta mevsimlerin içerisindeki değişikliklere göre adlandırmaktadırlar. Sioux yerlilerinde Mart ayı ile 

başlayan yeni yılın ayları şöyle sıralanır: 

- Mart: “Moon When the Grass Comes Up” (Ot Biten Ay) 

- Nisan: “Moon of the Birthof Calves” (Dana Doğan Ay) 

- Mayıs: “Moon of Tunderstorm” (Yıldırımlar Çakan Ay) 

- Haziran: “Moon of Riepe Juneberries” (Çilek Olgunlaşan Ay) 

- Temmuz: “Cherry Ripening Moon” (Kiraz Ay) 

- Ağustos: “Moon of Ripe Plums” (Kara Erik Ayı) 

- Eylül: “Moon of Yelleow Leaves” (Sarı Yapraklar Ayı) 

- Ekim: “Moon of Faling Leaves” (Yaprak Dökümü Ayı) 

- Kasım: “Moon of Hairless Calves” (Sığırların Tüy Döküm Ayı) 

- Aralık: “Moon of the Frost in the Tee-Pee” (çadırda Don Ayı) 

- Ocak: “Tree Popping Moon” (Ağaç Donduran Ay) 

- Şubat: “Sore Eyes Moon” (Kar Körlüğü Ayı.48 

 

Gagauz Türklerinde Mart ayı ile başlayan Yeni Yılın ayları ise şöyledir: 



- Mart: Baba Marta 

- Nisan: Çiçek Ayı 

- Mayıs: Hıdırlez (Hıdırilyas) 


 

1539 


- Haziran: Kiraz Ayı 

- Temmuz: Orak Ayı 

- Ağustos: Harman Ayı 

- Eylül: Ceviz Ayı 

- Ekim: Canavar Ayı 

- Kasım: Kasım 

- Aralık: Kırım Ayı 

- Ocak: Büyük Ay 

- Şubat: Küçük Ay49 

Türk  kültür  hazinemize  baktığımızda  bazı  ayların  Oğuz  boyları  arasında  tabiatta  baş  veren 

olaylara  ve  hayvanların  hareketlerine  uygun  adlar  aldığını  görüyoruz.  “…İlk  Baharın  birinci  ayına 

“Oğlak  Ayı”,  ikinci  ayına  “Ulu  Oğlak  Ayı”,  üçüncü  ayına  “Ulu  Ay”  denilirmiş.  Diğer  aylar  da  yine  bu 

şekilde yani, mevsimlerin totemleri ile anılırmış.50 

Sioux  yerli  kabilesi  yılın  12  ayını  Güneşe  göre  değil,  Ayın  hareketlerine  göre  ayarlamaktadır. 

Amerikan  Yerlileri,  yılın  çeşitli  mevsimlerinde  kutlama  ayinleri  düzenlerler.  Bu  merasimlerin  bazıları 

mevsimlerin  değişmesiyle  ilgilidir.  Bazı  merasimler  sadece  yılın  belirli  mevsimlerinde  yapılmaktadır. 

New  Mexico  eyaletinde  yaşayan  Zuni  yerli  kabilesi,  bir  yılı  zamanın  akışı  olarak  tanımlıyor.  Bir  yılın 

içindeki 12 ayı ise, “Yıla Dayalı Merdiven” olarak kabul ediyor.51 

Kaliforniya eyaletinde yaşayan Hupa yerlileri, bir insanın yaşını dişlerine bakarak tayin ederler. 

Maiudu kabilesi ise, bir yılın dört mevsimini, Yağmur Mevsimi, Yaprak Mevsimi, Kuraklık Mevsimi ve 

Yaprak  Dökümü  Mevsimi  olarak  belirler.  Güney  Arizona  eyaletinde  yaşayan  Pima  yerlileri  tarihi 

olayları  ellerinde  taşıdıkları  değnek  veya  bastonlarına  çeşitli  çentikler  atarak  kaydederler.  Fakat 

bunların ne manaya geldiğini sadece o çentikleri atan şahıslar biliyor, başkaları çözemiyorlar.52 

Navajo (Navaho) ve Apache (Apaçi) Amerikan Yerli kabileleri dünyanın da insanlar gibi doğup-

büyüyüp-gelişmesini  tamamladıktan  sonra  öldüğüne  inanıyorlar.  Dünyanın  doğuşu  “İlkbahar”, 

büyümesi  “Yaz”,  gelişmesi  “Sonbahar”  ve  ölümü  “Kış”  mevsimleriyle  izah  edilmektedir.  Toprağın  il 

nefesleşmesi ve canlanması, Yerli kabilelerden Navaho  ve Apaçilerin kendilerini  yeni  yıla  ve bahara 

hazırlamasına  sevk  etmektedir.  Bu  da  mevsimlik  merasimle  ilahili  ve  danslı  şenliklerle  kutlanır. 

“…Baharı  Martta  kutlayan  Navaho  ve  Apaçiler,  yazın  kuraklığında  “yağmur”  duasına  çıkarlar. 

Sonbaharda ise ekinlerin yıldırım, sel ve yangınlardan korunması için ulu ruhlara devamlı olarak dua 

ederler, adaklar adarlar, kurbanlar keserler…”53 

Amerika’nın Yerli Kabilelerinden Chilula, Hupa, Karok, Tolowa, Wiyot ve Yuroklar, Mart ayında 

Baharın  başlamasını  “Yeni  Yılın  Başı”  olarak  kabul  ediyorlar.  Mevsimlik  kutlamalar  ve  şenlikler 

yapıyorlar.  Bunların  hepsini  dünyanın  yeniden  canlanması  ve  dirilmesi  şerefine  tertipliyorlar.  “…Her 

şeyin  yolunda  gitmesi,  gerekli  yiyecek  ve  erzakın  bol  olması,  hayvanların  sağlıklı,  balık  ve  diğer  av 


 

1540 


hayvanlarının  bol,  tabiat  yangını  ve  deprem  gibi  tabii  afetlerin  korunması  için  ulu  ruhlardan  yardım 

istemek maksadıyla büyük merasimler düzenlenir…”54 

Hopi  yerli  kabilesinin  folklorunda  ilk  sırayı  “Su”  alır.  Ne  şekilde  olursa  olsun,  Hopi  kabilesinin 

hayatında en önemli unsur “su” dur. İçmek için, toprağın işlenmesi, ekinlerin sulanması ve tabiatın can 

bulmasında birinci yeri her zaman su alır. Susuz kalan toprakta hayatın devamı için Hopi Yerli kabilesi 

her yola baş vurmuştur. Yerliler arasında en çok “Yağmur Duası”na çıkan topluluk Hopilerdir.55 

“Godu-Godu”  ve  çeşitli  adlarla  anılan  “bezeme”  insan,  tabiatta  bulunan  hayvanların  kılığına 

girmek, Baharın gelmesini, tabiatın yeniden canlanmasını kutlamak, Türkiye ve diğer Türk yurtlarında 

olduğu gibi, Amerika Yerli kabileleri arasında da hayatın önemli bir bölümünü oluşturur. Sarıkamış’ın 

Karaurgan Nahiyesinde 1956 da daha ilk okulda okurken, beni “Godu” yaparlardı, komşuları kapı-kapı 

gezerdik,  başımdan  aşağı  su  döker,  bize  tere  yağı,  bulgur  verirlerdi.  Sonra  onu  kırda  pilav  yapar 

yerdik. İyi ki o günleri doyunca yaşamışım. 

Ateş, Türk Mitolojisi ve Kültür hayatında olduğu Kadar, Amerikan Yerlilerinin kültüründe de yer 

alan en önemli unsurlardandır. 

Bahaeddin  Ögel,  M.Ö.  6.  yüzyılda  bir  Çin  kaynağında  yazılmış  bir  belgeye  dayanarak  şunları 

aktarıyor:  “…Türk  adlı  atanın  ateşi  bulması;  Dört  çocuktan  en  büyüğü  bulunduğu  dağ  üzerinde 

yaşarken, çok eziyet gördü. Amcasının oymağı da yakınlardaydı. Ateşi bularak onları ısıttı ve besledi. 

Böylece  yaşayabildiler.  Böylece  onlar,  onu  başlarına  geçirerek  başkan  yaptılar.  Ayrıca  onu,  Türk 

adıyla adlandırdılar…”56 

Maiudu yerli kabilesinin yaptığı dini merasimlerde kullanılan ateş, tıpkı Türk dünyasında olduğu 

gibi,  21  Mart  kutlamalarında  verilen  değer  kapsamında  önemli  yer  tutmaktadır.  Maiudu  Yerli 

kabilesinde ateşin nasıl elde edildiği bir halk masalında anlatılır.57 

 

Ayrıca Amerikan Yerli kabilelerinden Cherokee (Çeroki) kabilesinin Yaratılış Destanında “ateş”in 



kabileye nasıl getirildiğine dair ilginç bir bölüm vardır. Bu destanda anlatılanlarla Türk mitolojisinde yer 

alan kültür değerleri paralellikler gösterir.58 

Türler,  yılın  ilk  aylarında  yıldırım  ve  şimşeklerin  çaktığını  gördüklerinde  bunları  yeni  yılın  ilk 

işaretleri  olarak  kabul  ederlerdi.  Amerikan  Yerlilerinin  gösterdikleri  tepkiye  benzer  davranışla 

heyecanlarını açığa vururlardı: “…Moğollar, Yıldırımdan çok korkar ve gizlenirlerdi. Türkler ise yıldırım 

düştüğü zaman, atlarını koşturur ve sağa-sola ok atarlardı. V. yüzyılda Orta Asya tarihinde önemli bir 

yer  tutan  ve  Çinlilerce  “Kaoçi”,  yani  “Yüksek  Arabalılar”  adı  verilen  Türk  kavimleri  vardı.  Bunların 

doğudaki uçları, Uygurların atalarıydı. Bu Türk kavimleri, M.Ö. 450 senesinden önce Çin’in Kuzeyinde 

toplanarak, büyük bir bayram şöleni yapmışlardı. Bunların beş grubunun toplanarak yaptıkları törende 

kurbanlar  kesilmiş,  şarkılar  söylenmiş  ve  göğe  oklar  atılmıştı.  Çinlilere  göre  bu  kavimlerin  şarkıları 

tıpkı  “kurt  uluması”na  benziyordu.  Bu  kaynaklara  göre,  Türkler  yaşlarını  gördükleri  Bahar  sayısına 

göre sayarlardı. Türkler yaşlarını “Yeşil”le birlikte söylüyorlardı. Yirmi yaşında olduğunu söylemek için, 

“Yirmi Yeşil gördüm,” derlerdi. Yaş ve Yeşil sözleri bize buradan kalmış olmalı…”59 


 

1541 


Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik ve dini merasimlerde büyük yer tutan “demir”e Kuzey 

Amerikan  Yerli  kabileleri  arasında  da  büyük  önem  verilmektedir.  Bazı  kimselerin  demirden  yapılmış 

silahlara  dokunması  kesinlikle  yasaklanmıştır.  Yerli  kabilelerden  Algonquian  yerli  kabilesinde,  bir 

hamile  kadının  demir  ve  çelikten  yapılmış  silahlara  dokunması  katiyen  yasaktır.  Öldürücü  gücü 

kaybolur,  düşmana  tesir  etmez  korkusuyla  hamile  kadınların  ve  yetkili  olmayan  insanların  kabilenin 

savaşçılarının silahlarına dokunmasına izin verilmez.60 

Amerika’da Alaska’nın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tilingit Yerlileri arasında “demir”e Altay, 

Saha ve Sibirya Türklerinin verdiği değere ve hürmete eş bir şekilde yaklaşılmaktadır. Büyük hürmet 

gösterilmektedir.  “…Yakutat  ve  Tilingit  Yerlileri  de,  diğer  yerliler  gibi  çelikten  yapılmış  bıçak,  savaş 

baltaları  ve  sivri  uçlu  silahlar  yapmak  için  kullandıkları  “demir”e  büyük  hürmet  ve  rağbet 

göstermektedirler…”61 

Amerikan  Yerlileriyle  bugün  Orta  Asya,  Güney  ve  Kuzeydoğu  Sibirya’da  yaşayan  Altay,  Tuva, 

Hakas,  Televit,  Şor  ve  Saha  Türkleri  arasında  yaşayan  Türk  Şamanizm’inin  ortak  özellikler 

göstermesi, Yerlilerin çıkış noktasını ve Amerika denen Kıtaya geçiş yolunu tespit ettikten sonra daha 

iyi anlaşılmaktadır.62 

Amerika  Yerlileri  Kristof  Kolombus’tan  binlerce  yıl  önce  Amerika  kıtasında  yaşamış  ve  hala 

yaşamaktadırlar.  Yerliler,  Amerika  kıtasına  her  nereden  gelmişlerse,  daha  önceden  gelişmiş  ve 

yaşanmış bir kültürün içinden gelmişlerdir. Sioux (Su) Yerlilerinin Büyük Reisi Vine Deloria bu konuda 

şunları  söylemiştir:  “…Eğer  Amerika’daki  üniversiteler  Yerliler  tarafından  kontrol  ve  idare  edilmiş 

olsalardı, bugün, Yerlilerin Amerika kıtasına nereden gelmiş oldukları hiçbir şüpheye yer vermeyecek 

şekilde gün ışığına çıkmış olurdu…”63 

Amerikan  Yerlilerinin  Şamanları  ile  Sibirya’da  yaşayan  Saha  Şamanlarının  giysileri, 

merasimlerde  kullandıkları  aletler  ve  dini  merasimlerinin  aynı  olması  yanında  iki  kıtada  değişik 

coğrafyalarda yaşamakta olan insanların fiziki özelliklerinin de birbirlerine benzediğini yapılan bilimsel 

araştırmaların kesin sonuçlarından öğreniyoruz.  “…Sibirya tundralarında  yapılan kazılarda, kemikten 

yapılmış  dikiş  iğneleri  bulundu.  Sibirya’da  yaşayan  insanların  geyik  boynuzlarından  uzun  ok  atan 

aletler  geliştirmiş  oldukları  tespit  edildi.  Bu  uzun  ok  atan  aletlere,  bugün  Amerika  kıtasında  da 

rastlanmaktadır ve bunun adına Aztek dilinde “atl-atl” (atıl-atıl) denilmektedir…”64 

Alaska’nın  Güneyi  ve  Bering  Boğazı’nın  Amerika  kıtasında  kalan  kısmında  yaşayan  Yakutat 

yerlileri  Asya’ya  doğru  “şahadet”  parmağı  şeklinde  uzanan  adalar  üzerinde  yaşayan  Aleut  yerlileri, 

kendi dillerinde bu adalara “Ana-uut” (Ana Uç) diyor ve bu şekilde telaffuz ediyorlar.65 

Bu  insanların  ayrı-ayrı  kıtalarda  yaşamalarına  rağmen,  aynı  dili  konuştuklarına  dikkati  çeken 

Kaliforniya  Eyaletinin  Stanford  Üniversitesi’nden  Joseph  Greenberg,  12  bin  yıl  önce  Amerika’ya 

yapılan bir göç dalgasıyla gelen “Kızılderili” olarak adlandırılan bu insanların daha sonra Güneye göç 

ederek bu günkü Orta ve Güney Amerika topraklarına geçtiklerini kaydediyor.66 

Amerika’da  olduğu  kadar  dünyanın  çeşitli  ülkelerinde  bağımsız  çalışma  ve  araştırmalarını 

sürdüren  ve  kesin  delillerle görüşlerini  bir  zemine  oturtturan  bilim  adamları,  Sibirya’da  yaşayan  Türk 


 

1542 


topluluklarından  Sahaların  sahip  olduğu  kültür  varlıklarıyla  Amerika  Yerli  kültürü  arasında  büyük 

paralellikler ve benzerlikler olduğunu belirtmektedirler. 

William  Thalbitzer  bu  konuyla  ilgili  araştırmasında  şunları  açıklamaktadır:  “…Arktik  bölgesinde 

yaşayan halkların bugünkü dilleri ne olursa olsun, Yakut Türkleriyle Chukchee (Çukçi), Samoyedler ve 

Lappların  sahip  oldukları  kültürün  şüphe  götürmeyecek  kadar  birbirinin  devamı  olduğuna 

inanıyorum…”67 

Kuzey  Amerika  Yerlileri  ve  Eskimo  Şamanlarının  aynı  görevi  yaptıklarına  görüşünü  Mircea 

Eliade büyük 

 bir güvenle bilimsel kaynaklara dayanarak belirtmektedir. “…Kuzey Amerika Yerlileri ve Eskimo 

Şamanlarının ruhani bir güçle “Karanlık Dünya”ya seyahat etmeleri, Asya’nın kuzeyinde Yakut (Saha) 

Türklerinin  ruhani  yol  göstericisi  olan  Şamanlarla  aynı  karakteri  ve  özelliği  göstermektedir.  Eskimo 

Şamanı  ile  Yakut  (Saha)  Şamanı’nın  dini  merasimlerde  giyindiği  elbise  ve  elerinde  taşıdıkları 

“davul”ları arasında çok az farklılık vardır.68 

Edward William Nelson, bir Alaska Şamanı’nın kendisine öbür dünyaya gidip, orada iki gün nasıl 

dolaştığını  ve  yeniden  dirilerek  orada  gördüklerini  köyüne  dönerek  kendi  halkına  anlattığını 

kaydetmektedir.69 

Türk  ve  Amerikan  Yerlilerinin  Şamanlarının  ortak  özelliklerinden  bahsederken  Mircea  Eliade 

şunları  kaydetmektedir,  “…Öbür  dünyaya  seyahat  etmek  Arşa  çıkmak,  Cennete  gitmek  hadisesi, 

Türk-Tatar ve Kuzey Amerika Şamanları arasında yaygın olan ortak bir özelliktir…”70 

Mekan  değiştirme  ve  yer  altı  dünyasına  olduğu  gibi  semanın  çeşitli  katlarına  seyahat  etmek 

Saha  Şamanlarında  olduğu  gibi  Alaska’daki  Yerli  Kızılderili  Şamanlarında  da  görülen  ortak  bir 

özelliktir. “…Baffinland’de yaşayan bir Alaska Şamanı, kendisini iple sıkıca bir yere bağlattıktan sonra 

ruh  olarak  bedeninden  çıkıp  seyahat  etmeğe  başladığını  anlatır…Baffinland’deki  bu  Şaman’ın  ruhu 

seyahatinden  sonra  tekrar  bedenine  girer  ve  Şaman  canlanır.  Sonunda  Alaska  Şamanı  kendisini 

saran  iplerden  kimsenin  yardımı  olmadan  kurtulur.  Seyahati  boyunca  başından  geçenleri  etrafında 

kendisini dinleyenlere anlatır.”71 

Kuzey  Amerika  Yerli  Şamanları  kendi  kabilesinin  sosyal  yasalarına  ve  geleneklerine  çok  sıkı 

bağlı örnek bir insan olarak kabilesinde saygıyla anılır ve büyük hürmet görür. 

Kuzey Amerika Yerli Şamanlarının çok yüksek tabiat üstü gücü olduğuna inanılır. Yerli Şamanı 

bu insanüstü gücünü kendisinin mensup olduğu yerli kabilesinin insanlarına her sahada yardım etmek 

için  kullanır.  Yerli  Şamanı’nın  kabilede  iki  önemli  görevi  vardır.  Bunlardan  birincisi  hastalarını 

iyileştirmek, ikincisi ise içinde yaşadığı toplumun çıkarları ve yararına işler başarmaktır.72 

Saha  Şamanlarında  “Ana  Hayvan”  veya  “Hayvan  Ana”  ve  bu  arada  eski  Şamanların  yaşayan 

ruhu büyük rol oynar. “Hayvan Ana” Saha Şamanı’na görünmeyen bir ruh şeklinde yardım eder. Ob-

Uygurlardan  olan  Hanti  ve  Mansilerde  Şamanın  mutlaka  yedi  tane  yardımcı  hayvanı  olmalıdır. 

Şamanlara yardım eden hayvanların türü, coğrafyaya bağlı olarak değişir. “…Şamanlara yardım eden 

hayvanlar genellikle Ayı, Geyik, At, Yılan, Balık ve Kuş şeklinde görünür. Kuş şeklinde görünen ruhlar 


 

1543 


Kuzeye doğru gidildikçe Kartal ve Baykuş şeklinde kendini gösterir. Sahillere yaklaştıkça bu hayvanlar 

Şaman’ın su altındaki seyahatine yardım eden çeşitli deniz hayvanları şeklinde görülürler.”73 

British  Columbia’da  yaşayan  Thompson  Yerlilerinin  Şamanı  yüzüne  maskesini  taktıktan  sonra 

ulu babalarının takip ettiği eski ananevi yolu takip ederek ölüler diyarına varır. Eğer hasta olan şahsın 

ruhunu  orada  bulamazsa  Hıristiyanlığı  kabul  etmiş  olan  Yerlilerin  mezarlığına  gider  ve  hasta  olan 

şahsın  ruhunu  orada  aramağa  başlar.  Şaman  hasta  olan  şahsın  ruhunu  kurtarmak  için  mutlaka 

hayaletler  ve  cinlerle  mücadele  etmek  mecburiyetindedir.  Nootka  yerlilerinde  Şaman  deniz  ruhları 

tarafından hastanın çalınan ruhunu geriye getirmek için trans vaziyetinde okyanusa dalar ve oradan 

geriye  Tamamen  ıslak  elbiseleriyle  geri  döner.  Bazen  Şaman’ın  burnundan  kan  açılır.  Bazı  hallerde 

ise hastanın çalınmış ruhunu kartal teleğinde geri getirir.74 

Tarihte  kayıtlara  geçmiş  ve  adı  bilinen  ilk  Şaman  Sümerlerin  Destan  kahramanı  Gılgamış’tır. 

Orta  Asya  Türk,  Sibirya,  Saha,  Altay,  Tuva  ve  Şor  Şamanlarında  olduğu  gibi,  Amerikan  Yerli 

Şamanlarının en önemli aracı, “davul” ve “tokmak”tır. Yine tarihte bilinen en eski “davul” ve “tokmak” 

Sümerlerin zamanında “her şeyi bilmesi” ile tanınan Sümer Şamanı Gılgamış tarafından kullanılmıştır. 

Tarihte  bilinen  en  eski  yazılı  Sümer  tabletlerinde  tanrıça  Ianna  tarafından  Fırat  nehrinin  kıyısında 

yetişen”Kutsal”  bir  ağaçtan  yapılmış  “Davul”  (Pukku)  ve  “Tokmak”  (Mikku)  Gılgamış’a  en  itibarlı  bir 

hediye olarak verilmiştir. “…Gılgamış ve ona zorlu mücadelesinde yardım eden Ereç”liler birlikte ağacı 

kestiler ve bu ağacı kendisine taht ve divan yaptırmak isteyen Ianna’ya getirdiler. Ianna, Gılgamış’ın 

bu kahramanlığına karşılık bu ağaçtan bir tane “Pukku” (Davu) ve bir tane de “Mikku” (Tokmak) yaptı 

ve bunları Gılgamış’a hediye etti…”75 

Karanlık  dünyada  ruhlarla  görüşmek  için  yaptıkları  seyahatlerde  davul  ve  tokmak  Şamana 

“rehberlik” eder. Eğer davulun sesi kesilirse Şaman öbür dünyada kalır ve yolunu bulup yeniden ışıklı 

dünyaya çıkamaz. “…Saha Sire’de Türk Şamanları, dini ayinlerde istifade ettikleri ve karanlık dünyaya 

yaptıkları seyahatlerde ruhlarla buluşmak için kendilerine yol gösteren “davul” ve “tokmak” Sahaların 

mukaddes “Hayat  Ağacı”ndan  yapılmıştır.  Saha  Türklerinin  Hayat  Ağacı’ndan  yapıldığına  inandıkları 

Şaman “davul”u ve “tokmağı”na derin saygı duymalarının sebeplerinden biri budur…”76 

Şamanizm  kültürü  ile  içiçe  yaşamış  toplumlarda  insanların  her  iki  dünyada  saygı  duydukları 

ortak  nesne,  “toprak”  olmuş  ve  özellikle  Türk  kültürünün  yayıldığı  Saha  Türklerinde  ve  Amerikan 

Yerlilerinin toprakları 

 üzerinde  yaşayan  Yerliler  arasında  “Toprak  Ana”  (Mother  Earth)  olarak  anılmış  ve  ona  saygı 

gösterilmiştir. 

Amerikan  Yerlileri  ve  Türk  toplumunun  savaşçılarının  bir  savaş  veya  her  hangi  bir  sebeple 

yaralanmış  olmaları  halinde,  yaptıkları  ilk  iş,  “Toprak  Ana”nın  bağrından,  onun  “şefkatli  yüzünden” 

alınan temiz “kuru toprak”la yaralarını ovmak ve kanı durdurmak hareketi olmaktadır. Türk Milleti ve 

Yerliler  arasında  anadan  doğduktan  sonra,  göbeğin  kesilmesiyle  ve  geride  kalan  “eş”  olarak  bilinen 

kısım  “it  ağzı”  değmesin  diye  yine  mukaddes  bilinen  bir  yerde  “Toprak  Ana”nın  bağrına  gömülür. 

Amerikan  Yerlileriyle  Türk  milletinin  “Toprak  Ana”ya  bağlılığı  daha  doğarken  başlar.  Amerikan 

Yerlilerinde ve Türklerde bir ölü gömüldükten sonra, mezarının üzerine “hamile kadının karnı” gibi bir 



 

1544 


toprak kümesi yığılması ve mezarın hamile bir kadının karnına benzetilmesi, öldükten sonra da tekrar 

“Toprak  Ana”nın  karnından  doğacağımızın  “sembolizm”i  ile  vücut  bulur.  “…Ölü  gömüldüğünde, 

Toprak  Ana’nın  hamile  karnındaymış  gibi,  ölünün  üzerine  hamile  kadının  karnına  benzeyen  “höyük” 

veya “kurgan” gibi toprak yığılır. Mezara hamile bir kadının karnının şekli verilir…”77 

Orta Asya Türk, Altay Tuva, Hakas, Televit ve Saha Sire’de ve Amerika Yerli kabileleri arasında 

halkın yanında olan “her şeyi bilen” bilge kişiler olarak saygı duyulan Şamanlar, kesinlikle “kara büyü” 

yapmazlar  ve  “nusha”  yazmazlar.  Türk  ve  Amerikan  Yerli  Şamanlarının  ortak  özellikleri 

incelediğimizde,  onların  tamamen  “ruhlar  alemi”  ile  “ölümlü  dünya”  arasında  seyahat  eden  ve  acı 

içinde kıvranan “bizlerden biri” olduğunu görürüz. 

Amerikan  Yerli  Kızılderili,  Türk  ve  Hun  soylu  Macar  Şamanlarının  ortak  özellikleri  yanında 

Türklerin  İslamı  tanımış  Müslüman  olarak  yaşayan  Türk  soylu  topluluklarda  bile  hala  tarihi  Şaman 

kültürünün tesirinden çıkamadığımız görülür. Amerikan Yerlileri ve Türk Dünyası Şamanlarının ortak 

özellikleri genel olarak şöyle sıralanabilir: 

- Şamanlar, çeşitli hastalıkları iyileştirir ve onlara çare bulurlar. 

- Şamanlar devamlı olarak süt isterler. Bir insanın boğazına kaçan yılanı çıkarmak için bir tasa 

doldurulan  taze  sütten  yararlanırlar.  (Bu  duruma  Kars’ta  derlediğimiz  halk  masallarında  sıkça 

rastladık)  Macar  ve  Şamanları  bazen  ev-ev  dolaşarak,  kapıları  çalar  ve  süt  isterler.  Sütün, 

zehirlenmelere karşı panzehir olduğu Türk Dünyası tarafından bilinmektedir. Saha Sire, Altay, Tuva, 

Kazakistan  ve  Kırgızistan’da  zehirlenmelere  karşı  kısrak  sütü  veya  Kımız  kullanılır.  Türkiye’de  ise 

zehirlenmelere karşı panzehir olarak yoğurt ve sütten istifade olunur. 

-  Macarların  “Taltos”  dedikleri  Şaman,  anadan  doğduğunda  “ağzında  dişleri”yle  doğar.  Şaman 

anadan doğduğunda dişleri vardır. 

- Şaman, zamanı gelince dünyevi işlerden elini çeker ve derin uykuya dalar, günlerce uyur. 

-  Şaman,  uzunca  bir  zaman  ortalıktan kaybolduktan  sonra  eve  gelir. İçmek  için  süt  ister.  Eğer 

içecek süt bulamazsa etrafta kasırgalar doğurur. 

- Şaman daha sonra kaybolur ve Yer altı alemine göç eder. 

-  Şaman,  Yılkı  yetiştirilen  bölgelerde  at,  geyik  beslenen  bölgelerde  geyik  ve  sığır  beslenen 

bölgelerde boğa kılığına girerek mücadele verir. 

-  Masallarımızda  görülen  göklere  uçma,  karanlık  ve  “Yer  Altı”  alemine  gidip  geri  gelme,  tipik 

Şaman karakteri arz eden olaylardır.78 

Bir zamanlar Tsistsistas (Cheyenne) Çayan Yerli kabilesinden önce Algonquians yerlileriyle aynı 

kültürü  paylaşan  Kuzey  Sibirya  ve  Sahaların  Şamanlarıyla  Cheyenne  (Çayan)  Şamanlarının  ortak 

özellikleri üzerine yapılan bir araştırmada büyük paralellikler tespit edilmiştir.79 

Kuzey  Amerika  yerli  Kızılderili  kabilelerinden  Algonquians  Yerlilerinin  yaşattıkları  Tsistsistas 

(Cheyeen)-Çayan yerli kültürünün asıl ana kolu bundan 12 bin yıl önce Arktik Bölgesinde kök atmıştır. 

Şamanizm  kültürünü  yaşatan  Amerika’daki  Yerli  kabilelerden  Algonquians  Yerlileri,  Sibirya’nın 



 

1545 


Kuzeyinde  ve  Kuzeydoğusunda  yaşayan  insanların  en  yakın  akrabalarıdır.  Tsistsistas  kabilsinin  her 

yıl tekrarladığı “Massaum” merasimleri bu Yerli kabilesine Avrupa’dan gelerek Amerika’yı işgal eden 

gruplardan değil, onların Kuzey ve Kuzeydoğu Sibirya’da yaşamakta olan akraba kabilelerden hatıra 

kalmıştır. 

Bu  konuda  derin  araştırmalarıyla  tanınan  Karl  II.  Schlesier  yazdığı  kitabında  konuya  daha  da 

açıklık kazandırmıştır: 

“…Kuzey  ve  Kuzeydoğu  Sibirya  ve  Amerika’daki  Yerli  Kızılderili  kabileleri  arasında  hala 

yaşamakta  olan  bu  kültür  mirası,  iki  kıtanın  her  iki  yakasında  asırlar  boyu  devam  eden  materyalist 

medeniyet  yolunu  seçen  insanların  gayretleriyle  belirli  bir  müddet  kesintiye  uğramıştır.  Tsistsistas 

Yerlilerinin dünya ve kainatı tarif edişleri, diğer Amerikan Yerli kabilelerinden Yuroks, Evenks, Yukagir, 

Orichislerin  kültür  anlayışıyla  paralellik  gösteren  Kuzey  ve  Kuzeydoğu  Sibirya  Şaman  kültürünün  iki 

bin nesil sonra bize kalan kısmıdır. Avrupa’dan Amerika’ya gelenlerin bu ülkeyi istilası olmasaydı, bu 

kültür bu kadar derinden tahrip edilmezdi…”80 

Bir zamanlar, tarihte Türk dünyasının yazılı ilk metni olarak kabul edilen Göktürk Kitabelerinin de 

Türklere ait olduğunu dünya otoriteleri zorlanarak ka 

bul etmişti. Orta Asya Türklüğü olarak, tarihi olayların çoğunu biz yaratmışız, fakat yazmamışız. 

En güçlü hakim zamandır ve hükmünü gösterecektir. Orta Asya Türkleri, Altay, Tuva, Hakas, Televit, 

Tilingit Şor ve Saha Sire Türk kültürünün Kuzeydoğu Sibirya ve Bering Boğazı yoluyla sonradan adına 

“Amerika” dedikleri kıtaya geçerek Kuzey ve Güney Amerika Kıtalarına yayıldığı gerçeğini, Amerikalı, 

Avrupalı ve dünyanın ciddi bilim adamları, geç de olsa başlattıkları ve hala devam ettirmekte oldukları 

araştırmalarıyla bir gün mutlaka gün ışığına çıkaracaklardır. 

Yaşayıp, o tarihi günü görmek isterdim. 

 

 

 



 

 

 



Joseph  Epes  Bown,  


Yüklə 293,83 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin